2007'ye kadar durum farklıydı. Şimdi çok farklı
Değerli dostlar, 2007 yılının kasım ayına kadar “sıcak para eşliğinde” genleşen Türkiye’de durum son döneme göre çok farklıydı.
Türkiye sıcak para “algısı ve dinamiği içinde yok olma” ve 2000 yıllık ekonomik savaşı kaybetme yoluna girmişti.
Peki şimdi durum ne? Fark nereden kaynaklanıyor? Nedenini “çok iyi anlatmak” için o günlerde “savaşı kaybediyoruz” kaygısı içinde kaleme aldığım bazı yazılarımdan bana göre “çok çarpıcı” olan bazı bölümlerini sizlere aktarmak ve sonrasında “farka” değinmek istiyorum...
O günlerde “2000 yıllık savaşı” nasıl tarif etmiştim, bir göz atalım: “...İstanbul’un Roma İmparatorluğu’nun belli bir dönem iki başkentinden biri olmasından yola çıkarak; Roma (yazıda küresel güçleri temsil ediyor) ile İstanbul coğrafyası arasındaki iktidar savaşını, 2003 sonrası oluşan eldeki yeni bilgileri de ekleyerek, yeniden
sorgulamak istiyorum. Küresel güçler ile Türkiye arasındaki bugün yaşadığımız ‘iktidar’ savaşında, filmi geriye sarar ve bugün yaşadıklarımızı ‘her şey elden gidiyor’ algılamasına yol açan ‘süreç ve gelişimi’, ekonomik bakış açısından sorgularsak; neler görebiliriz? Roma (Avrupa) İstanbul (Anadolu) coğrafyası arasındaki iktidar mücadelesi MS 330’da başladı ve Osmanlı’nın gerekli ekonomik değişimi sağlayıp, Avrupa ile birlikte atağa kalkamadığı 1700’lü yılların başına kadar devam etti. 1700’lerin başından itibaren mücadele Roma tarafından kazanıldı ve İstanbul coğrafyası Avrupa tarafından ‘devşirilir’ hale geldi. Bugün yaşadığımız Avrupa Birliği süreci de hâlâ bu anlayışın maalesef bir parçası... 1900’lerden sonra bu devşirme sürecine, Avrupa’nın idealleri uğruna, Müslüman coğrafyasına tezleri ile hâkim olabileceği düşünülen İstanbul’un dönüştürülmesi ve özellikle Alman çıkarları uğruna kullanılması süreci eklendi.
Bu dönemde Almanya diğerlerinden ayrışarak Osmanlı üstünde kesin bir avantaj elde etti. Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Müslüman olduğu haberleri eşliğinde, Ortadoğu’ya hâkim olma yolunda, İstanbul coğrafyası bütün unsurları ile kullanıldı.
2. Dünya Savaşı’nda ve öncesinde de durum farklı değildi. Potansiyel bir Rus (komünizm) tehlikesine karşı dine dayalı sivil unsurlar ABD ve Almanya tarafından harekete geçirildi. Bu süreç, Almanya’nın Ortadoğu petrollerine dokunmadan Orta Asya petrol bölgelerine ulaşması şartıyla İngiltere ve Fransa tarafından da desteklendi. Savaş sonrası Türkiye’nin NATO’ya katılım sürecinde dahi Türkiye kurulacak bir Ortadoğu Komutanlığı mantığı ile yapıya zoraki alındı. 1980 sonrası da aynı mantığı gördük.
Ilımlı İslam devleti mantığı altında Ortadoğu ve Orta Asya’da hâkim olmak isteyen Roma’nın yine bu coğrafya üzerindeki oyunları sürece hâkimdi. Devletin resmi organlarında ‘Kemalist laiklikten Osmanlı sekülarizmine’ başlıklı raporlar yayınladı. Yeni bir sentez pompalandı. 1999 ekonomik krizi sonrası ve özellikle 2003 döneminden hemen sonra aynı mantığın yeniden ortama hâkim olduğunu gördük. Ortadoğu’ya ‘model’ ve ‘ağabey’ olacak bir Türkiye modeli.
Arap ülkelerine sevimli görünmesi gereken Türkiye’de, TBMM’den Amerika’ya izin veren tezkere geçmedi. Tezkerenin geçmeyişi Ortadoğu’da alkışlandı. 80 yıl sonra Arap krallar Türkiye’ye geldi ve Dolmabahçe Sarayı’nda kabul gördü. 2003 sonrası ortaya çıkan yukarıda tarif ettiğimiz yapı, dünya genelinde oluşan ekonomik yeni düzenin de etkisiyle dönüştürülmek istenen Türkiye’de aşırı liberalleşme ve devletin etki alanları dışına itilmesi gibi kavramların öne çıktığı bir dinamiği zorladı. Daha doğrusu ekonomik dönüşüm ve AB üyeliği gibi halen hayata geçmediği için ‘sanal’ diyebileceğimiz tezler ortaya atılarak Roma-İstanbul iktidar savaşında karşı taraf önemli bir avantaj sağladı. Roma-İstanbul çizgisindeki iktidar savaşını sorgularken Roma’yı sadece Avrupa olarak düşünmeyin. 300’lerden itibaren kavramsal olarak başlayan çatışmanın tarafları ve son olarak küreselleşen dünya düzeninde bütün unsurlar; bu bir devlet veya bugün için bir şirket de olabilir, ‘Roma’ kavramı altında toplanabilir. Bu noktada bize düşen; küreselleşme gerçeğini de kabul ederek ve hatta gerektiğinde kullanarak; ‘ekonomik, finansal, üretime dayanan’ bütün dinamiklerin elimizden çıktığı bir yapı içinde, çağlar sürmüş bu savaşı daha fazla götüremeyeceğimizi bir an önce kavramak ve durumu ‘o satıldı, bu satıldı’ algılamasından daha derin bir noktadan kavramaya çalışmak...”
Değerli dostlarım, 2003- 2007 arasında sıcak para, Türkiye’yi, “Derviş sistemi” ve küresel bolluk eşliğinde öyle bir “soydu ki” bölge gerçeklerinden yola çıkarak “2000 yıllık bu savaşta” bu sefer “işimiz bitti” diye düşündüm! Bugün samimi olarak söylüyorum; DURUM ÇOK FARKLI! Özellikle yeni dünya düzenine uygun yeni dış politikamız eşliğinde “BU SAVAŞI KAZANMA” ve Balkanlar’dan Hazar kıyılarına “etki alanımıza” alma yoluna girdik! Evet, bu savaşı artık kazanma yolundayız! Batan Avrupa ve tek tek çözülen sosyal-ekonomik yapısıyla, Ortadoğu ve Orta Asya’da darbe yiyen Amerika;
Türkiye’ye farklı bir yol açılmasına sebep oldular! Hayal kurmuyorum, gerçekçiyim; savaş uzun ve büyüktü ve lehimize döndü!
Ülke olarak bu şansı kullanalım!