Mikail ve Cemre
DEVLERİN aşkı gerçekten de büyük oluyor. İki gün önce bütün pencereler açık evde otururken şahit oldum onlara. Cemre bahçede geziniyordu. Hava içimizi ısıtmış; kuşlar, bitkiler cıvıl cıvıldı. Bir sessizlik hâkimdi benim içimde. Pencereden dışarıya uzun bir süre boyunca baktım. Mikail'in gelişine böyle tanık oldum. Cemre ile asla beraber olamayan, Cemre geldiğinde her zaman gitmek zorunda kalan Mikail... Onu yakaladığı yerde her şeyi bir anda vermek ister gibiydi.
SEVİŞMEYE BAŞLARLARSA YANDIK
Gök ve deniz lacivertli grili bir renk aldı. Bir şeylerin ters gittiği sezilebiliyordu. Ne olduğunu anlamadan o sert kavga koptu. Mikail Cemreye çok sinirlenmiş gibiydi. Aralarındaki kavga her yeri yerle bir etmeye başladı. Onlar aşkla yanıp tutuşurken dağıtmadıkları yer kalmadı. Bir ara balkondan uçuvereceğimi sandım. Siren sesleri yükselmeye başladığında bunun artık normal olmadığını biliyordum. Fakat içimde bir rahatlama oldu. İçimde ara sıra hissettiğim o fırtınanın doğa tarafından sahnelendiğini görür gibiydim. Çok âşık olmalıydılar birbirlerine. Yoksa böylesine büyük bir fırtına çıkar mıydı ki? Onlar birbirlerini paralarken bizleri de paralayacaklar diye korktum. Arkadaşlarıma "Sevişmeye başlarlarsa yandık" mesajı attım. Âşık bir erkeğin gazabı öldürücü olabiliyor. O Cemre'yi öldürürken kendini de öldürdüğünü biliyordu. Nasıl bir hışımla geldiyse aynı hışımla geri gitti. Ardından bakakalan Cemre, önce karardı sonra da gözyaşlarına hâkim olamadı. Mikail'i kovan Cemre idi çünkü.
AŞK İNSANI KÖLELEŞTİRİYOR
Aşkın böyle bir düzenbazlığı var. Düştüğü zaman, öyle serin ve sakin sulara düşmek istemiyor. İnsanı çileden çıkarmadan da gitmek istemiyor. Her ne kadar derli toplu biriysen o kadar daha fazla deliriyorsun. Aşkın kollarında yorgun düşüyorsun. Güçlü insanları daha da beter vuruyor. Çünkü elinde ne varsa alıp götürüyor. Köleleşiyorsun. Aynaya baktığında hiç tanımadığın birine dönüşüveriyorsun. Ellerin ve ayakların sanki eskisi kadar iyi tutmuyor. Birinin dünyasının içine düşüp kendini oraya hapsedebiliyorsun. Doğru kararlar almak mümkün olmuyor. Zehri bedeninden atana kadar kendine dur diyemiyor-sun. Dur diyebilirsen, bu sefer içeriden çürüyormuş hissine kapılıyorsun. Yoksunluk semptomlarını yaşamak, budala bir âşık olarak kalmaktan daha zor geliyor. Gururunu ayaklarının altında çiğnemene izin veren bu kişiye ayrıca nefret duyguları da beslemeye başlıyorsun. Fakat bu nefretler ufak anlara ait olarak kalıyor. O anları uzatıp da kalıcı şeylere dönüştürmüyorsun. Çünkü o kişi her aradığında yine o budala kimliğine yapışıveriyorsun.
ACIYACAĞINI BİLE BİLE...
Güçlü olmaktan bu kadar hoşlanıp da birinin zaafı olmayı temsil ediyor aşk. Her dokunuşta yok olmak, kahkahalar attığın bir günün ardından gözyaşlarının ineceği bir geceye dönüşmek gibi aşk. Kavuştukça ayrı kalan, ayrı kaldıkça alevlenen ve aslında iki kişinin bir türlü bir araya gelmemesine sebep olan bir fırtına o. İçinde büyük mutluluklar barındırdığı gibi, çok fazla hüzne de sebebiyet vererek gelip gidiyor hayatlarımızdan. İnsanın duyguları ne kadar geniş ve kuvvetliyse, o kadar da büyük hasarlara yol açıyor. Bu hasarı bilmemize rağmen, bizlere verdiği o kısacık ve geçici yaşam sevincine karşı sert durabilmek mümkün değil. Acıyacağını bile bile giriyorsun o fırtınanın en orta yerine. Yeri geldiğinde "Hadi yık beni" diyorsun. Yıkılmaktan hiç korkmuyorsun. İçindeki o boşluk hissi bir anda doluveriyor. Hayatın bütün önemlileri o kişiye dönüşüyor. Ve muhteşem bir fırtınanın içinde dans etmeye başlıyorsun. Yok oluyorsun. Sonra darmaduman... Bazen bir anlık ölüveriyorsun.
HER AŞK GİBİ KISA SÜRDÜ
Mikail ve Cemre'nin aşkı da böyleydi. Oturup seyretmesi bile nefes kesiciydi. Bir anda aşkın büyüsüne kapılıp ve etrafa verebileceği hasarı hesaba katmadan "Daha çok es" dediğimi bile hatırlıyorum. Her aşk gibi onlarınki de kısa sürdü. Kavuşabilecek olsalar, birbirlerine bu kadar büyük bir tutkuyla bağlanmazlardı. Arkalarında böyle bir hikâye bırakarak, onlar da ölü aşklar mezarlığında yerlerini almış oldular.