Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Öne Çıkanlar Son dakika: Ünlü oyuncu Devrim Yakut: Bir uçak düşmüş ve içinden sadece ben sağ çıkmışım - Magazin Haberleri
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Devrim Yakut, ikinci kitabı 'Söz Uçar Hasar Kalır'ı yazarken hayatın kendisine kısa bir süre sonra hazırlayacağı tatsız sürprizden bihaberdi. Yazdıklarını yayınevine teslim ederken arka kapaktaki tanıtım cümlesini şöyle oluşturmuştu; "adı konmamış duyguların, kabuk tutmamış yaraların, unutulmamış aşkların, her şeye rağmen içinde iyileşme ümidini her daim tutan ruhların kitabı."

        Küsurat Yayınları'ndan çıkan, 10 öykünün yer aldığı 'Söz Uçar Hasar Kalır', Devrim Yakut için yazdığı ikinci kitap olmanın ötesinde anlamlar taşıyor. Birincisi; ikinci kitabının yayımlanması, yazarlığının kabulünün simgesi. İkincisi ise yazdığı öykülerin merkezinde yer alan "her şeye rağmen içinde iyileşme ümidini her daim tutma"yı önce kendisinin test etmek zorunda kalması.

        Devrim Yakut, 6 ay içinde önce eşi Alper Kut, kısa bir süre sonra ise kendisinin beyninde pıhtı atması sonucu zor günler geçirdi. 'Söz Uçar Hasar Kalır'ınbaskıya hazırlanma ve raflardaki yerini alma süreci Yakut için tam da olması gereken zamanda gerçekleşti. Üretimde bulunmanın verdiği mutluluk ve heyecan, iyileşme sürecinde moral desteği vererek Devrim Yakut'un her şeye rağmen iyileşme ümidini korumasında önemli rol oynadı. Devrim Yakut, böylelikle okuyucularına verdiği salığı önce kendi ruhunda test etti. Ünlü oyuncu, hayati riskle dolu günlerin ardından Habertürk'ün sorularını cevapladı.

        Yeni kitabınız ‘Söz Uçar Hasar Kalır’ hayırlı olsun. Kitapta neler anlatmak istediniz?

        Kitabın adının hikâyesini sanıyorum ilk kez size söyleyeceğim. Ben bu öykü kitabını bitirmek üzereyken hâlâ bir ismi yoktu. İsim önemlidir ya, ilk kitabımın ismi de birdenbire aklıma gelmişti. Aykut Cömert, bizim çok yakın ve çok sevdiğimiz bir arkadaşımızdı. Aykut iki gün üst üste rüyama girdi. Sabah uyandığımda Aykut'u gördüğümü biliyordum ama nasıl gördüğümü hatırlayamıyordum. Belli ki Aykut'u çok özlemiştim. Instagram hesabı da hâlâ açık duruyor. Birden çektiği videolardan birinin adının ‘Söz Uçar Hasar Kalır’ olduğunu fark ettim. Kendi kendime şöyle dedim; “İşte kitabın adı bu.” Aykut, bana kitabımın adını söyledi. Aykut'un ailesini tanıyan ortak arkadaşlarımızdan İrem Şentürk'ü aradım, “Bu isim benim öykülerime çok yakışan bir isim oldu, Aykut da rüyama girdi, sanıyorum bana bir işaret gönderdi, ben aileye nasıl ulaşırım ya da sen konuşup icazet alabilir misin?” diye sordum. Aile de sağ olsunlar sevgiyle kabul ettiler ve Aykut'un bir videosunun ismi kitabımın ismi oldu, kitabı da dolayısıyla Aykut'a ithaf etmiş oldum.

        REKLAM

        ‘Söz Uçar Hasar Kalır’ ne demek? Buradaki hasar nedir?

        Benim bildiğim iki türlü konuşmak vardır. Birisi, çok imbikten geçirilmiş ve özenli. Aslında hayatımızda nasıl ilerliyorsak konuşurken de zannediyorum öyle ilerliyoruz. Ama şimdi dünya öyle hoyrat bir yer haline geldi ki ikili ilişkilerimizde, dostluklarımızda, arkadaşlıklarımızda, iş arkadaşlıklarımızda birbirimizi eleştirirken, özellikle sosyal medyada sözlerimiz çok hasarlı bir hale dönüştü. Ben bundan çok rahatsızım. Buna çok hüzünleniyorum ve bunun bizi çok yaraladığını, üstelik uzun vadeli zarar ve hasarlar bıraktığını düşünüyorum. O yüzden biraz mesleğimin de getirisi olarak sözümüzü söylerken, birinden bir şey rica ederken hatta biriyle kavga ederken bile özenli olmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü siz de bilirsiniz bizim kuşağımız biraz öyle bir kuşaktır. Biz mahallenin kabadayısının da özenle konuştuğu, memleketi yönetenlerin, iktidarla muhalefetin de birbiriyle çok özenli kavga ettiği dönemleri gördük. Dolayısıyla ‘hasarsız konuşmak’ beni çok ilgilendiren bir cümle oldu.

        ‘Aklımın Aynalı Çarşısı’ndan sonra ikinci kitabınız. Kitap yazmak size neler hissettiriyor? Yazarken ve yayımlandıktan sonra nasıl hissediyorsunuz?

        Yazarken çok özgür hissediyorum. Yazmak bana kendimi çok iyi hissettiren bir alan. Sanki bir sondaj makinesi var da ruhumda sonsuz kere derinliğe iniyormuş gibi... Ne kadar derine inerse o kadar çok şey çıkacakmış gibi bir his.

        Kendinizde yeni keşiflerde de bulunuyorsunuzdur.

        Evet, bu tamamen benimle ilgili bir yolculuk. Yazmak böyle bir şey. Kendinizle ilgili bir yolculuğa çıktığınızda başkalarını tanıma ihtiyacı, başkalarıyla paylaşma ihtiyacı duyuyorsunuz. O sondajdan çıkan ürünleri belki de en ham haliyle karşı tarafa sunma cesareti gösteriyorsunuz. Bir de hiç dilimden düşürmediğim bir şey bana çok şifa oldu; “daha sakin olan ve daha anlayan insan, kendiyle karşılaştığında karşı tarafı daha iyi anlıyor.” Benim yolculuğum böyle. Kendimle ne kadar çok karşılaşırsam, kendimi karşı tarafın bütün problemlerini, bütün arızalarını daha iyi anlar hale gelirken buluyorum.

        REKLAM

        Yazmak, kişi için bir ayna görevi görüyor değil mi?

        Evet, kendi kendinize bir ayna tutuyorsunuz. Karşı tarafa da bir ayna tutuyorsunuz ya da karşı taraf size bir ayna tutuyor. Müthiş bir iş birliği… Ben okurken de öyle hissederim. Hayatta hiç tanımadığım, belki de hiç tanıma ihtimalim olmayan biriyle bir fikirdaşlık yapmayı, bir sırrı paylaşmayı, onun ruhunun içine, ruhunun koridorlarına girmek gibi hissederim. Buna izin verdiği için yaparım tabii ki dolayısıyla şimdi de buna izin veren ben oluyorum, bu bana gizli bir iş birliği gibi geliyor ve çok hoşuma gidiyor.

        İnsanın yazdıkça yazası gelir. Mutlaka sizde de öyledir. Üçüncü kitabı yazmaya başladınız mı?

        Başlamadım ama ne yazacağımı biliyorum. Galiba bir novella yazacağım. Buna cesaret edeceğim. Korktuğum için roman diyemiyorum, novella diye başlayacağım belki sonra romana gider. Bilmiyorum ama ana hatlarıyla öyküsü belli. Ne yazacağımı biliyorum, sadece başına oturmadım. Yazacaklarımla flört ediyorum, o süreyi uzatıyorum ve bu duyguyu da çok sevdim. ‘Söz Uçar Hasar Kalır’ı ilk kitap biter bitmez yazmaya başlamıştım. Bu biteli birkaç ay oldu ama diğer kitaba henüz başlamadım ve bu aradaki flörtleşme halini de çok sevdim, bunu da ifade etmeliyim.

        Roman yazmaktan neden korkuyorsunuz?

        İlk kitabımı yazdığımı öğrendikten sonra bir yazar arkadaşım bana “Öykü kiracıdır, roman ev sahibidir” dedi. Bu aslında tartışmaya çok açık bir şey. Sonra ben ikinci öykü kitabımı yazarken ortalarda bir yerde “Acaba bu doğru olmayabilir mi?” diye düşündüm. Çünkü öykü yazmak aslında zor. Çünkü bir şeyi kısa anlatmak zordur. Örneğin; dünyadaki önemli sinema yönetmenleri kendilerini sınayabilmek için belli aralıklarla kısa filmler çeker. Bunu kendimi övmek ya da öyküyü kutsamak için söylemiyorum ama bu bende bir hasar bırakmış o yüzden roman yazma fikrinden çok korkuyorum, boyumu aşan bir şeymiş gibi geliyor.

        Bence öyle değil, sizin için onun da zamanı gelecektir.

        Muhakkak… Zamanı gelip gelmediğini başına oturunca anlayacağım. Eğer zamanı değilse yazmayacağım zaten, bekleteceğim. Çünkü ne yazacağımı biliyorum, yine öykülerden devam edebilirim. Şuradan anlatayım; ben senaryo yazmaktan da çok korkuyordum, kafamda bir sürü hikâye vardı. Birkaç ay önce bir tanesini sabahın 6'sında uyanıp bir sinopsis haline getirdim. Şimdi bir senarist arkadaşım onu senaryo haline getirecek. Yazmakla ilgili buna da çok heyecanlanıyorum, senaryo yazamayacağımı da düşünüyorum ondan da korkuyorum ama galiba onu da yapacağım.

        Başlangıçta belki öyle bir endişe vardır ama işin içine girdikten sonra 35 yıllık deneyiminizle yazarsınız diye düşünüyorum.

        Evet, onun başka bir tekniği var tabii. O tekniği bilen birinden öğrenmek, bilenlere göstermek gerekiyor. Ne yaptığını görmek için profesyonel senarist arkadaşımla biraz yan yana olacağım, benim hikâyemi yazdığı için de öyle bir şansım olacak. Ama öğreneceğim, bunu öğrenmeyi çok istiyorum çünkü yazılacak çok hikâye var, senaryo yazabilecek olmak beni çok heyecanlandırıyor, bakalım…

        Senaryonuz yaşanmış bir hikâye mi yoksa kurgusal mı?

        Kurgu.

        Mesleğinizde 35 yıllık deneyime sahipsiniz. Neler hissediyorsunuz?

        Hiçbir şey bilmediğimi hissediyorum Mehmet Bey.

        En önemli kazancınız nedir?

        35 yıl çok önemli bir tecrübe ve kazanç, servetler ödeseniz alamayacağınız müthiş bir kazanım. Hep söylüyorum; asla 20’li yaşlarıma dönmek istemem. Sabahları yürüyüş yaparken podcast dinliyorum, bana çok iyi geliyor. Buradan da ayrıca söylemek isterim, Nilay Örnek’e bize böyle bir hediye verdiği için çok teşekkür ediyorum, kendisiyle tanışmadım, inşallah tanışma fırsatım olur. Bir tür okul gibi bir tür sıkıştırılmış eğitim programı gibi belki de asla karşılaşma ihtimali olmayan insanların ‘nasıl olunur?’ üzerine yolculuklarını dinliyorum. Bugün dinlediğim Beliz Güçbilmez, yazarlık atölyesi üzerine söyleşmiş. Beliz öyle bir cümle kurmuş ki... “Allah'ım iyi ki 54 yaşındayım. 54 yaşında olmasam bu cümleyi bu lezzette anlayamazdım” dedim. Hani böyle çok lezzetli bir şey yersiniz de mutlu olursunuz, ruhunuz doyar, bir dolgunluk ve mutlulukla eve dönersiniz ya. Tecrübe ve ona eklenen bunca yıl bende, “ne güzel, anlayabilir hale geldim” diyebilmeme yol açıyor. Bunu büyük bir heyecanla 60’lı yaşlarımdaki o tecrübeyle de bekliyorum. Acaba orada nasıl hissedeceğim? İster kendi yaşıtınız olsun ister gençler olsun, anlamayanlara, hâlâ değişime direnenlere çok kızdığınız yerler de oluyor ama ben kendi adıma bu yaşları ve bu tecrübeyi çok seviyorum.

        Mesleğiniz adına edindiğiniz en önemli öğreti ne oldu?

        Benim mesleğim; eğer buna niyet ediyorsanız size sizi öğreten, sizin kilitli kapılarınızı açmaya çok uygun bir meslek. İnsan dediğiniz kapalı bir kutu. Matruşkalar gibi… Örneğin; matruşka 7 taneden oluşuyorsa, insana 1017 deyin. İnsan ruhunu ben ona benzetiyorum. Eğer siz niyetliyseniz, oyunculuk, kaç taneden oluşuyorsanız hepsinin kilidini açmaya izin veren bir meslek. Çok cesur olmak gerekiyor tabii. Kendinize çok objektif, acımasız, zaman zaman prizma tutacak kadar acımasız olmanız gerekiyor. Ben biraz mesleki yolculuğumu buradan korumaya gayret eden bir oyuncuyum, yani ben ne kadarım? Bu yazma meselesi de onun sonucudur. Ben yazan biriydim ama yazabildiğimi bilmiyordum daha doğrusu kurgusal bir şeyler yapabileceğimi bilmiyordum. Ben resim de yapabiliyorum, resme de yeteneğim var, bundan sonraki hayatımda kenarlara köşelere çekildikten sonra boyalarla oynamak gibi bir hayalim de var. Belki de hiç bilmediğim başka bir yeteneğim daha vardır.

        Devrim Yakut, 2017 yapımı 'Aile Arasında'da 'Mükerrem'i canlandırdı.
        Devrim Yakut, 2017 yapımı 'Aile Arasında'da 'Mükerrem'i canlandırdı.

        Neden kenarlara - köşelere çekilmekten bahsediyorsunuz?

        Daha fazla yaş aldığımda, belki bu şehir beni iyice yorduğunda, daha az çalışıp kendime daha çok vakit ayırmak gibi bir hayalim var.

        Bence sizin bu hayaliniz, hayal olarak kalacak. Siz sonuna kadar çalışırsınız.

        Ben de öyle istiyorum elbette ama o bir seçim. O kadar yüksek bir tempoda çalışmayıp kendime zaman ayırmak, daha çok okumak istiyorum. Okumak için yığdığım kitaplar var. Doğal olarak bu tempoda onlara o kadar da zaman ayıramıyorum. Çünkü benim için okumak bir ibadet, kutsal yolculuğa, fantastik yolculuklara çıkmak gibi. Bu tempoda çalışırken oralardan eksik kalmaktan çok mutsuz oluyorum. Ya da boyaları keşfetmek, bir tuvalin başına geçip günlerce resim yapmak istiyorum. Ressam olmayacağım mutlaka ama kendimi görmek istiyorum. O da o kilitli bir başka kapıyı açma isteği. Ben kendime de hayata da çok meraklıyım.

        Devrim Yakut, 'Ekşi Elmalar'da 'Ayda'yı canlandırdı.
        Devrim Yakut, 'Ekşi Elmalar'da 'Ayda'yı canlandırdı.

        Sizin çalışma arzunuzun birçok genç meslektaşınıza ilham verdiğini biliyorum.

        Veriyorsa ne mutlu. Çünkü ben biraz öyle yaşayan biriyim. Hep anlatan biriyim. Mesela; şimdi bir rahatsızlık geldi başıma ve uzun yıllardır içtiğim sigarayı anında bıraktım. Beraberinde kız kardeşim de bıraktı. Beraberinde hangi arkadaşımla konuşsam bana “Sen bıraktıysan biz de bırakırız” diyor. Çünkü ben çok severek içiyordum. Tabii ki ben şu; “içmeyin” diyen sıkıcı tiplerden olmayacağım, herkesin yolculuğu kendine. Ben bunu yıllar sonra bir rahatsızlık sonucu bir anda kestim. Her konuda ilham vermek üzere yola çıkmıyorsunuz ama yaptığınızdan biri ilham alırsa çok güzel yerine oturuyor ve kendinizi çok iyi hissediyorsunuz, yani ben onlardan biriyim.

        Devrim Yakut, 2020 yapımı 'Baba Parası'nda 'Yakut'u canlandırdı.
        Devrim Yakut, 2020 yapımı 'Baba Parası'nda 'Yakut'u canlandırdı.

        Beyninizde atan pıhtı nedeniyle geçirdiğiniz ciddi rahatsızlıkta son durum nedir?

        Eşimle çok enteresan bir süreç yaşadık. 6 ay önce eşimin beynindeki konuşma merkezinde bir pıhtı attı. Bunun sonucunda eşim konuşmayı ve yazmayı unuttu. Sonra tekrar hatırladı. Eşim tam iyileştikten sonra yani bundan tam bir ay önce sağ ayak parmaklarım, el parmaklarım ve yanağımda bir uyuşma oldu. Geçmeyince eşim Alper’den tecrübeli olduğum için apar topar doktora gittim. Meğer benim de beynimde çok tehlikeli bir yerde pıhtı atmış. Doktorumun söylediğine göre bir uçak düşmüş ve içinden sadece ben sağ çıkmışım. Dolayısıyla eşimle 6 ay arayla enteresan bir şekilde aynı şeyi yaşadık, kefeni yırttık. Ben öyle diyorum. Neden olduğuna dair hiçbir bilimsel veri yok, doktorlar çok araştırdı; kalbim temiz, beyin damarlarım temiz, boyun damarlarım temiz. Ben bunun kendi adıma sigarayı bırakmam için bir işaret olduğunu düşünüyorum. Büyük bir ihtimalle yaşam şeklimizi değiştireceğiz. Zaten iyi yaşamaya gayret ederdik ama daha sakin, daha sağlıklı, daha ayarlı yaşayacağız. Şimdi buradan da birtakım öyküler çıkacak herhalde, bilmiyorum.

        Devrim Yakut - Alper Kut
        Devrim Yakut - Alper Kut

        Kısmi felç mi geçirdiniz?

        Aslında tıptaki karşılığı o fakat görünürde hiçbir şey olmadı. Ne var ki o uyuşukluk hâlâ devam ediyor. Bir aydır uyuşukluk hissim hiç geçmedi, güç kaybım yok ama kalem tutmakta biraz zorluk çekiyorum. Doktorlar iyileşmesinin 6 ay sürebileceğini söylüyor, kontrollerimiz devam edecek. Bu durum pandemi döneminde çok görülen bir rahatsızlıkmış. Koranavirüse yakalananlarda sıkça görülüyormuş. Ben ve eşim geçirmedik ama doktorlarımız geçirdiğimizi iddia ediyor.

        Bazı insanlar koronavirüse yakalansa bile farkında olmuyormuş. Belki siz de onlardan biriydiniz.

        İlk günlerden beri setlerdeyim, çok sık test olduk. Bu nedenle mutlaka farkına varılırdı ama bilemiyorum. Dolayısıyla bu alçak virüs vücutlarımızda bir şeyler yaptı. Ben böyle durumlarda şöyle düşünürüm; bu rahatsızlık bana neyin uyarısı olarak geldi? Sanki bir ses omzuma tatlı tatlı dokunup “Devrimciğim sigarayı bırakman lazım” dedi.

        Yaşantınızla ve düşüncelerinizle ilgili radikal değişimler söz konusu oldu mu?

        Bu rahatsızlık, sanıyorum her önemli rahatsızlık gibi, 'hatırlamalara' neden oldu. Bildiğimiz ama unutmaya yatkın olduğumuz şeyleri… Sağlığın önemi gibi, hayatın ne denli güzel ve yaşanılası bir yer olduğu gibi… Aldığımız her sağlıklı nefes ne kadar kıymetli aslında. Ve vücudumuz ne mucizevi bir makina. Bu rahatsızlık, hayatımdan sigarayı çıkardı. Benim için en büyük kazanım bu. Daha ne olsun? Bu başarım için her gün kendimi kutluyorum. Dilerim bırakmak isteyen herkes, mecbur kalmadan bırakabilir…

        Eşiniz şu anda iyi mi?

        Evet, gayet iyi. Çok az bir şey kaldı. Bu yazın sonunda hiçbir şeyi kalmayacak. Eşim çok iyi bir hasta, hiç depresyona girmedi, hiç söylenmedi, "bu benim başıma neden geldi?" demedi. Haftada iki gün evimize konuşma terapisti geldi, ben çok gayret ettim, o çok gayret etti. Derken geçirdik, bitti, Allah başka şeyler vermesin inşallah.

        Kariyer anlamında bundan sonraki dönem için ne düşünüyorsunuz?

        Bilmiyorum ki bizim ülkemizde kariyer planlaması düşünerek olmuyor. Hayallerimi soruyorsanız, çok iyi bir filmde oynamak istiyorum. Kadın karakter çok az yazılıyor, çok zor yazılıyor. Beni zorlayacak bir kadın karakter hayal ediyorum. Sadece kadın karakter değil, çok iyi bir senaryonun içindeki bir kadın karakter. Yanlış anlaşılmasın.

        Karakterin sizi neden ille de çok zorlamasını istiyorsunuz?

        Çünkü bu saate kadar hiç öyle bir şeyle karşılaşmadım. Bu saate kadar oynadığım bütün karakterleri toplasanız aslında karakter oynadığım bile söylenemez.

        Neden böyle düşünüyorsunuz. Rol aldığınız filmlerde etkileyici performanslar sergilediniz.

        Evet, bunu ben şöyle tarif ediyorum; yazılışları itibariyle, taşıdıkları nota itibariyle oynadığım karakterleri hep sırtlanmak zorunda kaldım. Ben genel olarak karakterleri sırtlayan oyunculardan biri oldum. Mümkünse artık ben rolün sırtına binmek istiyorum. Bu dünyadan göçüp gitmeden, her şeyiyle hazırlanmış, dört başı mamur, bana “bu da niye böyle ki ya da neden böyle söylüyor ki” dedirtmeyecek kalibrede bir rolü yorumlamak istiyorum. Dolayısıyla öyle bir zorlu katmanlı olsun, derinliği olsun. Psikolojik derinlikleri olsun, birilerinin kapısına gideyim ve o rolün psikolojisini sorayım istiyorum. Bizde her şey böyle kara düzen ve çok hızlı oluyor. Bir film teklifi geldiğinde sete çıkılmasına iki hafta kalmış oluyor. Siz bırakın karakteri, saçı bile doğru düzgün oturtamıyorsunuz. Mesela bir sürü filmimde benim peruğum yamuktur, kısa saç kullanan bir oyuncu olduğum için genelde peruk kullanıyorum ama onların provasını yapacak vaktimiz bile olmuyor. Bu durum, sistemin genel sorunu. Öyle bir hayalim var, uzun uzun çalıştığımız, uzun uzun konuştuğumuz, uzun uzun içselleştirdiğim bir karakteri oynamayı gerçekten çok istiyorum.

        Projeler neden erken gelemiyor?

        Gelemez çünkü bu kültürel kodumuzda yok. İnşaatı da öyle yapıyoruz, altyapımız da öyle kentleşmemiz de öyle. Mesela; iki ortak olarak şirket kuracaklar danışmanlık almayı hiç düşünmüyorlar. Bir şirketi kurma aşamasından şirketi dağıtma aşamasına kadar profesyonel danışmanlık veren şirketler var ve bundan kimse haberdar değil. Kimse profesyonel yardım almak istemiyor dolayısıyla her şey plansız oluyor. Maalesef herkes her şeyi çok iyi biliyor. Dolayısıyla bu genlerimize işleyen kültürel bir koda dönüşmüş, “yaparız, hallederiz kervan yolunda” diyoruz. İnşaatlarımız da öyle altyapımız da öyle, önce inşaatı bitirip sonra altyapısını yapmak üzere asfaltını yeni döktüğümüz yolu tekrar kazıyoruz ve tekrar o asfalta yama yapıyoruz. Ne kadar doğru bilmiyorum ama Almanlar “Türklere asfaltı biz öğrettik ama yamayı onlardan öğrendik” diyorlarmış. Bence bu bizi çok iyi özetleyen bir söz. Ya da “1453’te İstanbul’u aldınız ama bir türlü yerleşemediniz” sözü de bizi çok güzel anlatıyor. Bir ülkeyi çok güzel tarif ediyor, nasıl kentleştiği, bir kentin planı, o kentte yaşama kültürünün nasıl oluştuğu, nasıl bir arada olabiliriz halleri, bunların hepsi bizde çok değişken. Göçerlikten yerleşik düzene çok geçemediğimiz kanaatindeyim. Bunun da bize kazandırdığı çok güzel melekeler var ama bu tür planlanması gereken işlerde plansızlık örneğin mimari, kentleşme ve bir film çekmeye kadar gelebiliyor, “biz hallederiz ya” aşamasına geliyoruz. Yapmadık mı? Yaptık, onun da tatlı tarafları var mı? Var ama film çekmek bana planlama anlamında bir mühendislik, bir mimarlık bilgisi gerektiriyor gibi geliyor. Çünkü sonsuza kadar kalacak, o bir kere oluyor. Bu kadar aceleye gelmesinin nedenlerini de biliyoruz tabii o sırada yapımcı kiminle çalışacağını bilmiyor, ülkede sürekli ekonomik dengeler değişiyor, önden yatırım yapsa ülkede her şey borsa gibi fikirler, politika, siyasi arena her şey değişiyor doğal olarak da kimse uzun vadeli yatırım yapamıyor.

        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ