Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünyanın en zor işi olmalı.

        Bir yüreğin kaldırabileceği en ağır yük.

        Bir gözün göremeyeceği kadar küçük.

        Bir aklın alamayacağı kadar acayip.

        Bir dilin dönmeyeceği kadar yabancı.

        ***

        Dünyanın bütün kötülüğü bu olmalı.

        İyi kalplerimizin duymayacağı kadar yabani.

        Kulaklarımızın teline teğet geçmeyecek denli garabet.

        Zekâmızın yanına yaklaşamayacak kadar aptalca.

        Lisanımızın kabul etmeyeceği kadar düşmanca.

        ***

        Çünkü sen önce insan olmadın.

        Senin evladın, kardeşin hiç olmadı.

        Çünkü sen ölümsüzsün.

        Çünkü sen bir tane, sen tek doğrusun.

        Çünkü bir tek senin acın var.

        Çünkü bir tek seninkiler kanar.

        ***

        Dünyanın en zor işi olmalı…

        Aynı anda…

        Çünkü bunlar aynı esnada oluyor ve ölüyor…

        Aynı anda…

        Bir elini, Şemdinli’nin kör, hain bombasında yere uzanıvermiş 11 yaşındaki engelli Faris’in başının altına koymak…

        Bir elinle, Mavi Marmara’dan beri ölümde yatan Uğur Süleyman’ın alnını silmek…

        Çok zor çünkü…

        Aynı an ya, ölmeye yatan onca insan için de endişende, kalbinde, aklında bir yer bulabilmek.

        Yani Faris’i, Uğur Süleyman’ı ve de öyle ya da böyle kendi bedeninden, kendi ömründen vazgeçmeye yatanları dünyanda yan yana uzatmak.

        ***

        Çok zor çünkü…

        Ayırmadan, kayırmadan, kırmadan, kıymadan… bütün acıların kardeş olduğunu bilebilmek.

        Çok zor çünkü…

        Ezilen, hor görülen, kıyılan, kırılan, bedeni yahut ruhu parçalanan kim varsa, nerede ve kimlerdense, karınca kararınca hiç değilse, hepsi birden olabilmek.

        Çok zor çünkü…

        Kendi kanına bu kadar düşkün, ötekinin kanına bu kadar susamış olmadan bir yol bulmak!

        Not: Burası, kepenk kapatan protestoyu bir yerin dibine batırıp bir övmek durumunda kalan; otoriteye başkaldırışa komşuda hayran olup kendi sahasında yerin dibine batıran; Mavi Marmara saldırganlarına lanet yağdırırken bir yandan; o gemideki kadın gazetecinin tedavi parasından bile kaçınmaya çalışan, ona mobbing uygulayabilen ve sonunda işinden eden kalp kalplerin, yüzsüz suratların, bilmiş ama ahlaken küçülmüşlerin, çürümüşlerin ülkesi çünkü!

        Siyah-beyaz

        Obama dört yıl daha forvette…

        Defans hattı ise dört yıl daha Cumhuriyetçilerde.

        Bu renk karışıklığından Obama’ya yine renk körlüğü mü düşer, daha da mı beyazlaşır yoksa siyah yanı biraz olsun “kurulu düzen”in en azından cıvatalarıyla oynar mı, nereden bilelim?

        Ama, küresel ısınmadan ulusal sosyal haklara; Ortadoğu kanından spekülatif piyasa kınına kadar, hani hiç değilse biraz farklı kurcalamaya niyetli olduğu meseleler vardı.

        Belki de jübilesini az böyle yapar.

        Çünkü öyle ya da böyle, ABD seçmeni, beyaz takkelerini ikinci kez yere çarpıp bir umut daha besleyerek, bir kırıntı da dünyaya vererek, ABD ve dünya için en kötünün karşısına bu siyah adamı koydu.

        Bu arada…

        İran ve Suriye politikalarını büyük hevesle çizenlere de iki vakte kadar sürprizler çıkabilir…

        Adı sürpriz ya…

        Çıkmayabilir de!

        Bimer gazı!

        Eskiden askeri vesayet vardı.

        Paşalar filan çok sertti.

        Hükümet, siyasi sistemdeki gibi, ordu içinde de alttakilere yer açmak için profesyonel askerleri, BİMER’e şikayette, başvuruda bulunmaya teşvik etti.

        Böylece, hiyerarşi ve emir-komutanın tahakkümünü aşabileceklerdi.

        Sonra şöyle oldu:

        BİMER şikayetleri başta ciddiye alınır gibi yapıldı…

        Sonra, öyle Başbakanlık, Başbakan filan görmeden Milli Savunma kanalıyla komisyona, oradan da bizatihi o komutanların eline ulaştı.

        Ve sivil vasilere güvenenler, kendilerini askeri vasilerinin ceza ve tehditleriyle baş başa buldu.

        Şu sıra bir de ne yapılıyormuş?

        Gelen bir şikayet, öncekini silip onun sıra numarasını alıyor, böylece gaz oluyor, buhar oluyormuş hepsi sırayla.

        Otoritenin baskısına değil, otoritenin kimin elinde olduğuna bakan ve takan demokratikleşmeye, sivilleşmeye yakışır valla!

        Diğer Yazılar