Küvetler ayrılığı!
“Başkanlık” sisteminin teorik modelleri, fiili modelleri, kafamızdaki modelleri ve tarifleri var.
Müsaadenizle, Türkiye’deki niyet, arzu ve tartışmalardan çıkıp şöyle bir tarif vermek istiyorum. Aklımızda da tutabiliriz:
Başkanlık sistemi, tek kişi yanıldığında, tek kişi yanıltıldığında, tek kişi kandırıldığında, tek kişi yanlış yaptığında tüm ülkenin, tüm milletin, tüm halkın yanıldığı, yanıltıldığı, kandırıldığı, yanlıştan yanlışa sürüklendiği sistemdir.
***
Anladığım kadarıyla bu modelde “kuvvetler ayrılığı” yok.
Daha ziyade “kudretler birliği” tercih ediliyor.
Yahut yine “kuvvetler” kavramını kullanarak şöyle de diyebilir miyiz?
“Kara, Hava, Deniz, Jandarma kuvvetleri” gibi her şey. Ayrı gibi duruyor ama esasında tek komuta merkezine bağlı.
Düşünün ki onda bile “tek komuta, tek kumanda merkezi, tek komutan” kuvvetlerdeki “ayrılık ve ayrıksılık” ları fark etmemiş!
***
Kuvvetler ayrılığı, 15 Temmuz’da da kurtardığımız şey hakikaten demokrasi ise, işte o şey dahilinde, kuvvetler birbirini denetleyebilsin, kuvvet kimsenin elinde toplanmasın diye!
Halk adına Meclis denetleyecek, yargı denetleyecek...
Hatta resmen kuvvet olmasa dahi, gazeteciliğin de “dördüncü kuvvet” tanımlanması, öyle tekel, kartel, hortum, havuz medyası filan olmasından değil, hesapta bağımsızlık ve “halk adına güçlülerin, güçlerin denetimi, sorgulanması, didiklenmesi” ideali atfedildiğinden.
“Halkın örgütlenme, gösteri, yürüyüş, protesto hakları” da öyle.
Tabii bizi hakikaten başkanlık sistemine en çok yaklaştıran şey, bu kuvvetlerin artık kuvvet muvvet değil, fiilen “küvet” haline gelmiş olması.
“Küvetler ayrılığı” bile pek yok.
Çünkü neredeyse, yürütme kuvveti gibi, yasama kuvveti (Meclis), yargı kuvveti ve de 4. kuvvet de aynı şekilde dolup boşalıyor.
Hakikaten başkanlık sistemini savunanların elindeki en büyük, en gerçekçi, nasıl deniyor, “argüman” bu. Karşısında herhangi bir argü yahut man pek duramıyor!
***
Tarifimize dönersek, “Tek yanılgının 77 milyon yanılgıya dönüştüğü” bir sistem gibi geliyor bana.
Siyaset bilimi diliyle “iktidar erki”nin tek denetim mercii ise “Allah affetsin” olabiliyor. Çünkü “inancımız” bize biraz şu vaatte bulunuyor: “Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar.”
Bunun pişmanlıkla, şefaatle ilgisi var elbette; ama “kurtardığımız demokrasi” ile pek ilgisi yok. Bir de “şirk” kesinlikle hariç!
Demokrasi ise; gücün, kuvvetin dengelenmesine, sorgulanmasına, eleştirilmesine, denetlenmesine dairdir; elbet insan icadıdır, ama insanın biraz daha insanlık için icadı olduğu söylenir!
***
Sadece bu iktidar değil, geçmiş, yakın ve uzak geçmiş bize anlatıyor ki...
Şanlı tarihimizden tek partiye, oradan darbelere, otoriter demokrasinin tüm biçimlerine... Biz bu işlere yatkınız.
Yani “millet iradesi” nihayetinde “millet iradesinin rendelenmesi” için tecelli edebilir.
Lakin çocuklarınıza bırakacağınız, bırakmakla gurur duyacağınız bir şey değildir, onların geleceğini de müstakbel iradesini de “tepeden tırnağa” bir sisteme emanet etmek.
Tam otoriter bir sistem olsaydı veya geçmişten kalıp öyle beton kalıpla devam etseydi, ne tuhaf ki, AKP’nin “çevreden gelip merkez olması” da belki imkânsız olurdu.
***
“Devlet adamları”nın yanılma, ciddi yanılma ihtimallerine dair geniş repertuvarımız oluştu. Yenileri eklemeye gerek bile yok.
Ama misal, “Darbe girişimi” denmiş, 15 Temmuz’dan sonra da, sıradan insanların değilse de “iktidarın Cemaat’le geçmişi”ni sıfırlamak için “milat” ilan edilmiş 17-25 Aralık için şimdi Meclis Komisyonu’nda zapta geçmiş bir husus insanı şaşırtıyor yine.
İktidar deyişiyle “17 Aralık 2013 darbe girişimi” olmuş, ertesi gün, 25 Aralık’tan hemen önce, devrin en ileri gelenleri bir gazeteciyi Pennsylvania’ya “Bir gidin... Mutlaka konuşun” diye gönderebiliyor.
Demek ki, insanoğluyuz hepimiz; yanılmakla kalmıyoruz, yanılmaya devam da edebiliyoruz!
O yüzden hiçbirimiz sadece kendi aklımıza, kendi kalbimize güvenmeyeceğiz, birbirimizinkine, hepimizinkine de ihtiyacımız var. Birbirimizin farklılıklarını bilerek tabii.
Bir de... Hepimiz aynı gemide olabiliriz ama aynı küvette olamayız!