Sıfır!
Suriye’deki bombalı suikasttan sonra “dışarıdan” üç devlet (yalan-doğru) suçlandı, (ayrı ayrı veya birlikte) bağlantılı oldukları iddia edildi.
1. İsrail
2. Suudi Arabistan
3. Türkiye!
***
Öyle ya da böyle…
Sadece kafadan suçlamak için olsa bile…
Nasıl bir araya gelebildi bu devletlerin isimleri?
İsrail, Suudi Arabistan (Katar), Türkiye…
Onları şüpheli ya da kanıtsız bir iddiadan dahi ibaret olsa, şüphesiz birleştiren nedir?
***
Suriye halkının acısı; baskı, katliam ve ülkenin iliğini emmiş bir yönetimin ettikleri elbet bilgiyi, ilgiyi, uluslararası (diplomatik) müdahaleyi gerektiriyor.
Ama (iç çatışma, terör, terörle mücadele… ne derseniz deyin) 50 bin ölümüz varken, biz nasıl oldu da başka ölümlerin olduğu bir noktada “aktif”iz?
Destekliyorsak…
Terörizm mi destekliyoruz…
Bir darbe mi…
Yoksa devrim mi?
Bir halkın haysiyetinin ısrarında mıyız; yoksa Suudi Arabistan’ın (Katar’ın) yahut İsrail’in hayallerinin peşine mi düştük?
Ne namına!
***
Suriye’nin iç dinamikleri, terör, darbe yahut devrim; ne olursa olsun, iç savaşı bir yana…
Batı’nın, Katar’ın, S. Arabistan’ın, bir bakıma “kadim İsrail hayalleri” senaryolarına atlamış; ha babam Batı ikiyüzlülüğü, İsrail taktikleri, Suudi ve Katar saray oyunları arasında Rusya, Çin (ve İran) duvarlarına çarpıp duran bir Türkiye’miz oldu!
2004’te AB’ye girdi sanılan…
Komşularıyla sıfır sorunla, kendi içinde barışa koştuğu zannedilen bir devlet ile ülke…
Şimdi “sıfır komşu”yla; yüzü Ortadoğu’ya yapışmış, burnu saraylara dayanmış, zaten topal AB bir yana, ABD kalkanı olmuş, sözde çatıştığı İsrail’in “Neo-con” ajandasına yazılmış halde.
Kendi barışını sağlayamadan; başka savaşların, yangınların şüphelisi, azmettiricisi olarak büyük bir rol oynadığını düşünüyor.
Yurtta sulh vaat etmişken cihanda harbe koşturuyor.
Patinaj yapıp seni ittiren ve yalnız bırakabilen ABD ile Rusya arasında kalmış…
S. Arabistan-Katar ile İsrail’in ortasında kafası ve ruhu karışmış cengâverlik!
***
AKP’nin 10 yılının; “Irak işgaline birinci dereceden katılım tezkeresinin reddi”; “AB’de koskoca bir Avrupalı parlamenter grubun, neredeyse ırkçı önyargılara karşı Türkiye’ye Evet pankartları açtığı gün”e veya “One minute” gibi haysiyet hatıralarına bir bakın…
Bir de… Şu hale bakın!
Bunlara bakmak için bakan veya “baş” bakan olmak gerekmiyor!
Meşhur müdafaa!
Devlet Bahçeli, onca “şiddet reddi”nden sonra; bir evde 7 genci kıstırıp boğma teliyle de katliam yapılmasını “meşru müdafaa” sayıyorsa…
O günden bugüne bir tarih de boşuna yaşanmış!
Ceza, tahliye vesaire tartışılır ama…
Gladio ve kontrgerilla gölgesinde boğma telinin, müdafaasız insanları katletmenin meşru müdafaa sayılması…
Olacak şey değil diyorsun ama, olmayacak şey değil işte!
Saldırın neresi müdafaa; katliamın neresi meşru; savunmasız insanları kıstırıp katletmenin neresinde mertlik, yiğitlik mevcut!
İşkence…
Devlet şiddeti, erkek şiddeti derken; bir mezarlıkta arkadaşlarına işkence yapan dört liseli kız da “meşru müdafaa” yaptıklarını iddia ediyor.
Mahkeme onların sadece eylemlerini yargılayacak…
Bu hale nasıl gelebildikleri, kimlerden ve nelerden nasıl etkilendikleri, bu yöntemleri nasıl akıl edebildikleri konuşulmayacak bile!
İki lise…
Galatasaray Lisesi’nden kimi çalışan “mobbing” iddialarında bulunurken; Alman Lisesi’nden kimi öğrenci de, okul mezunu, 10 yıldır müdür yardımcısı olan Didem Veyisoğlu’nun, öğrencilere ve öğrenci faaliyetlerine sahip çıktığı için işten çıkarıldığını ileri sürüyorlar.
Her işin başı eğitim!