Evrim Kuran'ın yeni kitabı: Ayrımcılık sempati değil, empatiyle çözülür
Akademisyen ve yazar Evrim Kuran'ın yeni kitabı "Başarılı bir kadın olduğum için özür dilemiyorum"un hikayesini Habertürk'ten Didem Arvas'a anlattı. Kuran, "Ayağa kalkıp karşılaştığınız ayrımcılığa itiraz edin. Çünkü ancak toplumsal değişim böyle mümkün olabilir." dedi
Kadınlara alan açmakta zorlanan iş dünyasında kendi kulvarında aranan bir isim olmayı başaran Evrim Kuran bu dünyanın “gizli tuzağı” dediği görünmez ayrımcılıkları ve nedenlerini Habertürk editörü Didem Arvas’a anlattı.
200’den fazla ulusal ve global markanın işveren markası danışmanlığını yapan önemli bir danışmanlık şirketinin başındaki isim olan Evrim Kuran en az buradaki rolü kadar başarılı olduğu akademisyen-yazar şapkasını giydi ve geçtiğimiz aylarda kişisel deneyiminden geniş toplumsal tespitlere uzanan bir araştırma kitabı çıkardı: “Başarılı Bir Kadın Olduğum İçin Özür Diliyorum”.
Ona bu kitabı yazdıran temel motivasyonun danışmanlıkta elde ettiği başarılı kariyerine rağmen hissettiği nedensiz yetersizlik hissi (impostor) olduğunu itiraf eden yazar Kuran, bu kitabı öncelikle kendisine ithaf ettiğini söyledi.
Hakkaniyet ve kapsayıcılık üzerine Harward Bussiness School’daki eğitiminin ardından toplumumuzdaki eşitsizlikler üzerine eğilmeyi seçen Kuran, kitabında ülkemizdeki çalışanların “başarı algısını” ölçen sosyolojik bir araştırmaya imza atıyor ve günümüz kariyer dünyasındaki görünmez ayrımcılıkları ve bunların başımıza neden geldiğini nokta atışı açıklıyor.
Araştırmanın bulguları en başta yazarın kendisinde teşhis ettiği yetersizlik hissiyatının (impostor) kadın katılımcıların %70’i tarafından paylaşıldığını gösteriyor. Impostor olgusunun en önemli tetikleyicisi ise iş ortamındaki açık ya da üstü örtülü baskı ve ayrımcılıklar olarak öne çıkıyor.
- İzninizle en çok merak ettiğim sorudan başlamak istiyorum. Kitabınızın adı olan Başarılı Bir Kadın Olduğum İçin Özür Dilerim: Bir İmposter Kitabı oldukça çarpıcı ve düşündürücü. Bu başlığı seçmenizin arkasındaki hikaye nedir?
Oyuncaklı bir başlık. Enteresandır ki, kadınlar başlıkla ilk karşılaştıklarında hınzır hınzır gülüyorlar. Erkekler biraz duruyor, niye özür diliyor ki şimdi bu kadın gibi. İmpostor denen olgu kanıtlanmış başarıları olan insanların hep tedirgin olması ve sanki oraya şans eseri geldiğini sanması, hep foyası ortaya çıkacakmış gibi düşünmesi ve bunun için de sıklıkla kendini bastırması ve hatta o başarısından dolayı içten içe özür dilemesi ile ilgili bir olgu. O yüzden de bu olguya ben halk arasında “başarılı bir kadın olduğum için özür dilerim, yok nolur sizi rahatsız etmek istemiyorum” tadında bir olgu olarak bakıyorum. Bunun için bu uzun cümleyi kitabın adı olarak koyduk. Çarpıcı bir başlık oldu gerçekten, ama belki de özür dilemiyorumdur.
-İşyerinde rastladığımız en sıradan ayrımcılık çeşidi nedir?
Şahane bir soru, çünkü benim bu kitabı yazmak için yola çıkarkenki perspektifim ayrımcılıklarla başa çıkan bir kadın olmam. Çünkü kapsayıcı ve hakkaniyetli bir toplum hayalim var bu ülkede ve dünyanın her yerinde. En çok zaman geçridiğimiz işyerinde bunlar elbette daha çok karşımıza çıkıyor. Ayrımcılıktan ayrımcılık beğenebilirsin Türkiye’de. Ama Türkiye’de iş yaşantısında görünür en belirgin ayrımcılık kadın-erkek ayrımcılığı, özellikle belli sektörlerde, daha erkek egemen sektörlerde. Fakat görünmez ayrımcılıklar da var. Bir sağlamcılık meselemiz var bizim, bir başka deyişle engelli ayrımcılığı. Dolayısıyla aslında yasaların koyduğu normlara uyarak belli sayıda engelli istihdamı yapıldığını çünkü yapılmak zorunda olduğunu biliyoruz. Ama engelli portföyü o kadar geniş ki acaba bu engellilere ne kadar yer açıyoruz, ne kadar dahil ediyoruz şirketlerimize, nerelere kadar yükseltiyoruz bu başka bir konu. Öte yandan benim 20 yıldır ısrarla üzerine mücadele ettiğim yaş ayrımcılığı var. Yani gençsen daha dünkü çocuksun, yaşlıysan bir ayağın toprakta diyerek hem genci sistemin içine sokmakta direnmek hem de yaşlıyı kolayca sistemin dışına atmaya çalışmak. Her yaşta insanın yetkinliklerini kullanmak gerektiğini düşünüyorum şirketlerde.
-Kırılgan gruplarla ilgili (yaşlı-genç, kadın, mülteci) ayrımcılıkta Türkiye’de ne durumdayız?
Bir kere biz toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda karnemiz iyi değil. Yani biz dünyadaki bütün ölçeklerde dünyada oldukça gerilerdeyiz. Kadın ve erkeğin iş yaşantısındaki rolü ya da kamudaki görevlerdeki rolü, TBMM’deki kadın milletvekili sayısı, kadın muhtar sayısı, kadın yerel yönetici sayısı, kadın üst yönetici sayısı şirketlerde bunlara baktığında durumumuz çok da iç açıcı değil. Ayrıca kişi bu özelliklerden birkaç tanesini barındırıyorsa daha da dezavantajlı oluyor. Bak şöyle düşün, genç birisin, aynı zamanda Türkiye’nin daha dezavantajlı bir bölgesinden gelmişsin ve belki aynı zamanda bekar bir annesin. Yani bütün bu ayrımcılıklar katman katman geliyor. O yüzden biraz empatik ilgi gösterdiğimiz yani karşımızdakine sempati duymadığımız onun kısıtlamalarını gidermeye, onun engellerini kaldırmaya yönelik samimi çabalar içinde olduğumuz bir topluma ihtiyacımız var bence. Biz kadim Anadolu bilgeliğinden gelen o mirası taşıyan, komşusu açken tok yatan bizden değildir diyen bir toplum olarak sınıflarda bile örneğin bir otizmli çocukla kendimizin tırnak içinde sağlam çocuğumuzun aynı sınıflarda eğitim görmesini istemiyoruz. Ya da göçmenlere bakış açımız da oldukça, yıkıcı yaklaşımlar da var. Dolayısıyla bunları tekrar gözden geçirmek lazım.
- Görünmez ayrımcılıklardan söz ettiniz. Örneğin, bir yöneticinin kendisiyle eşit pozisyondaki meslektaşına göre daha fazla sorumluluk kalması bir mobbing çeşidi midir?
Evet, bu da psikolojik baskı ve şiddetin çok önemli bir boyutu. Bir mobbing çeşitidir tabii ki, burada yönetsel bir zaafiyet olduğunu söyleyebiliriz. Aynı pozisyonda benzer görev tanımlarına sahip iki insan, meslaktaş, akran diyelim onlara, bir tanesinin bu kadar iş yükü yokken diğerine bütün bu işlerin kalması, hele de cinsiyetler de farklıysa bir mobbing olduğu söylenebilir. İşyerinde hakkaniyetin sağlanması liderin en büyük sorumluluğu. Dolayısıyla bence bu da görünmez ayrımcılıklardan biri. Bir de şöyle bir soru devreye giriyor. Haksızlığa uğrayan bu ikinci kişinin derdini dile getirebileceği bir mekanizma var mı? Çünkü problemler her zaman olacak ama problemler oradayken sistemik bariyerleri ortadan kaldırmazsan burada işte bir kapana sıkışıyoruz. Ama bu hakkaniyet meselesi yaşayan kişinin müracaat edeceği nokta neresi? Temel soru bu. Özellikle kadınlar bu tarz uğradıkları mikro saldırganlıkları rapor etmekte bir merciiye bildirmekte geri duruyorlar. Sadece cinsel taciz değil, mikro saldırganlıklarda ve faşizan uygulamalarda da ben bunu nereye bildireceğimi bilmiyorum diyen veya bilsem de çekiniyorum diyen çok fazla sayıda kadın var. Mesela bu bir sistemik bariyer, bu bariyeri çözmeden 8 Mart’larda çalışanlarımıza çiçek dağıtarak kadın hakları savunucusu olamayız.
- Kadınların iş dünyasında impostor sendromu yaşama olasılığı erkeklere oranla daha fazla mı?
Aslında biliyor musunuz burada bir tavuk yumurta ilişkisi var. Tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan, enteresan bir yaklaşım var gördüğümüz örtülü veya açık baskılar mikro saldırganlıklar ve impostor arasında. Eğer sen bir örüntü olarak sürekli bu mikro saldırganlıklara maruz kalıyorsan senin derinlerde impostor geliştirmemen mümkün değil zaten. Dolayısıyla impostor aslında şu. “Tamam ben bu şirkette müdür oldum, bu kurumda lider oldum, ispatlanabilir başarılarım var benim ama buna rağmen aslında ben yetersizim.” Çünkü yıllardır ebeveynden başlayarak, belki okuldan devam ederek, sonra iş ortamında devamı gelerek o kadar yoğun baskılar psikolojik şiddet görüyorum ki kendimi yetersiz hissediyorum. Ve bunu insanlara çaktırmamak için bununla mücadele edebilmek için her zamankinden daha çok çalışıyorum, özellikle erkeklerden daha çok çalışıyorum ki benim tamamen kendi yetkinliklerimle buraya geldiğim anlaşılsın. O yüzden bu kadınlar sanki “ay özür dilerim, nolur kusura bakmayın başarılı oldum dur bak daha çok çalışacağım” demek zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla psikolojik baskı gören, koşullu sevilen, hayatında hep koşullar olan, bilhassa da kadınların sadece Türkiye’de değil dünyada da impostor fenomenine kapılması kaçınılmaz ama impostor bir sendrom değil, psikolojik bir rahatsızlık değil, bir olgu. Önemli olan o olguyu fark etmemiz yıpkı benim bu ktiapta kendi impostorımla yüzleştiğim gibi.
-Siz kariyerinizde bu fenomenden nasıl etkilendiniz?
48 yaşındayım, kanıtlanmış başarılarım var, belki birileri beni rol model bile alabilir. Ama içimdeki yangının adı impostor’dı. Bu konu üzerinde çok düşündüm ve dedim ki yalnız olamam. Çünkü bu yaşıma geldim, iş dünyasında çok fazla insan tanıdım ve ekseriya kadın olanların benzer duyguları paylaştığını gördüm. O yüzden bundan iki yıl önce Türkiye genelinde hem kadınları hem erkekleri davet ettiğimiz bir başarı algısı araştırması yaptım. Ama ilginçtir ki veya hiç ilginç değildir ki gelenlerin çok azı erkekti. Çünkü erkek zaten başarıyla ilgili bir algının sorgulanmasını bile hayatında yer vermiyor. Dolayısıyla hem Türkiye’deki hem dünyadaki araştırmalar bize gösterdi ki, impostor %70’lerin üzerinde kadınlarda görülüyor. Benim için etkileyici sonuçlardan biri şuydu, impostor’ın mahallesi yok. Araştırmanın bulgularına bakarak impostor şu mahallede, sosyo-ekonomik seviyede ya da şu yaş grubunda karşımıza çıkıyor demek mümkün değildi. Zaten enteresandır ki, eğitim seviyesi yükseldikçe de impostor derinleşiyor. Mesela doktoralı bireylerde impostor’ın daha da yüksek olduğunu gördük. Demek ki bu sende içten içe olamaz. Bilgi seviyen arttıkça “aman Tanrım çok yetersizim” demezsin. Bu sadece seninle ilgili birşey değil, hırsızın hiç mi kabahati yok? Senin etrafta yaşadığın etkileşim de bunu çok tetikliyor. Mesela göçmenler de özellikle de kadın olanlarında arttığını gördük. Ne var, orada da mikro saldrıganlık var. Herkes okları sana çeviriyor ve senin en ufak bir hata yapmanı bekliyor. Ancak araştırmanın bana göre en dikkat çekici sonucu impostor’ın cinsiyet, sınıf, etnitiseye bakmaksızın koşullu sevilen bireylerde ortaya çıkması. Koşullu sevilen herkes hayatının bir döneminde bu tuzağa düşer. Bu senin aslında bebekliğinde çekirdek ailede başlıyor. Bizim toplumumuzda koşullu sevmek en çok kız çocuklarının başına geliyor. Yani sen ev işlerinde hamarat olursan, annene yardım edersen, hanım hanımcık oturursan yaramazlık yapmazsan derslerin iyi olursa en iyi karneyi getirirsen ancak ve ancak hayırlı evlat olarak sevilirsin. Kitap da pek çok hikaye var, impostor’dan muzdarip derin görüşme yaptığımzı kadınlar ve bir miktar da erkek hepsinin hikayesindeki ortak nokta, “babam keşke bna hiç koşulsuz seni seviyorum deseydi, keşke annem bir başarılı koşulu, uslu çocuk olma koşulu olmadan beni sevseydi” demeleri. Böyle olunca ne oluyor biliyor musun, çocukluğunda koşullu sevildiğin zaman sen, kariyerinde de bu tarz liderlere çekiliyorsun. Seni psikolojik baskı altına almasına izin veren bir ruh halinde oluyorsun. Manipülasyon yapmaya teşne bireyler için en iyi kurbanlar impostor’lı insanlardır. Onlarla öyle bir dans ederler ki. Onun için buna izin vermemek için impostor’ımızı iyileştirmek, yani kendimizin farkında olmak ve kendimize şefkat duymak çok önemli. Ben kendime öz şefkat duymak için hayatımın tüm noktalarında iyi yaptığım, kendimle gurur duyduğum başardığımı hissettiğim konuların yeniden yeniden üzerinden geçebilirim. Bir de kendine dışarıdan bakmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani ben bugün böyle hissediyorum ama an be an impostor’ım tetiklenebiliyor. O zaman ben şunu yapabilirim, kendime dışarıdan bakabilirim, yani bu bedenin dışına çıkıp sanki karşımda başka biri varmış gibi Evrim neden böyle hissediyor diye sorabilirim sanki bir arkadaşımla konuşurmuş gibi çünkü bir impostor mağduru başkalarına etraflarındaki gerçekliği farkettirmelerine karşın o gerçekliği bir tek kendine yönlendiremezler.
-Kitabınızda bahsettiğiniz tetikleyiciler de hayli ilginç görünüyor. Pozitif ayrımcılığı da bir tetikleyici olarak sayabiliyor muyuz? Ayrıca gaslighting de bir tetikleyici midir?
Pozitif ayrımcılığa bu seviyede karşı olmam toplumsal eşitliği savaşı veren benim de katıldığım sivil toplum örgütlerini biraz kızdırıyor. Çünkü diyorlar ki, pozitif ayrımcılığı belli bir aşama devam ettirmemiz gerekiyor ki kök nedeni çözelim. Bir kadın ve erkek son seçim sırasına kaldığında biz tercihen kadını seçelim, biz bu ayrımcılığı ortadan kaldırmak için bu evde şu kadar kadın bu kadar erkek olsun, kota koyalım diyorlar. Yahu bunlar işe yarasaydı pozitif ayrımcılık yapılıyor olmasına rağmen cinsiyet eşitliğini sağlamamız için 300 yıla ihtiyacımız olmazdı! Ben pozitif ayrımcılığın çok kuvvetli bir impostor tetikleyicisi olduğunu düşünüyorum. Neden impostor tetikleyicisi? Sen şöyle bir algı yaratıyorsun, ben bir kadın olarak bu yönetim kuruluna seçildim çünkü burada kadın kotaları ve pozitif ayrımcılık uygulanıyor. Daha bugün sosyal medyada gördüm, genç kadın bir belediye başkanına saldırıldığını. Çünkü kadın ya genç ya, işte kotadan getirmişler onu oraya gibi düşük bir başarı algısı oluyor. Hayır ben buraya yetkinliklerimle, bu işi diğerlerinden diğer kadın ve erkeklerden daha iyi yapabilecek olma iddiamla geldim. Fakat bu kotalar ve bu pozitif ayrımcılık kavramı birincisi benim içeride, kendi yetkinliklerimi sorgulamama ve sürekli kendimi ispatlamak için daha fazla mücadele etmeme sebep oluyor. “Hey bakın ben seçildim ama inanın kadın olduğum için değil”. Madalyonun diğer tarafında da yeni bir tür erkek düşmanlığını tetikliyor. Oysa bizim toplumsal mücadelemizde erkek müttefiklere ihtiyacımız var. Erkekler olmadan bu ayrımcılığı çözemeyiz. Ama bu durumda seçilmeyen erkek diyor ki, gördünüz mü kadınlar sırf kadın oldukları için bu ayrımcılık sebebiyle bu pozisyonlara geldiler. Gaslighting, ışığımızı kısanlara gelirsek. Bu tanım bir filmden geliyor aslında. Bir karı-koca çift var ve adam aslında narsisistik kişilik bozukluğu olan biri. Evdeki gaz lambasının ışığını her gün azar azar kısıyor ama bunu kadına söylemiyor. Ve kadın içten içe derin bir çıldırma hali yaşıyor. Çok yakınınızda bir ebeveyn bir partner gizli gizli ışığınızı kısıyor olabilir. Mesela bir gaslighting yöntemi söyleyeyim: Yani o kadar şanslısın ki kariyerin bu aşamaya geldi. Hayır efendim şansım yaver gitmedi, kan ter gözyaşıyla bunları ürettim demek için bunların farkına varmak lazım. Bu bir manipülasyon türü ve ben Türkiye’de çok fazla kadının manipülasyona uğradığını düşünüyorum.
-Kitabınızda impostor’dan mustarip dünyaca ünlü isimlerden bahsediyorsunuz. Bu isimler çok şaşırtıcı çünkü kendilerine son derece güvenli kişilikler gibi görünüyorlar. Bu çelişkiyi nasıl açıklarsınız?
Kitabımda çok ünlü bireylerden bahsettim. Türkiye’ye has bir durum değil. Çünkü şöyle bir soru olabilir. Bizim ülkemizdeki kadın-erkek ayrımcılığından dolayı mı Türkiye’de oluyor? Hayır, dünyanın her yerinde oranlar aşağı yukarı böyle. İzlanda başbakanı Jacinda Ardent müthiş güçlü ve özgüveni olan bir kadın gibi görünürdü ama çıktı dedi ki, benim impostor sendromum var, ben kendimi sürekli erkek egemen bir dünyada daha çok çalışmak zorunda hissediyorum. Böyle pek çok edebiyatçı var. Benim çok sevdiğim Lady Gaga. Meşhur şarkıcı Robbie Williams’ın belgeselini izliyordum ve dedim ki bak adam impostor. Eski first lady, Michelle Obama. Böyle o kadar çok isim var ki. Bana gelince dışarıdan bakıldığında kadının iyi bir işi var derler belki ama sor bakalım içeride nasıl, bana hep söylenen bir şey vardı bana yıllarca, kitapta da söyledim, bunu reddediyorum, “sen çok güçlü bir kadınsın, hayır efendim her zaman da öyle olmak zorunda değilim”. Herkesi kendi kırılganlıklarıyla yüzleşmeye kendi omzundan öpmeye davet ediyorum.
-Özellikle yeni mezun ve genç profesyoneller için motivasyonel bir mesajınız var mı?
Elbette gençlerin içinde de çok yoğun bir impostor var. O halde burada hemen doğru bilinen bir yanlışı düzeltelim. “Aman canım bu gençlerde çok kendine güvenli”. Hayır, hiç de öyle değil. Kariyer hayatının başındaki gençler de kendilerinde o değersizlik hissini, hissediyorlar. Özellikle de akademik hayatında başarıları olan gençler. Benim gençlere naçizane tavsiyem şudur, lütfen burnunuzun dikine gidin, doğru bildiğinizi yapın ama burnunuzun dikine gidebilmek için burnunuzu çok iyi tanımanız gerekir. Kim olduğunuzu, yetkinliklerinizi, neyi yapıp neyi yapamadığınızı çok iyi bilmeniz lazım. Böyle bir şeyle karşılaştığınızda korkmayın. Ayağa kalkıp karşılaştığınız ayrımcılığa itiraz edin. Çünkü ancak toplumsal değişim böyle mümkün olabilir.