Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Mozilla/5.0 AppleWebKit/537.36 (KHTML, like Gecko; compatible; ClaudeBot/1.0; +claudebot@anthropic.com)

        Kim olursa ve kime karşı olursa olsun, linçle, linç girişimiyle övünmek, milli gururlar filan duymak nasıl bir duygudur Bilinç!

        Ne kolay bir mutabakattır; linççinin arkasında ulusalcı, muhafazakâr, milliyetçi, demokrat vesaire toplaşmak.

        Teröre karşı” diye yırtınırken, “terörcü” olmak nasıl bir şeydir.

        Bölücülüğe karşı” diye bağırırken, “bölücü” olmak böyle bir şeydir.

        Karadeniz bu değildir ki, budur demek nasıl bir ihanettir halkına, tarihine, denizine, karasına, yeşiline.

        Hele hele…

        Ezilen, hor görülen, kimliği kişiliği aşağılanan, maddi-manevi şiddet gören sivil-asker, genç-yaşlı nice insanın; başkalarını ezmek, yok etmek üzere fiziken veya tezahüratla saflara koşturması hangi aklın, vicdanın gururudur.

        ***

        Orada kıstırdığınız, ister Kürt ister Türk, (o milletvekillerinin dörtte üçü Kürt değil!)… ister Türk ister Kürt, halkın temsilcilerinden.

        Sözde darbelere karşı laflar ederek demokrat olan milliyetçi-ulusalcı-muhafazakâr bir gelenek, ama elbette böyle insanların çoğu filan değildir (diye ummak lazım); askeri darbelerin en bayıldığı ön hazırlıklardan, linçe (Maraş’ta, Çorum’da katliam) koşturuveriyor.

        (Bakınız buradaki üçüncü yazı: Bir de ön açmaya bak)

        Protesto, gösteri hakkı başka… Linç azmi bambaşka bir şey.

        ***

        Gözünü sevdiğimin Sinop’u.

        Karadeniz’in kadim burnu.

        Diyojen’in ruhu.

        Gençler bilir, bilmez.. Bir ucu, Sinop zindanı, Önder, Tüzel, Kürkçü gibi nice sosyalisti, solcuyu, sağdan muhalifi, nice yazarı, Mustafa Suphi’yi, Ruhi Su’yu, Sabahattin Ali’yi, Zekeriya Sertel’i de kıstırmıştı.

        İster Edip Akbayram’dan dinle, ister Ebru Gündeş’ten…

        Aldırma gönül, aldırma” orada doğdu Gönül!

        Hoş, sorarsan sonra onlara ne oldu, diye. Mustafa Suphi’yi Karadeniz’de boğdurdular.

        Sabahattin Ali’yi Trakya’da öldürttüler.

        Zekeriya Sertel’in matbaasını linç ettiler!

        Ruhi Su’nun sazına, sözüne tahammül edemediler de, tedavi için yurtdışına gitmesin de az daha yaşamasın istediler.

        Bu miras mıdır, Gözüm!

        ***

        O güzelliğinin içine, zindan-kalenin bir ötesine bir de ABD üssü kondurmuşlardı, ki zindanın manası katmerli olsun.

        A benim milliyetçi, ulusalcı biraderim…

        Amerikan üssünü kondurup hiç toz kondurmayanlar ne Suphi idi, ne Ali, ne Su.

        Ne Tüzel idi, ne Önder, ne de Kürkçü!

        Hoş “Tuslog sayesinde” nice Sinoplunun müreffeh hayatı da oldu; ama hep derler ki, nice Sinoplu da tarımı, toprağı unuttu, kuruttu.

        İşte Radar oradayken, bir Radar da az ileride, Ünye’deydi ya…

        Bak, işte o hep karşı olduğunuz darbelerden 12 Mart.

        Üç fidan, silahsız, cinayetsiz üç genç idam yolunda; darbeyle sinmiş, idam edilmiş Menderes’in varisi, halefi sayılan Demirel AP’sinin emir-komuta parmakları havada.

        Mahir ve arkadaşları” Denizler’i idamdan kurtarmak için Ünye’deydi.

        Tam 41 yıl önce. O darbenin birinci yılında.

        O sıra Ziverbey’de, İlhan Selçuk dahil, nice ismi işkenceden geçiren darbe.

        Radardan alınan rehinelerle hani Başbakan’ın geçen okuduğu şiirdeki Kızıldere’de vuku bulan baskın ve katliamdan tek sağ kalan Kürkçü idi.

        Şimdi diyorsun ki mesela, 41 yıl sonra, o kadar yılın yarısından da az yaşta gençlerle, biz bu adamı bir de linç edelim.

        Hadi be Gönül!

        ***

        Hüseyin Çelik, anında doğru bir açıklama yaptı:

        Herkesin her yerde siyasi faaliyet hakkı vardır” diye.

        Elbette öyle. Karadeniz’de de, Güneydoğu’da da.

        Ama “Barış ve İmralı süreci” diye harekete geçmiş bir iktidar; bu sürecin “güvenliği”nden de sorumlu.

        İstedi mi çevik müdahale eden, ama yeri geldi mi “toplum psikolojisi”ni dikkate alan polis, jandarmadan da sorumlu.

        Bir de…

        Madem ki bu sürecin esas aktörüdür hükümet ve Başbakan; her türlü provokasyon ve tuzağın ardındaki “Ön açıcı güçler”den ve onlarla mücadeleden de sorumlu.

        O yüzden “Barış, hukuktur” deyip duruyoruz.

        Kimseyi dışında bırakmayan, hayatın şiddetiyle, nefretin kuyusuyla da mücadele eden; sürekli düşman üretmeyen, sürükle mağdur yaratmayan, adaleti mahkemeden muhakemeye kadar hissettiren bir hukuk.

        ***

        Yoksa Sinop gönüldür, şiirdir, denizdir, gökyüzüdür; bir zindan bile akla, vicdana dair umuttur:

        Başın öne eğilmesin… Ağladığın duyulmasın…

        Dışarda deli dalgalar… Gelir duvarları yalar… Seni bu sesler oyalar…

        Görmek istersen denizi… Yukarıya çevir yüzü… Deniz gibidir gökyüzü…

        Görecek günler var daha

        Aldırma gönül, aldırma!

        Bir damada bak!..

        Dönem dönem “İyi haber alan (veya verilen) Ankara gazetecileri” olur.

        En azından tanık olduğumuz dönemlerde, bir süre Cüneyt Arcayürek’ti.

        Yavuz Donat oldu. Sonraki kuşaktan Fikret Bila mesela.

        Daha başkaları da. Cumhuriyet’ten geçmiş çok kişi.

        Tabii “ara dönemler”in andıç gazeteciliği de çok özeldi!

        Kimi inadına haber yaptı; kimi mesaj taşıdı.

        Fakat manipülasyon, propaganda gibi “kusurlar” dışında, onların verdiği, edindiği, bulduğu, aldığı, taşıdığı haberler “doğru”dur.

        Doğru” derken, vakanın doğruluğu.

        Yoksa bu nevi gazeteciliğin ve vakanın, ardındaki güçlerin doğruluğundan; haberin-yazının her yönü kapsayıcılığından değil.

        Bu dönem Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi “iyi Ankaracı”!

        Yakın kaynakları” var. Yorum, eleştiri başka şey ama “iyi haber” veriyor.

        Vermediklerini bilmiyoruz elbet, ama verdikleri izlenmeyi hak ediyor.

        Üstelik kiminin yanında, bunu gazeteci diline sadakatle yapıyor.

        Bakın, diline dedim; ruhunu da bilemem!

        ***

        Selvi dün “Damat ezberleri bozuyor” diye yazdı.

        Heyecanlanıp “Hangi damat?.. Vay, damat yazmış” demeyin ama bu da heyecanlı bir damat.

        Bin Ladin’in, İran (ve ABD) tsunamilerinin Türkiye’de bir otel odasına taşıyıp yakalattığı damadı Süleyman M.

        Bilici, bu “nakliye”nin sebeplerini sorularla kurcalamış.

        Bu arada damadın Ankara’daki sorgusundan bir bölüm aktarıyor:

        - 11 Eylül’ü siz mi yaptınız?

        - Evet, El Kaide operasyonu.

        - Peki Amerika’nın haberi olmadı mı?

        - Amerika 11 Eylül’ü biliyordu.

        - Amerika’nın tavrı ne oldu?

        - Önümüzü açtı. Engel olmadı.

        ***

        Hangi ezber bozucu sorgucunun, neden böyle sorular sorduğunu bilmiyoruz.

        Belli ki 11 Eylül’den epey kıllanmış, kuşkulanmış sorgucu.

        Fakat o dönem bilim kurgu komplo teorileri yanında, yine “komplocu” görülen bir izah da buydu.

        O günler sıcağı sıcağına böyle (tonlarca değilse de) onlarca yazı yazdım.

        Başta ABD’de, merkez medyaların dert etmediği, gizlediği “açık” bilgiler vardı.

        Anlaşılıyordu ki, uçaklara binecek ekip izleniyordu; pilot eğitimi alışlarına kadar biliniyordu.

        Bir eylemin önü kesinlikle açıldı!

        Soru işareti, bu eylemin tam da böyle bir şeyin mi; dört uçakla, kulelere iki, Pentagon’a bir, bir de havada infilak eden hedefi tartışmalı bir saldırının mı bilinip bilinmediğiydi.

        Zaten ezber bozmuş bir kanaat ve kanaatim şuydu:

        Bir eylemin önü açılmış, boyutları ise tahayyül edilmemişti!

        Çünkü, Bush yönetimindeki İsrail kankası neo-muhafazakâr (bu sıfatı sevenler için ne acı bir içtihat) şahinlerin “bir saldırı sonrası terörle mücadele planı” çoktan hazırdı!

        Dünyayı değiştirmek; dominoda sırasıyla Afganistan, Irak, Suriye, İran taşlarını devirmek üzere.

        ***

        Bu hareketler, istihbarat servislerinin mıncıklayıp mancınıkla fırlattığı kimi “örgüt”ün çok renkli niteliğini de düşündürtür.

        Yıllarca CIA, Pakistan ve Suudi istihbaratı tarafından (kurulup manipüle edilmiş); sonra onların düşmanı olan yapılar!

        Bakalım, elle gelen düğün damadı, hangi düğümleri çözecek yahut körleştirecek!

        Bir de ön açmaya bak!

        Genelkurmay’ın “Özel Harp” alınganlığı takdire şayan da, gel bunu Savcı Doğan Öz’e anlat.

        Anlatamazsın! O anlatabilirdi; 12 Eylül öncesinde tam özel harp-kontrgerilla kurdunun kuyruğunu, tam darbe hazırlığının, bu zevatın halk düşmanlığı ile CIA-Gladio tetikçiliğinin burnunu yakalamışken öldür(t)üldü!

        Öylesine bakarsan, 11 Eylül gibi, 12 Eylül’de de tetikçiler var! Kavrarsan, “ön açanlar”, kan gölünde darbe planlayanlar var. Hepsi de asker değil!

        Bugün Malatya Zirve Katliamı ile Dink Suikastı da, tamamen aynı değilse bile, “Ön açma” açısından tam “milli mutabakat”!.

        Birbiriyle farklı, birbiriyle çatışan bir sürü sivil ve üniformalı unsuru niyette ve eylemde buluşturan birer “Önünü açma” organizasyonu.

        Yerde bunca kan varken, hakiki mağdurlarla hakiki “ön açıcılar”ı karıştırmamak lazım!

        Ne yargı ve önyargı aynı kaba koysun; ne hepsini bir görelim!

        Diğer Yazılar

        Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Detaylı bilgi almak için ‘Çerez Politikasını’ ve ‘Aydınlatma Metnini’ inceleyebilirsiniz.
        Bu çeviride Google Translete kullanılmıştır. Anlam ve çeviri hatalarından haberturk.com sorumlu değildir.