Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör Siyasetin üslubunda değişim vakti

        Siyasi tarihimizin alıcısı en bol görünen kavramı değişimdir. Görünen; çünkü değişimin uyandırdığı heyecanla, değişimin gerçekleşmesi arasında hep büyük mesafe vardır.

        Genelde 20-25 yıllık dönemler halinde, bazen daha kısa sürede Türkiye’de bir “değişim vakti” gelir. Bu beklenti ve arayış, mevcut siyasi gidişata ya da şartlara yönelik olumsuz bakışların artmasıyla ortaya çıkar. Doğru okuyanın kazandığı bir yarıştır en yalın ifadesiyle.

        Öte yandan ülkemizin değişim tarihi, gayrı meşru aktörler ve eylemlerle doludur. Mesela darbeleri yapan ve demokratik sistemi “geçici” olarak askıya alan zihin dünyasının talebi de değişimdir. Bugün belki de en çok sahip çıkmamız gereken, böyle bir anlayışın tarihin karanlık sayfalarında kalmasını sağlayan mücadeledir. Bu heveslerin önünün alınıp en azından zaptedilmesi, siyasetin itibarını yükseltmiştir.

        İşin belki de en iyi yanı, artık toplumsal değişim taleplerinin merkezinde siyasetin yer alması ve diğer demokrasi dışı aktörlere tenezzül edilmemesi. "Asker her şeye hakim, çözerse onlar çözer" diye genelkurmay brifinglerine koşanların çoğu hala hayatta.

        AK Parti’nin ilk iktidar dönemi itibarıyla seslendirilen “Seçimle geldiler, ama seçimle gitmezler” korosunun, pek de gizli olmayan biçimde “vesayet makamı”nda ses verdikleri malumdu. Zor dönemler yaşandı. Bu güçlerin tasfiyesinde rol alanların bir kısmı, bizatihi kendileri karanlık bir yapı olarak siyaseti tasfiye edip devleti ele geçirme çabasına girdiler. Ama sonuçta kazanan meşru siyaset oldu. Başka bir deyişiyle o siyasetin gerçek sahibi olan millet.

        Kuşkusuz şurada burada fırsat kollayan ve yeniden bunlara özlem duyanlar olabilir. Ancak Türkiye’nin 2002 yılından bu yana Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti hükümetleriyle ortaya koyduğu mücadele sonuç vermiş; siyaseti değişim taleplerinin ve sorunların çözümünün gerçek adresine dönüştürmüştür.

        BİRAZ MERAK VE ÇOKÇA ENDİŞE

        Bugün siyasi tarihimizde çok az tanık olduğumuz bazı hadiseleri yaşıyor ve nereye gideceğini biraz merak ve çokça da endişeyle izliyoruz. 31 Mart yerel seçimlerinin galibi olan CHP ve Özgür Özel, 2023 seçimlerini kazanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’la başlattığı müzakere sürecinde kararlı adımlar atıyor. Meseleyi diğer taraftan da ifade edersek, Cumhurbaşkanı da böyle bir zeminin Türkiye’ye kazandıracağını ortaya koyarak aynı kararlılıkla karşılık veriyor.

        Bu müzakere sürecine ve atılması muhtemel yeni adımlara, özellikle muhalefet tarafından gelen eleştiriler hayli ciddi boyutlara erişme potansiyeli taşıyor. Gerekçelerini daha önceki yazılarda genişçe tartıştık. Ancak özeti şu. Olup bitenin Erdoğan tarafından kurulan bir tuzak olduğu yönündeki vehim, muhalefet cephesinde farklı gerekçelerle sürekli yeniden üretiliyor.

        Oysa bu müzakere ve normalleşme meselesinin, taraflar açısından şöyle bir avantajı da var. Hem Erdoğan, hem de Özel kendi partilerini siyasi merkezde tahkim etme, düzenleme ve pek çok başlık altında yeniden tanımlama fırsatı buluyor. Böyle sakin bir inşa sürecinin, değişim yönünde iki taraf için de ciddi bir imkan ve zaman oluşturduğunu düşünüyorum. "Muhalefetin artık zamana ve müzakereye ihtiyacı yok" diyenler elbette bu düşüncede değiller.

        Hep söylemeye çalıştığım gibi bu durum, tarafların birbiriyle mücadelesini geri plana itmiyor. Görüş ve düşünceleri aynı potada erimiyor. Biri diğerini tuzağa düşürmüyor. Ancak ortaya çıkan yeni dilin ve yaklaşımların Türkiye’ye katkı sağlayacağına dair umutlar artıyor.

        ARAPÇA TABELA KONUSU

        Örnek mi, daha birkaç gün önce ortaya çıktı. Özgür Özel’in Habertürk ekranlarında söylediği şu sözleri hatırlatalım: “Birincisi, Arapça tabelayı sökerseniz diğer yabancı diller tartışması gelir. İki, Arapça, Kur’anı Kerim’in yazıldığı ve okunduğu dildir. Belediye başkanının Arapça yazıyı yırtması vatandaşın bilinçaltında bir yara oluşturabilir. Üçüncüsü, o tabelada ne yazdığına bakmak lazım. Bir insanın ana dilinde aldığı hizmeti kolaylaştırıyorsa bu bir haktır. Ama bunun bir düzenlenmesi lazım.”

        Bu sözlere gelen tepkileri aktarmayı gereksiz buluyorum. Ancak Özel, tepkilere rağmen söylediklerinin arkasında durdu. Kim ne derse desin, bu sözler 31 Mart gecesi itibarıyla ortaya çıkan yeni siyasetin kurucu dilinin ve pozitif üslubunun parçasıdır. Özgür Özel’in bu tavrı ve kurgusu, iktidarın diline bürünmek filan değil, muhatabını sorunun çözümüne zorlamaktır. Toplumsal hassasiyetleri dikkate alması da bir başka önemli yaklaşım elbette.

        Yeri gelmişken. Üslup ve yaklaşımlarda değişim elbette tek taraflı olmayacak. Kısa zamanda siyasetin dilinde yeni bir hava hakim olmaya başlayacak. Öyle olması da gerekiyor. Ama dediğim gibi tek taraflı değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere AK Parti tarafında da bu değişimin hızla ortaya çıktığına tanık olacağız.