Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bize kolay geliyor ama…

        Demek devletler için zor bir şey.

        Oysa…

        Bir, “despot”un katlettiği çocuklara, attığı söylenen misket bombalarına bakarsın…

        Bir, “özgürlük savaşçısı” dediklerinin, yere yatırdığı insanların kafasına sıktığı mermilere.

        Ne orada olursun…

        Ne şurada.

        Talep edeceğin, uğraşacağın, mücadele edeceğin bir şey varsa…

        Bu baskının, bu vahşetin, bu katliamın, bu insanlık dışı, kirli cehennemin sona ermesidir.

        İster yurt içinde…

        İster yurt dışında.

        Yoksa bir elinde beriki tezkere, bir elinde öteki tezkere…

        ***

        Fakat, bize kolay geliyor da, devletler için zor bir şey ya…

        Kendi kalbinde, kendi aklında, en önemlisi kendi hukukunda da böyle bir duruşu büyüteceksin.

        Kendi yurdunda da böyle bir adalet sevdan olacak.

        Ayırmayacaksın, kayırmayacaksın, kimseyi kimseden yüceltmeyecek, kimseyi aşağılamayacaksın.

        ***

        Bak, bir otopside yoksul vatandaşının kemikleri yatıyor…

        Bir otopside, cumhurbaşkanının “bozulmamış” denen naaşı.

        Demek ki, yaran büyük. Kanaman büyük. Muamman büyük.

        Senin cehennemin de derin.

        Çünkü defni yetmiyor tarihin; çıkartıp çıkartıp otopsi yapman da gerekiyor.

        Durup durup biyopsi yapman gerekiyor.

        Dev aynaları yetmiyor demek ki; öyle sakin sakin, belki biraz mahcup, kendi yüzünle de yüzleşmen gerekiyor.

        Bak, 2000 yılı sonu…

        Yani bir şekilde bu iktidar yolunun başlangıcı.

        Hayata Dönüş diye, Tufan diye seleflerin cezaevi katliamı sırasında, açlık grevi-ölüm orucu yapanlar, bir ranzadan ölüme kayanlar vardı…

        Dön dolaş, cezaevlerinde yine ölüm oruçlarına dayandı tarih.

        30 bin ölümüz” deniyordu…

        Aynı kan çanağında iki katı “ölümüz”e yürüyor talih.

        Analar ağlamasın derken, ağlamasın analar demekle olmuyor.

        ***

        Yani, bir bakacaksın, zalimin misket bombasına…

        Bir bakacaksın, özgürlük savaşçısı dediğinin enseden infaz tabancasına.

        İnsanın, insanlığın sıkıştığı cehennem buysa…

        Hakkın, hakkaniyetin, adaletin, hukukun, vicdanın sırat köprüsü de budur.

        Çıldırmanın, delirmenin, devleti baskıdan, zulümden ibaret; isyanı kine, nefrete, zulme müebbet kılmanın vardığı öteki dünya budur.

        Bunun ötesine geçebilmek, bunun üstüne çıkabilmek, bu cehennemin her kanadına ve her köşesine bir şey diyebilmek için…

        Hakkı, hakkaniyeti, adaleti, hukuku ve vicdanını kendi ülkende her köşede, her kanatta, her çocukta gezdireceksin.

        Hiç değilse bir niyetleneceksin.

        ***

        Başkasının barışını istemek, önce kendi barışını hayal etmekle mümkün olur belki de.

        Kendi tırnağını törpülemek, kendi kibrini söndürmek, kendi mağrurluğunu tevazua taşımakla; kendi iç hukukunu iç huzura ulaştırmakla.

        Kendi barışını en anlık meseleden en kanlısına kadar dert etmekle.

        Bir anlamı olmasa “Barış” denen şeyin; “Filipinli Müslümanlar”ın devletle oturduğu barış masasını böyle önemser miydin?

        ***

        En azından çocuklar bize bunu anlatıyor.

        Elleri kan içinde, ayakları kopmuş, yürekleri yaralı, küçücük bedenleri bu cehennemlerde sıkışmış, bir ötekinin soğuk eline, buz gibi bedenine, melek kanadına sarılmış çocuklar.

        Nasıl ayırırsın mesela…

        Taliban’ın vurduğu 14 yaşındaki kız ile…

        Zihinlerden hiç çıkmayan, ailesi gözü önünde öldürüldükten sonra ABD askerleri tarafından tecavüz edilerek öldürülmüş Iraklı 13 yaşındaki kızı.

        Ayırabilirsen…

        Birimizin gözü sadece misket bombasını görür…

        Birimizin gözü sadece domuz bağı tabancasını.

        Ki sadece gözün değil…

        Kalbin körleşmesidir.

        O vakit…

        Ses getirdiğini sandığın yer, toslayıp toslayıp kafanı vurup durduğun duvardır.

        Diğer Yazılar