Güzel memleket oldu burası!
Neden dersen, en milliyetçilerin, en orducuların, en ulusalcıların, en cumhuriyetçilerin de “Hakikaten öyle” diyebileceği bir misalle anlatayım:
Onca zaman sonra, hepsine “darbeci” dedikten sonra, “En üstteki askerler”e komplo yapıldığını birden ortaya çıkaran, onları içeriden çıkarmaya başlayan, onların başına gelene sanki kendisi “darbe cezası” dememiş gibi “kumpas” teşhisi koyan bir hükümet var.
Muhtemelen artık “muhafazakâr-demokrat” bile değil.
Artık rejim muhafızı.
O yüzden, militerin halinden militer militer anlıyor!
Fakat misal bu kadar değil.
Aynı hükümet ve yönetimindeki devlet; “En üstteki askerler kumpastan yattı” derken…
“Alttaki askerler” Ankara’nın orta yerinde, devletin gözü önünde ölüm orucunda ölüme yatıyor.
Yani her şey, herkes yerli yerinde!
***
Neden “güzel memleket” dersen, anlatayım.
Ne tuhaf ki artık kanıksanıyor.
Dünyanın hiçbir memleketinde olmamış bir şey.
Elbette her yerde yolsuzluk, istismar, irtikap, rüşvet oldu oluyor, ama olmamış şu:
Bunlar neredeyse, gecikmeli-naklen yayınlanıyor.
Her gün yeni bir nane.
Artık tahayyül ötesi.
Japon olsan harakiri yaparsın, İtalyan olsan ne bileyim Tunus’a kaçarsın, Amerikan olsan “havuzgate” filan diye istifaya itilirsin.
Oysa buranın güzelliği şurada:
Ne Japon utancı, ne İtalyan firarı, ne Amerikan istifası.
Burada Çin işi Japon işi, bunu bilen her kişi, lakin fark etmiyor.
Şu ana kadar yargıda, kanunlarda, istihbaratta, iletişimde bir yığın düzenleme yapıldı ama hepsi “kabahatin duyulmaması”, “Allah’ın bildiği günahların kullardan saklanması” için.
Rüşveti, medyada gizli sahipliği, medya yalanlarını, arazi ve rant için irtikabı, sit alanlarının yağmasını, havuzlarda dolar-avro istiflenmesini, kayırmacılık vesaireyi önlemeye dönük bir adet yeni kanun var mı?
***
En iyisi, tutukluluk süresinin 10 yıla indirilmesi belki.
Bir haksızlığı önleyecek diye düşünüyorsun.
Nitekim işte “ıslak darbeci” denen paşa bile yararlandı ya.
Fakat bakıyorsun, “Zirve katliamı sanıkları” da, suçüstü yakalanmış olsalar da, 7 yıldır mahkum olmadıkları için hepsi elbette “masum” ya, tahliye edilmiş.
Ne iyi.
Bu durumda Zirve’den tek mahkum yine ben kaldım.
Katliamı yazdığım yazıyla ve Yargıtay’da bozulup durulan kararlarla, son anda daha önceki oylarını değiştirmiş üyelerle mahkum oldum. Bir süredir AİHM’de kuyruktayım.
Bu da bana düşmüş bir güzellik elbette.
Ki bu güzel memlekette yere düşen çocuklar, kendi kanına başını koyup uyuyanlar, hakikatleri yıllardır gizlenenler, tükenmiş sıvasız hane evlatları yanında, ne ki.
***
Elimizde “bir karış barış” mevcut.
Üzerine titreyelim.
Fakat işte kusursuz Uludere-Roboski, işte uzaktan kumandayla bir asker, işte Fethiye’de polisin gözü önünde HDP’ye linç, kundaklama.
İşte titreyişimiz!
***
Tekrar başa dönersek:
Böyle baş aşağı bir memleket işte.
Minareyi çalan kılıfını hazırlıyor.
Minare çalındı diye koşmak yasak.
Buna da iman, namus, ahlak, doğruluk, adalet deniyor.
Burada yazmıştım.
Bir astsubay birlik komutanının yolsuzluklarına ortak olmayı reddetti; baskıya, tehdide rağmen direndi. İntihar eşiğine bile geldi.
Ben burada yazınca, bir inceleme başladı. Astsubay başka birliğe tayin edildi.
Ve yolsuzluğu engellemek isteyen bir asker, “alttaki” diye, “üstteki üstünler”i didikledi diye, sonunda ordudan atıldı.
Kafasına kül tablası atılan, albay tarafından darp edilen, ondan küfür yiyen, generale şikayet edince kibarca tehdit edilip intihar eşiğine gelen, buradaki yazılar ve hukuk mücadelesi kararıyla ayakta durmaya çalışan başka bir astsubayın başına gelen de öyle:
Koskoca komutanlar onun başına geleni bırakıp başına geleni nasıl duyurduğunun hesabını soruyor.
Öyle işte: Ya intihara gitsin ya emekli olunca ölüm orucuna yatsın!
İşte cumhuriyetçi ordumuz bu… Demokrat hükümetimiz de öyle.
İsterseniz birinden birine yapışın!
Hakikaten ne güzel memleket böyle!
***
***
Dilerseniz bu güzelliğe adayarak; şekeri, sakızı sardığımız bir “Neye niyet neye kısmet” manisiyle bitireyim:
Kendi savcını kendin yap
Kendi ihaleni kendin kap
Kendi sözünden kendin sap
Kendi putuna kendin tap