Birkaç Levent!
Ey Türk istikbalinin evladı…
Diye başlayalım ve sonra, mesela Levent’in kısa hayat hikayesini iki, üç cümlede başlatıp bitirelim:
Çarşamba’da doğdu…
21 yıl sonra bir Salı’da öldü.
Öldüğü gün, doğum günümdü. Ama o, yarı ömrümü bile görmedi.
Kendini vurduğu gün, küçük kızımın da doğum günüydü. Ondan sadece birkaç yaş büyüktü.
G 3 piyade tüfeği vermişlerdi eline.
G 3 piyade tüfeğini tuttu kendine.
Peki nedir Levent’in hikayesi?
Anladığımız kadarıyla kısası, kıssası şudur:
Evde baba şiddetine, hakaretine maruz kalmıştı çocukluğu…
Gençliğini aldı, askere gitti; Piç diye aşağıladı komutanı.
***
Böyle sayısız, sırasız, sıvasız bu çocuklar.
Ey Türk istikbalinin evladı diye yola çıkarlar…
İstikbalsiz bir durakta son bulurlar.
Baba şiddeti, okulda boyun eğme, ezberlere tapınma buyrukları; derken şiddetli askerliğin hakaretleri…
Bunu atlattığını sanan nice erkeğin vardığı istasyon da kadına şiddet olur, kanına şiddet olur, yanına, yakınına, uzağına şiddet olur.
Nüfusun bir yarısı, hepsi olmasa bile milyonlarcası, bu şiddet yolundan geçiyor.
Ya annesinin dayak yediğine şahit oluyor…
Ya kız kardeşinin tahakkümü hak ettiğine kanaat getiriyor…
Ya bizatihi kendi bedeninde şiddeti yükleniyor.
***
Bir de ruh var tabii.
Acıyor, kanıyor, bazen içine kapanıyor, bazen dışına saldırıyor.
Ruh var tabii.
Kabuk bağlayabiliyor.
Şiddetten nefret de mümkün ama; bazen ruh da şiddetle şiddete, nefrete şarj oluyor.
***
Sonra, diyelim askerlik.
Elbet iyi insan, iyi komutan da var.
Ama bildiğiniz hikayeler.
Sözde cesur olsunlar diye; kimlikleri, kişilikleri, insanlıkları ezilen çocuklar, gençler.
Cesaret bulsun diye esarete gömülenler.
Sözde erkeklikleri şişirilirken, erkek gururu dahi çiğnenen genç adamlar.
Milliyetle, inançla pohpohlanırken; kalbi yaralı, öyle travmalarla bezeli, ya kurtların kaptığı, ya kurtlaşmaya koşan evlatlar.
***
Sonra işsizlik, işyeri mesela.
Usta azarı, patron baskısı, işsizlik korkusu, zamana, mekâna sıkışmışlık.
Derken, evlilik.
Geçim endişesi, mutlu gelin-damat fotolarının kırık camları.
Ya kendi kalbine kalbine ya iyi günde, kötü günde dediğin bir kadına şiddet.
Namus, töre, kıskançlık, depresyon, üzüntü, keder, kader!
***
Sonra çocuklar ve yine, yeniden.
Birkaç Levent…
Birkaç Mehmet.
Birkaç Mehmet şehit oldu diye…
Koltukların kımıldamadığı bir memlekette…
Birkaç Levent kendini vurdu diye…
Kıpırdamayan yapraklar.
Böyle işte…
İşte böyle!
Birkaç Kemal!
Jandarma Uzman Çavuş Kemal Ekinci 1 Ekim 2011’de kaçırıldı.
Yeni evliydi. Eşi hamileydi.
Ailesi Şırnak’a gittiydi. Jandarma Kurmay Albay birkaç dakikasını verdiydi.
Aile geçen hafta BİMER’e mesaj yazdı.
Koskoca Başbakanlık İletişim Merkezi. Vatandaş ile devletin çağdaş soğuk konuşma kanalı.
Sloganı var: BİMER’i arıyorum yasal hakkımı kullanıyorum!
Onlar da, Kemalleri’nin aranması için yardım istedi.
Fakat şöyle: Askersen, asker ailesi isen; sivil BİMER’e yazıyorsun; bazen talep bazen şikayet. Tak şak, olay komutana gidiyor. Bazen kızıyorlar, bazen daha çok kızıyorlar.
Onlara da cevap geliyor komutandan:
Oğlunuz Kemal’in bulunması için büyük özveriyle, hızlı şekilde göreve çıkılmıştı. İki personelimiz mayına basıp yaralandı. Aramalarımıza rağmen oğlunuz bulunamadı.
Nokta.
Yazının başında Kurmay Albay vardı ya…
Bu sütundan biliyorsunuz aslında.
Mayına basarak “şehit” olan başka bir Kemal’in, düğün hazırlığında Düğün Dağı’nda ölen Uzman Çavuş Kemal Aktay’ın cenazesinde, arkadaşının ardından ağlayan bir uzman çavuşa, “Dayanamıyorsan istifa et. Kimse zorla tutmuyor” diyebilen Asalet Madalyası!
Keşke Aygün yalnız dönmeseydi.