Türkan Şoray, mutlu bitmesi istenen güzel bir hikâye
Türkan Şoray'ın bugün yaş günü... 2020 ise kariyerinin 60'ncı yılı. Oyunculuğa tesadüfen başlayan Türkan Şoray, çalışmalarıyla ve kişiliğiyle etkisi altına aldığı 5 kuşağın sevgisini, saygısını ve hayranlığını kazandı. Adına şarkılar bestelendi, şiirler yazıldı, 'Gözlerine bakma ölürsün' denildi. Hep gerçekleşmesi istenilen güzel bir hayal, kardeş, abla, eş, sevgili, umut, okumaya doyulmayan mutlu bitmesi istenen bir hikâye, idol, azmin ve başarının simgesi oldu. Oyuncu ve yönetmen olarak 60 yıldır hizmet ettiği Türk sinemasını yurt dışında kazandığı ödüllerle temsil eden Türkan Şoray, yaptırdığı okulla ve sosyal sorumluluk projeleriyle hayatlara dokundu, farkındalık kattı. Mehmet Çalışkan, Habertürk 'Haftanın Portresi'nde Türkan Şoray'ın kariyerini derledi
Türkan Şoray...
Tıpkı şarkıda olduğu gibi; nasıl anlatsam, nereden başlasam.
196 filmle dünyanın başrolde en çok film çeken kadın oyuncusu, devlet sanatçısı, Türk sinemasının 'Sultan'ı...
Babası Halit Şoray, polis memuruydu.
Halit Bey'in maaşı geçinmeye yetmiyordu.
Annesi Meliha Hanım, bir fabrikada iş buldu.
İşe giderken annesi, onu dedesiyle anneannesinin Fatih'teki Mehmet Dede Sokağı'ndaki evine bırakıyordu.
Kalabalık kitle önüne ilk kez Eyüp İlkokulu'nda birinci sınıftayken Cumhuriyet Bayramı'nda çıktı.
Eyüp Meydanı'ndaki kutlamalarda şiir okuması için Türkan Şoray görevlendirildi. Şiiri bir kez olsun teklemeden okudu.
Müzik derslerinde öğretmeni tahtaya kaldırıp şarkı söyletiyordu;
"Renk renk tül o ipek kanatlar, ilkbaharın gülü yapraklar.
Solmuş ne yazık ölecekler.
Mahzun kelebekler."
5'inci sınıfta mezuniyet müsameresinde başrol verildi.
Yamyamların eline düşen genç kız...
Ortaokulda yaptığı resimler okul panosuna asılıyordu.
Okul korosunun da değişmez sesiydi.
Evde perdeleri üzerine dolayıp herhangi bir eşyayı mikrofon yapıp şarkı söylüyordu.
Belli yetenekleri vardı ama çevresinde onları fark edip yön verecek kimse bulunmuyordu.
Bir akşam; komşularıyla birlikte yandaki bir evin damına çıktılar.
O damdan yazlık sinemanın perdesi görünüyordu.
İlk kez film izliyordu.
Beyazperdeden yansıyan ışığın büyüsüyle oyun oynayan arkadaşlarından bağımsız film izlemeye daldı.
Babası, başka bir karakola tayin olunca Vatan Caddesi üzerindeki bir eve taşındılar.
Bir gün; o evin bahçesinde kadınlar toplanmış bir kadına fal baktırıyordu.
"Gel sana da baksın" dediler.
Gitti. Falcı kadın, avuç içinden falına baktığı 13 yaşındaki genç kıza dedi ki; "Sen yıldız olup gökyüzünde parlayacaksın."
Babasıyla annesi bir süre sonra boşandı.
Meliha Sav, Türkan Şoray ve diğer kızı Nazan Şoray ile Karagümrük'te başka bir eve taşındı.
Okulu daha yakın olduğu için dedesinin evinde kalan, annesinin evine hafta sonları giden Türkan Şoray'ın genç kızlığa adım attığı ilk günler.
Arkasından bakanlar, ıslık çalanlar, evine kadar takip edenler...
Artık onun için sokağa çıkma kısıtlaması başlamıştı.
Yüreğindeki dalgalanmaları şiir yazarak dinginleştirmeye çalışıyordu.
Bir gün;
Dedesinin evinin olduğu sokakta bir koşuşturmaca.
Komşularının, dedesinden aldığı izinle o koşuşturmaya katıldı.
Meğer film çekiliyormuş.
'Ateşten Damla'...
Erkekler; Muhterem Nur'dan, kadınlar ise Kenan Artun'dan imza almanın peşinde.
Filmciler, imza kuyruğundaki Türkan Şoray'ı fark etti, onu birbirlerine gösterip aralarında bir şeyler konuştular.
Aralarından biri yanına gelip bir şeyler söyledi ama korku ve heyecan içindeki Türkan Şoray, tek kelimesini bile anlamadan set alanından hızla uzaklaşıp eve gitti.
Birkaç gün sonra arkadaşlarıyla birlikte yazlık bir sinemada 'Satın Alınan Adam'ı izliyordu.
Film bitiminde arkadaşlar arasındaki diyaloglar şunlar; "Göksel Arsoy ne kadar yakışıklı değil mi? Belgin Doruk ile nasıl bakıştılar öyle, nasıl da öpüştüler."
Annesinin Karagümrük'te kiraladığı evin sahibi, dönemin ünlü oyuncularından 'Panter Emel' lakaplı Emel Yıldız'dı.
Ne zaman annesinin evine gitse Emel Yıldız'a uğrayıp sohbet ediyorlardı.
Türkan Şoray, genç kızdır.
Emel Yıldız'a, daha doğrusu onun özgürlüğüne imreniyordu.
Bir gün, Emel Yıldız dedi ki; "Annenden ben izin alırım. Seni film setine götüreyim.'
İzin alındı.
Emel Yıldız'ın elinden tutarak yürüdüğü yol, aslında 'Sultan'lığa çıkıyordu ama ne Emel Yıldız, ne kendisi ne de bir başkası bunun farkındaydı.
Sete geldiler.
Filmin adı; 'Köyde Bir Kız Sevdim'...
Türkan Şoray şaşkın şaşkın etrafına, settekiler de hayran hayran ona bakıyordu.
Türker İnanoğlu, o günü şöyle anlattı; "Emel Yıldız, sete 15 - 16 yaşlarında çok güzel bir kızla birlikte geldi. Kara gözlüydü. Üzerinde yeşil bir manto vardı. Bir kenara oturdu, etrafına bakınarak. İnsanın yüreğinin içine dalan bakışları vardı. Müthiş güzeldi. O ana kadar sinemaya böyle bir güzel gelmemişti."
Türker İnanoğlu, ne yapıp edip Emel Yıldız'ın canlandırdığı köylü kız rolünü, 'Bu rol için biçilmiş kaftan, daha uygunu olamaz' düşüncesiyle Türkan Şoray'a vermek istedi.
Ertesi günü 3 adam, Meliha Sav'ın kapısını çaldı.
Dediler ki, "Kızınızı oyuncu yapmak istiyoruz."
Şaşkınlık ve kızgınlık arasındaki duyguya bürünen Meliha Sav, "Olmaz, öğrenci o. Öğretmen olması için yatılı okula göndereceğim" dedi.
3 adam ısrar etti.
Meliha Sav, "Tamam bana iki gün düşünme süresi verin" diyerek 3 adamı gönderdi, aslında başından savdı.
İkinci günün sonunda 3 adam yine kapıdaydı.
Meliha Sav, zar zor ikna oldu.
Türkan Şoray, annesinin bu kararı karşısında ne heyecanlandı, ne sevindi ne de üzüldü.
Ve Türkan Şoray, 'Köyde Bir Kız Sevdim'in başrolünde.
Çekimler, Mualla Sürer'in evinde.
Sanki ilk filmi değil.
Sanki kariyerinin gümüş yılı.
Öylesine sakin, öylesine hâkim.
İçgüdüsel yeteneğini gözler önüne serdi.
Oyunculuğun ne olduğunu bilmediğinden dolayı canlandırdığı karakter için rol yapmadı. O karakteri yaşadı. Tıpkı oyunculuğu öğrendikten sonra da yaptığı gibi; rol yapmadı, karakteri yaşadı.
Türkan Şoray, karakteri yaşarken yönetmen Türker İnanoğlu, oyuncular Erol Taş, Salih Tozan, Ahmet Tarık Tekçe ve set ekibi gözlerini kendisinden alamadı.
Türkan Şoray'ın 'Sultan'lığa uzanacak parlak kariyeri başlamıştı başlamasına ama küçük amcası Rıdvan Şoray, bir akşam evlerinin kapısına dayandı. Yeğeninin oyuncu olmasından dolayı oldukça öfkeli olan amca, elini masaya vurup şöyle dedi; "Bundan böyle 'Şoray' soyadını kullanmayacaksın.'
Türkan Şoray'ın amcasına sevgi ve saygısı vardı; kendine yeni bir soyadı arayışına girişirken adını da değiştirmeye karar verdi.
Aklına gelen ilk isimler; Alev, Çiçek, Işık.
Soyadı ise Gökkuşağı veya Dolunay olacaktı.
Ne var ki filmin afişleri çoktan 'Türkan Şoray' olarak basılmıştı bile...
Böylelikle adını değiştirmeye fırsat kalmadan gerçek adıyla sinemaya adım attı.
* 'Şoray'ın anlamı: Çerkez kökenli aile, göç etmeden önce Kuzey Kafkasya'da 'Şoroğulları' olarak anılırdı. 'Şoroğulları', soyadı kanununun çıkmasından sonra 'Şoray'a dönüştürüldü.
Bu arada rolünün kendisinden alınıp Türkan Şoray'a verilmesine Emel Yıldız nasıl bir tepki gösterdi?
Türkan Şoray ile dostluğu devam eden Emel Yıldız şöyle dedi; "Türkan Şoray'ı sinemaya kazandırdım ya, benim rolüm gitmiş, ne önemi var?"
Türkan Şoray, 'Köyde Bir Kız Sevdim'den 500 TL kazandı.
Meliha Sav, henüz 15 yaşında olan kızının yanında olmak için işten ayrılsa da başka film teklifi gelmedi.
Bir süre sonra paraları bitince geçim sıkıntısı yaşamaya başladılar.
Babası da arayıp sormuyordu.
Dedesi ise oyuncu olduğu için kızgın, yüzüne bile bakmıyordu.
Annesiyle her gün Beyoğlu'ndaki sinemacıların ofislerine gidip gelmeye başlayan Türkan Şoray, nihayet 'Kardeş Uğruna' için teklif aldı.
Hem de 1500 TL vereceklerdi.
O filmden sonra yine arayan, soran olmayınca "Uzun süre teklif gelmeyebilir. Para kazanmam lazım" diyerek şarkıcı olmaya karar veren Türkan Şoray, dönemin ünlü gece kulübü Çatı'ya giderek Fecri Ebcioğlu'ndan müzik dersleri almaya başladı.
Sesinin Batı müziğine daha yatkın olduğunu düşünen Fecri Ebcioğlu, İlham Gencer'in de görüşünü almak istedi. Gencer, Türkan Şoray'a şöyle dedi; "Kabiliyetiniz var mı yok mu henüz bilmiyorum ama gerçekten güzel bir sesiniz var."
Çatı'da sahneye çıkmak için tam anlaşma yapacaklardı ki...
'Aşk Rüzgarı' için teklif geldi.
Türkan Şoray, iki üstadının onayından geçmesinin verdiği öz güvenle şarkıcı olmaya heveslenirken sinemayla müzik arasında kaldı.
Meliha Sav, bir süre düşündükten sonra sözleşmeyi imzalamaktan vazgeçince Türkan Şoray filmde rol aldı.
Aklı müzikte kalan Türkan Şoray için şarkıcı olmak hep planlarında vardı. Ne var ki sinema, kendisine o fırsatı tanımadı.
'Aşk Rüzgarı' için teklif birkaç gün sonra gelmiş olsaydı, annesi sözleşmeyi imzalamış olacak, bu nedenle film teklifini kabul etmeyecekti.
Belki de şarkıcılığa yöneldiği için sinemayla olan ilişkisi başladığı hızla sona erecekti.
Göksel Arsoy ile başrolü paylaştığı, deyim yerindeyse son dakika golü niteliğindeki 'Aşk Rüzgarı', Türkan Şoray'ın oyunculuk kariyerinde önemli dönüm noktalarından biri oldu.
Filmde Göksel Arsoy'un canlandırdığı karakterin 3 sevgilisi vardı.
Türkan Şoray, terk edilen sevgili 'Nil'i canlandırdı.
Halk galasında izleyiciler, filmin finaline yaklaşılırken Türkan Şoray'a olan beğenilerini koltuklara vura vura Göksel Arsoy'un canlandırdığı karaktere hitaben "Bu kara kızla evlen' diye bağırdı.
İzleyiciler, Türkan Şoray'ın güzelliğinin yanı sıra 'Nil'i etkileyici bir şekilde karakterize etmesinden ziyadesiyle etkilenmişti.
Türkan Şoray da izleyicilerin kendisine olan beğeni ve ilgisinden ziyadesiyle etkilenmişti.
Zira o gala gecesinden sonra yarı aralık vaziyette duran şarkıcılık defterini kapatıp kariyer dümenini tamamen sinemaya çevirdi.
Çevirmesine çevirmişti ama işler göründüğü kadar kolay değildi.
Kolay olmadığını ilk gösteren de dönemin ünlü yapımcısı Hürrem Erman oldu.
Hürrem Erman, "Bu kıza en ufak yatırım yapılmaz, hiçbir şey olmaz bu kızdan" diyerek işlerin ne denli kolay olmadığını gözler önüne serdi.
Böyle diyen Hürrem Erman kısa bir süre sonra yeteneğinin ve halk üzerindeki etkisinin farkına vardığı Türkan Şoray'ı evinde ağırlayarak özür dileme mahiyetinde bir yemek verdi.
'Türkan Şoray Kanunları'nın henüz deklare edilmediği yıllar...
'Zorlu Damat'ın çekimleri sırasında yönetmen Hulki Saner, yanına gelip 'Türkan, bu sahnede öpüşmeniz lazım' demesin mi?
Şaşkın şaşkın Hulki Saner'in yüzüne bakakalan Türkan Şoray, hayatında bir kez bile öpüşmemişti ki?
Nasıl olacaktı, nasıl yapacaktı?
Bilmiyordu ki.
Öpüşme sahnesini, bir röportajında şöyle anlattı; "Sahne çekilirken tabii robot gibi gibi tepkisiz durdum herhalde. Ayhan Işık, oyuncu olarak ne kadar sıkıntı çekmiştir kim bilir."
Sonraki filmi 'Sevimli Haydut'daki bir sahne gereği sırtının tamamen çıplak kalması gerekiyordu.
"Oyuncu olmak, film çevirmek için öpüşmek de gerekebilir sırtını açmak da" diyerek Meliha Sav ikna edildi.
Kırbaçlama sahnesinin çekimlerine ara verildiği her anda Meliha Sav, koşup bir örtüyle Türkan Şoray'ın sırtını örttü.
Âşık değildi.
Daha önce hiç âşık olmamıştı.
Meliha Sav, çok sevdiği bir iş adamıyla kızının evlenmesini istedi. Bu nedenle gelen film tekliflerine 'Hayır' demek istiyordu. Artık oyunculuğu bırakması, evinin kadını olması yönünde kızına telkinlerde bulunuyordu.
Türkan Şoray ise sadece işine odaklanmak istiyordu.
Baskıdan kurtulmak için aklına bir fikir geldi.
Kendisiyle evlenmek isteyen iş adamına "Anneme film çevirmek istediğimi söyle. Senin sözünü dinler" dedi.
Meliha Sav, "Bak oğlum, filmciliğin sonu yok. Bu işe iyice bulaşırsa sonra seni de beni de beğenmez. Sonunda zararlı çıkan sen olursun" dese de kâr etmedi.
O dönemde rol aldığı 'Otobüs Yolcuları' ve 'Hatırla Sevgilim' ile iyiden iyiye tanınmaya başlayan Türkan Şoray için artık sinemadan geri dönüş söz konusu bile olamazdı.
Kendine talip olan iş adamıyla evlenmeyerek bütün enerjisini işine yöneltti.
Özel hayatı için yaptığı fedakarlığın karşılığı ise şu oldu; yılda 12 - 13 film...
Oyunculuğa şöhret olmak için başlamamıştı.
Oyunculuk, geçim sıkıntısı yaşayan annesine yardımcı olabilmek için başlangıçta sadece alelade bir işti.
Ne var ki çocuk yaşlarında yeteneklerinin keşfedilmemesinin oluşturduğu boşluğu oyunculukla doldurmaya başlamıştı.
Her filmde yine yeniden keşfedilen yetenekleri, Türkan Şoray'a çocukluk yıllarından kalma özlem duyduğu bir haz veriyordu.
Geçim sıkıntısı sonucu başladığı oyunculuk, artık Türkan Şoray için sadece geçinmek için icra edilen bir iş değil, manevi açıdan da varlık nedeni haline geldi.
Türkan Şoray; sinemayı, sinema ise Türkan Şoray'ı çok sevdi.
Aynı gün, senaryolarını bile okuyamadığı iki - üç filmin setine gidiyordu.
Yönetmen, 'Şöyle bir kızı canlandıracaksın' diyordu o kadar.
İçgüdüsel yeteneğiyle, deyim yerindeyse el yordamıyla önce settekileri daha sonra da izleyicileri kendine hayran bırakmaya devam etti.
Aynı gün iki - üç set...
Çok genç olsa da o yoğun tempoya bünye dayanır mı?
Türkan Şoray gibi işini aşkla yapanların bünyeleri dayanır.
Zaman zaman hastalansa da çekimleri hiç aksatmadı.
Hastalandığı, yüksek ateşi olduğu zamanlarda Meliha Sav, çekim aralarında kızına yoğurt yedirdi, ilaçlarını içirdi, ıslak havluyla vücudunu sildi.
Antalya Film Festivali, günümüzde kapsayıcılığı, sinema sektörünün ve izleyicilerin üzerindeki etkisi azalmış olsa da uzun yıllar Türkiye'nin en büyük film festivali olma özelliğine sahipti.
Festivalde yer almak sinemacılar için büyük bir ayrıcalıktı.
Hele ki bir ödüle aday olmak.
Hele ki ödül almak.
Hele ki festivalin ilk ödülünü havaya kaldırmak...
1963'te düzenlenmeye başlanan Antalya Film Festivali'nde 'En İyi Kadın Oyuncu' dalında ilk Altın Portakal'ı Türkan Şoray kazandı.
Metin Erksan'ın yönettiği 'Acı Hayat'ta Türkan Şoray, 'Manikürcü Nermin'i canlandırdı.
Sinema eğitimi olmayan Türkan Şoray için kazandığı ödülün açılımı şöyleydi; 'Hasbelkader sinemaya başladın. Bu ödülle sektöre ve izleyiciye karşı sorumluluğun iyice arttı. İşinin kıymetini bil. Sana yepyeni bir hayat sunan, geniş kitlelerin sevgisini ve hayranlığını kazandıran, hep özlemini çektiğin hazzı yaşatan mesleğine sahip çık, onu hep koru - kolla. Ona asla ihanet etme.'
Türkan Şoray artık 19 yaşındaydı.
Canlandırdığı genç kız karakterleri, kadınsı karakterlere doğru evrilmeye başladı.
Rita Hayworth'ın 'Gilda' uyarlaması 'Bomba Gibi Kız' ile Marilyn Monreo'nun 'Bazıları Sıcak Sever' uyarlaması 'Fıstık Gibi Maşallah' ile Türkan Şoray'ın içinden çıkan 'Dişi Türkan', sinema sektörünü yeni bir şaşkınlığa savurdu.
Yıl 1964...
Türkan Şoray ile rol alacağı ilk film olan 'Gözleri Ömre Bedel'in çekimleri öncesinde sinemaya yeni yeni başlayan Cüneyt Arkın'a uyarıda bulunuldu; "Sakın Türkan'ın gözlerine bakma, ölürsün.'
Cüneyt Arkın'a neden öyle söylendiğini 2002'de bizzat anladım.
Türkan Şoray'ın Kadir İnanır ile başrolünü paylaştığı Yusuf Kurçenli'nin yönettiği 'Gönderilmemiş Mektuplar'ın set izlenimini yazmak için filmin çekildiği Amasra'daydım.
Kadir İnanır ile daha önce birçok kez sohbet etmişliğim vardı ama Türkan Şoray ile yeni tanışacaktım.
Akşam yemeğinde sette Türkan Şoray ile ilgilenen kişiye kendisiyle röportaj ve çekim yapmak istediğimi söyledim.
Bazı harfleri söyleyemediğim, onların yerine başka harfler kullanabildiğim için söz konusu kişi, dediklerimi yanlış anladı.
Ortalık fena karıştı.
Türkan Hanım'a durumu izah edeceğim ama gözlerimiz çarpıştığı anda 250 km hızla giderken duvara toslayan otomobilden bir farkım kalmamıştı.
Zaten bazı harfleri söyleyemiyorum, bir de gözlerinin derinliğinde kaybolurken söyleyebildiğim harfler de başlarının çaresine bakıp firar edince, dediklerimin yanlış anlaşılmış olduğunu izah edemedim.
O an yok olmak istedim, öldüm.
Neyse ki olay, Türkan Şoray'ın hoşgörüsü neticesiyle bir süre sonra aydınlandı.
Ertesi günü yemekte yanı başında oturdum. Elini tutup 'Sizi seviyorum' diyebilme ayrıcalığını elde ettim.
Evlerinin bulunduğu sokaktaki film çekimi sırasında Muhterem Nur'dan imza almaya çalışan Türkan Şoray, 5 yıl içinde imza almak için kuyruklarda beklenilen, 'Nasılsın canım?' sorusuyla çığlıklar atan, uğruna mutluluk gözyaşları akıtan, evine her gün kucak dolusu mektup gönderen hayran kitlesine sahip oldu.
Dönemin gazete ve dergilerinde çıkan haberler, yayımlanan fotoğraflar Türkan Şoray'ın sadece 5 yıl içinde nereden nereye ulaştığının bir göstergesiydi.
Türkan Şoray'ın yol ayrımına geldiği dönem...
İzleyiciler, sinemaya yıldız oyuncu için gidiyordu.
Sevdiği oyuncuyu hep alıştığı rollerde görmek istiyordu.
Bu nedenle de senaryolar, yıldız oyuncuların kişilik özelliklerine göre yazılıyordu.
Bu durum Türkan Şoray'ın birbirine benzer rollerde oynamasına, klişeleşen bir oyunculuğa doğru yol almasına neden oluyordu.
Klişeleşen oyunculuğun yaratımın düşmanı olduğunu bilen Türkan Şoray, bir karar vermek zorundaydı.
İzleyicilerin kendisini görmek istediği şekilde mi ilerleyecek yoksa yaratım gücünü zorlayacak mıydı?
İzleyicilerini hayal kırıklığına uğratabilme riski en büyük kabusuydu.
Kararını verip, seçimini yaptı.
'Önce benim seyircim, beni seven seyircim' dedi.
Oysa ki sevenleri için durum şöyleydi; 'Sen ol da neyi, nasıl oynarsan oyna.'
Bunun böyle olduğunu Lütfi Ömer Akad'ın 1967 yapımı 'Ana' ile gördü.
Artık şunu biliyordu; "Sinemada güzel bir kadın olmanın ötesine geçmeliyim."
'Ana' ile hayranlarının kendisini her rolde kabul ettiğini görmesi kariyerindeki diğer dönüm noktalarından biri oldu.
Sinema artık Türkan Şoray için hayatı hissetmesi, hayatı tanıması, hayatın aynası ve eğiticisiydi.
Madem ki her şey seyircisi içindi.
Onları hayal kırıklığına uğratmamalıydı.
Bu nedenle bir karar aldı.
Artık filmlerinde öpüşme - sevişme içeren açık - seçik sahnelerde rol almayacaktı.
Bu kararı almak büyük bir cesaret gerektiriyordu.
Yapımcılar, 'Haydi canım sen de. Film çevirmek isteyen binlerce kadın var. Senin nazını mı çekeceğiz?' diyebilirdi.
Diyemediler, diyemezlerdi de...
Çünkü Türkan Şoray, artık sadece bir sinema oyuncusu değildi.
Hep gerçekleşmesi istenilen güzel bir hayaldi. Kardeşti, ablaydı, eşti, sevgiliydi. Umuttu, okumaya doyulmayan mutlu bitmesi istenen bir hikâyeydi, idoldü, azmin ve başarının simgesiydi.
Türkiye'ydi...
Yapımcılar; işe olan bağlılığından derin bir saygı, yeneteklerinden dolayı derin bir hayranlık duyuyorlardı. Hem de Türkan Şoray'a tavır almak Türkiye'ye karşı tavır almak demekti.
Geçim derdi artık gerilerde kalmıştı.
Halkın da sinema sektörünün de derin sevgisini ve saygısını kazanmıştı.
Mesleğine duyduğu aşkla kâh kartal, kâh serçe yavrusuydu.
Sağlıklıdır, annesi Meliha Sav ile kardeşi Nazan Şoray yanındadır.
Her şeyi vardır, hiçbir şeyi yoktur.
Tıpkı Tanju Okan'ın 'Çocukluğum' şarkısında olduğu gibi;
Çocukluğum çocukluğum
Bir boşluk var anlayamıyorum
Kapkaranlık derin bir kuyu var
Bir türlü içinden çıkamıyorum
Türkan Şoray'ın içindeki boşluk, çocukluk günlerinden o güne kadar dolmadı, dolamadı.
Bir erkeğin koruyucu kanatları altında sığınmanın, zor günlerinde başını göğsüne dayayıp o müthiş güven duygusuyla doya doya ağlayamamanın boşluğuydu o.
Babasız büyümenin getirdiği boşluk...
Başında kavak yellerinin esebileceği yaşlarda o boşluğu, Rüçhan Adlı ile doldurdu.
Dönemin Galatasaray asbaşkanı olan Rüçhan Adlı, kendisinden büyüktü.
Türkan Şoray için aslolan Rüçhan Adlı'nın kendisinden yaş olarak büyük olması değil, kendisine verdiği güvenin ve şefkatin büyüklüğüydü.
Rüçhan Adlı, Türkan Şoray için ruh eşi, akıl hocası, menajeri, finans danışmanıydı...
Türkan Şoray için aralarında ölümle burun buruna geldiği kazalar sıradan hale geldi.
Gözünün kara bir kişiliğe sahip olması, o kadar çok çalışması ve dönemin set koşulları kazaları kaçınılmaz kılıyordu.
Hızla giden otomobilden kendini yere atınca kan revan içinde kaldı.
Yüzme bilmediği halde derin denize atladı.
Hızla giderken fren yerine gaza basmasıyla trafik kazası geçirdi.
Attan düşerek bir ay boyunca sırt üstü yatmak zorunda kaldı.
Ve Cemo'da ölümün kıyısından döndüğü ikinci attan düşme vakası...
Bütün çekimler sorunsuz gerçekleştirilmişti.
Son bir sahne kalmıştı.
Fikret Hakan ile atın üzerinde yan yana dört nala gidiyorlardı.
20 gün boyunca bindiği o uysal at o anda bir yaratığa dönüşüp çılgınlar gibi kontrolsüz koşmaya başladı.
At, öylesine hızlı koştu ki kameranın görüş açısından bile çıktı.
Bir süre atın üzerinde durabilen Türkan Şoray, daha fazla dayanamayınca kayalıkların üzerine düştü.
Öyle korkunç bir düşmeydi ki...
Türkan Şoray'ın halini gören oyuncu Melda Sözen geçirdiği şoktan dolayı bayıldı.
Yüzüne giren kaya parçası 3 saat süren ameliyatla çıkarıldı.
Her şeyin yoluna girdiği, kazanın ucuz atlatıldığı sanılırken Türkan Şoray'ın boynundaki ağrılar dayanılmaz hale gelince röntgen çekilmesine karar verildi.
Acı gerçek röntgen görüntüsünde ortaya çıktı.
Elazığ'daki Sosyal Sigortalar Hastanesi'nde tedavi gören Türkan Şoray için doktorları, "Boyun omurlarında kayma var. Hiçbir yere kıpırdayamaz. Hiç hareket etmemesi gerek. Felç kalma riski var" dedi.
Türkan Şoray, bütün riski göze alıp İstanbul'da tedavi olmak istedi.
Bütün sorumluluğun kendisine ait olduğunu içeren dilekçeyi imzaladıktan sonra 12 koltuğu sökülerek uçağa yatağıyla yerleştirilen Türkan Şoray için şöyle bir anons yapıldı; "Kaptan pilot İsmet Yeşil, Türk Hava Yolları F - 27 Koç uçağına 'Türkan Şoray hoş geldi' der."
Uçak yolculuğu sorunsuz geçmişti ama İstanbul'da tedavi altında alındığı hastanede boynundaki hasarın ne büyük ölçüde olduğu bir kez daha anlaşıldı.
Başına takılan 12 kg'lık demir ağırlıklarla boynu gerilen Türkan Şoray, o şekilde hiç kıpırdamadan 40 gün yattı.
Hastane, meslektaşları ve ağlayan hayranlarıyla dolup taştı.
Hatta iyileşmesi için hastanenin bahçesinde kurban kesip adakta bulunan hayranları bile oldu.
Türkan Şoray'ın durumuyla ilgilenen 10 profesörden 5'i ameliyat olması gerektiğini, aksi halde felç kalacağını, diğer 5'i ise bıçak altına yatmasına gerek olmadığı konusunda görüş bildirdi.
Tam bir cenderenin içinde bulunan Türkan Şoray için 10 profesörlük kurulun nihai kararı "Bir de yurt dışında baksınlar" oldu.
İsviçre'ye giden Türkan Şoray, gördüğü fizik tedavisi sonrasında sağlığına kavuştu ama doktoru "Başını sert bir şekilde hareket ettirmek ve ata binmek yok" dedi.
Türkan Şoray, 'Cemo'da geçirdiği kaza sonrası doktorlarının tavsiyesi üzerine mümkün olduğunca az çalışmaya başladı.
Kazayı geçirdiği, uzun tedavi sürecinin yaşandığı 1972'de sadece 6 film çekebildi.
Bir yılda 6 film...
Şaka gibi...
Türkan Şoray'ın kazadan önce ne kadar çalıştığını varın siz düşünün.
Erkek egemen sinemada kadın yönetmenlerin kendini kabul ettirmesinin çok zor olduğu yıllar...
Yılda 200 - 300 filmin çekildiği dönemlerde kadın yönetmenleri saymak için bir elin 5 parmağı ziyadesiyle yetiyor, hatta artıyordu bile.
Cahide Sonku, Nuran Şener, Feyturiye Esen ve Lale Oraloğlu dışında kadın yönetmen yoktu.
12 yıl içinde 137 filmde rol alan Türkan Şoray, ölümden döndüğü 1972'de kariyerinde yeni bir sıçrama yaşarken kadın yönetmenler için bir 'Yol açıcı' oldu.
İşçi olarak Almanya'ya giden bir adam, köydeki eşi hakkında yapılan dedikoduların etkisi altında kalarak onu öldürmek için Türkiye'ye doğru yola çıkar. Yolda geçirdiği trafik kazası sırasında da ölür.
Türkan Şoray, gazetede okuduğu bu haber üzerine hikâyenin çarpıcı bir film haline gelebileceğini düşündü.
Yapımcı İrfan Ünal, o sıralarda Türkan Şoray ile ısrarla film çekmek istiyordu.
Türkan Şoray dedi ki; "İşte müthiş bir hikâye. Bunu çekelim."
İrfan Ünal, hazırlıklara hemen başladı.
Senaryo, günümüzde kendi alanında dünya rekortmeni olan Safa Önal'a yazdırıldı.
Düşünülen yönetmen Atıf Yılmaz'ın o sıralarda başka bir film çekimi vardı.
İrfan Ünal dedi ki "Bu hikâyeyi çok seviyorsunuz. Konuya hakimsiniz de. Sizde o yetenek de var. O halde yönetmenliğini siz yapın."
İrfan Ünal'dan 45 yıl sonra benzer cümleleri Necati Akpınar, Gupse Özay'a 'Deliha 2' için yöneltti; "Bu hikâyeyi çok seviyorsun, senaryoyu da kendin yazdın, konuya hakimsin. Sende o yetenek de var. Filmini kendin yönet."
Türkan Şoray, yönetmenlik konusunda tereddüt geçirse de İrfan Ünal'ın cesaretlendici salıkları sonucu 'Tamam' dedi.
'Tamam' demesine dedi ama işi yine hiç kolay değildi.
Dönemin ünlü yönetmenleri, 'Yönetmenlik yapabilir mi?' içerikli bir haberde Türkan Şoray'ın yönetmenlikte başarılı olabileceğini sanmadıklarını söyledi. Aynı haberde hayranlarının da görüşlerine yer verildi; "Siz çekin. Sizin yönetmenliğiniz de oyunculuğunuz gibi olur. Biz izleriz" dediler.
Hem izleyicinin hem de Metin Erksan, Halit Refiğ ve Osman F. Seden gibi dönemin diğer ünlü yönetmenlerinin 'Güzel bir film çekeceğine inanıyoruz' şeklindeki düşüncelerinden cesaret alan Türkan Şoray, 'Yönetiyorum' dedi.
Sinema sektörü, 'Elinin hamuruyla bu işe karışmasın' ağırlıklı olmak üzere 'Çeker - Çekemez' şeklinde ikiye ayrılırken Fikret Hakan ile Ahmet Mekin oyunculuk tekliflerini kabul etmedi. Bilal İnci kabul etti.
Türkan Şoray'ın asistanlığını Şerif Gören yaptı. Gören ki; sonraki yıllar çektiği 'Yol', Cannes Film Festivali'nde ödül kazandı.
Bir yandan oyunculuk yapacak, diğer yandan oyuncuları ve set ekibini yönetecekti.
Bunlar işin buzdağının üzerinde kalan kısmıydı.
Altta kalan kısımda ise filmi planlanan sürede kısıtlı miktardaki film makarası ve bütçeyle tamamlamak, sonrasında ise izleyiciye kendini yönetmen olarak da kabul ettirmek vardı.
O; gözü kara, cengaver bir kadındı.
O güne kadar neyi yapamamıştı ki oyuncu olarak 137 filmlik deneyiminden sonra yönetmenliği yapamasın.
'Dönüş'...
İzleyicinin yoğun ilgisiyle karşılaşan 'Dönüş', Moskova Film Festivali'ne davet edildi.
Film, Moskova'daki Lenin Dvarietes Sporta Salonu'nda Rusça dublajla gösterildi. O salon, tam tamına 14 bin kişilikti ve hıncahınç doluydu.
Standart beyazperdelerin 3 katı büyüklüğündeki beyazperdede 'Son' yazdığı an, o 14 bin kişi aynı anda ayağa kalkarak Türkan Şoray'ı alkış yağmuruna tuttu.
Ertesi gün, 2500 kişilik başka bir sinemada tekrar gösterilen 'Dönüş' ile Türkan Şoray, Moskova Film Festivali'nden 'Özel Ödül' kazandı.
'Dönüş'ün başarısı, Türkiye'deki izleyici sayısı ve Moskova Film Festivali'nde kazandığı 'Özel Ödül' ile sınırlı kalmadı.
Azerbaycan, İran ve Belçika Kadın Yönetmenler Film Festivali'nde de büyük ilgi görüp her gösteriminde ayakta alkışlandı.
Boynu henüz tam olarak iyileşmemişti, yoğun çalışma temposu nedeniyle doktorlarını tam anlamıyla çıldırtıyordu.
Ne var ki içindeki sinema ateşi yönetmenlikle daha da harlandı.
Yönetmenlikteki başarısının bir tesadüf olmadığını da gözler önüne sermeliydi.
'Azap'ı yönetmeye karar verdi.
'Dönüş'te olduğu gibi hem yönetmenlik hem de oyunculuk yapacaktı.
Hikâye şuydu; yürüyemeyen çocuğunun tedavi masrafı için İstanbul'a giderek böbreğini satan köylü bir kadın ile oğlunun dramı... Köylü kadını canlandıran Türkan Şoray, boynundaki soruna rağmen 6 yaşındaki bir çocuğu senaryo gereği sırtında taşıdı.
Çekilmesinden yıllar sonra, 11 - 12 yaşlarımdayken Mersin'de izlediğim 'Azap', ağladığım ilk film olmuştu.
Gerçi sinemadaki herkes ağlamıştı.
Kapıdan çıkarken bile hıçkırıkları devam edenlerin olduğunu çok iyi hatırlıyorum.
'Azap', bende öyle bir etki bırakmıştı ki...
Çok yaramaz olduğum için ağaçlardan, duvarlardan, inşaatlardan düşüp ayaklarımı, sırtımı, kollarımı defalarca sakatlamam ve bunların sonucunda annemin ne kadar üzülüp ağladığını hatırlatan filmin her sahnesi, başıma çakılan bir çiviye dönüştü.
Eve koşarak giderken 'Tamam anneciğim, artık yaramazlık yapmayacağım. Yemin olsun. Seni artık hiç üzmeyeceğim' diye mırıldandım.
'Azap', Türkan Şoray'ın yönetmenlik başarısının altını çizen film olurken kadın yönetmen olarak sinema sektöründe iyiden iyiye kabul görmesini sağladı.
Sonraki yıllarda yönettiği 'Bodrum Hakimi', 'Yılanı Öldürseler' ve 'Uzaklarda Arama' ile yönetmenlik kariyerinin tacına yenilerini ekledi.
Akşam vakitlerinde babaların kucağında koca bir kutuyla kan ter içinde evlerinin yolunu tuttuğu yıllar.
Babaların getirdiği kutunun tanımlanamaz bir heyecanla açıldığı, içinden çıkanın baş köşeye yerleştirildiği, annelerin en özenerek işlediği danteli üzerine yerleştirdiği yıllar.
Damlarda yine kan ter içinde anteni kurarken evdekilere 'Yayın geldi mi?' diyen babaların sesinin tüm sokakta yankılandığı yıllar.
Toplumsal yaşantıda köklü değişimlere neden olan TV'nin sinemaya darbe vurduğu yıllar.
Yaygınlaştığı ilk yıllarda TV'nin verdiği heyecanın sinemaya olan ilgiyi azaltmasıyla çekilen film sayısında hızla düşüş yaşanırken 15 yıl boyunca evinde değil, adeta setlerde yaşayan Türkan Şoray, 1975'te sadece bir filmde rol aldı.
Girdiği yeni dönemde arayış içinde olan Türk sineması, çareyi izleyiciye sinemada olmayanı izlettirmekte buldu.
Seks ve arabesk filmleri...
Sektörün dinamikleri değişiyor, sinema adına su akıp yolunu bir şekilde buluyordu ama Türkan Şoray gibi Türk sinemasının yükselişinde önemli katkıları olanlar?
Kimi evine çekilmek zorunda kaldı, kimi kendini şarkıcı olarak sahnelere attı.
Fahrettin Aslan ile Osman Kavran başta olmak üzere dönemin kalburüstü gazino patronları defalarca sahneye çıkma teklifinde bulundu.
Yılda 12 - 13 film çektiği dönemde bile doğru dürüst para kazanamayan Türkan Şoray, sahneye çıkmasının sinemayı yüzüstü bırakmak olacağını düşünerek her defasında 'Hayır' dedi.
Bir gün gazino patronlarından biri önüne bir bavul koydu. İçi, silme parayla doluydu.
O günkü parayı da sahneye çıkması halinde sonraları elde edeceği serveti de elinin tersiyle itti.
Türkan Şoray'ın uzak kalması Türk sinemasının ana dallarından birinin kırılması, köklerinden birinin sökülmesi olurdu.
Sinemanın doğa anası, Türkan Şoray'ın bağrından kopmasına izin veremezdi.
Türkan Şoray'ı sinemaya; sinemayı ise Türkan Şoray'a yeniden bağlayacak filmler gerekliydi.
Allah; işini sevenin, mesleğine saygı duyanın hep yanındadır ya...
'Deprem', 'Dila Hanım', 'Devlerin Aşkı' ve 'Bodrum Hakimi' hızır gibi yetişti.
Ve...
Yeşilçam Filmcilik, anlaşması olduğu Türkan Şoray için yeni bir film arayışı içindeydi.
Türkan Şoray dedi ki; "Kırgız Cengiz Aytmatov'un 'Kırmızı Eşarp' romanını çok sevdim. Onu çekelim."
"Ben, işleri bozulunca evini, çocuğunu ihmal edip teselliyi başka bir kadında arayan 'İlyas'ı mı yoksa bana sahip çıkan, çocuğuma babalık eden 'Cemşit'i mi seviyorum?"
'Selvi Boylum Al Yazmalım'...
O 'Selvi Boylum Al Yazmalım', 43 yıldır her kuşağı derinden etkiledi, etkilemeye de devam ediyor.
"Sevgi; iyilikti, sevgi; emekti."
'Selvi Boylum Al Yazmalım', Türkan Şoray'ın sinemaya olan sevgisinin, mesleğine duyduğu saygısının ve verdiği emeğin en yüksek dereceli ödüllerinden biri oldu.
1960 darbesinin ülkeyi ve her sektör gibi sinema sektörünü da bunalıma, kaosa ve bilinmezliğe sürüklediği yıl, tıpkı bir çölde yeşeren bir çiçek gibi Türkan Şoray da sinema da bu kez 1980 darbesiyle sınandı.
12 Eylül 1980 sabahı Orgeneral Kenan Evren'in "Silahlı Kuvvetler, aziz Türk Milleti'nin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü için yönetime el koymak zorunda kalmıştır' şeklindeki darbe açıklamasıyla yine ülke ve içindeki herkes, her sektör yeni bir sınava tabii tutuldu.
Sıkıyönetimle gelen sokağa çıkma yasakları, gelecek adına bilinmemezlik, doğal olarak sinema sektörüne derin bir darbe indirdi.
Ülkenin çehresinde radikal değişimlerin yaşandığı bu dönemde yeni bir arayış içindeki Türk sineması, feminist akımların etkisiyle kadınların özgürlüklerinin sorgulandığı, kimlik arayışında olduğu, erkeklerle eşitliklerinin sorgulandığı filmlere yöneldi.
Türkan Şoray, yaşanan değişimlere ayak uyduran, haklarının peşine düşen, erkeklerle eşitliklerini sorgulayan, kimlik arayışı içindeki kadınları canlandırması gerektiğinin farkındaydı.
Farkındaydı, farkında olmasına ama...
Ömer Kavur'un teklifi kabul etmesi için defalarca evine gittiği 'Ah Güzel İstanbul'da sevişme sahneleri vardı.
Türkan Şoray'ın rol almamasıyla 'Ah Güzel İstanbul'da kamera karşısına sinemaya yeni yeni başladığı için koşullanmaları olmayan Müjde Ar geçti.
'Ah Güzel İstanbul'un başarısı, benzer filmlerde rol almasına neden olduğu Müjde Ar'ı o dönemlerde özgür kadın karakterlerin simgesi haline getirdi.
Türkan Şoray'ın teklifi kabul etmemesi ortaya bir Müjde Ar çıkarmıştı ama ya kendisi ne olacaktı?
'Seni Kalbime Gömdüm', kariyerindeki yolun daha uzun olacağının bir göstergesi olurken özel hayatını da derinden etkiledi.
Kızı Yağmur Ünal'ın babası Cihan Ünal ile bu filmde tanıştı.
Hemen ardından yine Cihan Ünal ile başrolünde yer aldığı 'Mine', Türkan Şoray'ın 'Öpüşme ve sevişme sahnelerinde oynamam' kanununu gözden geçirdiği film oldu.
Feminist akımlarla cinselliğine sahip çıkan kadınlar günbegün artıp birçok tabu yerle yeksan olurken Türkan Şoray'ın 'Tabum da tabum' diye diretmesi yeni döneme ayak uyduramaması olacaktı.
Böylelikle çok sevdiği sinemadan ve izleyicilerinden kopacaktı.
Çağa ayak uydurmak için ya kurallarını revize edip sinemaya devam edecekti veya her daim sevilen ama mazide kalan bir dost olacaktı.
Ayrıca daha anlatılmasına ulaklık edeceği çok hikâye, dokunacağı çok hayat, mesleğine yapacağı çok yatırım ve meslektaşları için açacağı çok kapı vardı.
'Mine'; Türkan Şoray, senaryosunun dramatik yapısı içinde yer aldığı sevişme sahnesinde rol aldı. Tabularını yıktığı filmi için izleyicinin ne düşündüğünü öğrenme adına fark ettirmeden bir sinema salonunun arka koltuklarından birine oturdu.
Hiç de endişe ettiği gibi değildi.
İzleyicinin düşüncesi şöyleydi; "O bir Türkan Şoray'dı. Ne yapıyorsa iyi olacağına inandığı için yapıyordu."
İzleyicinin kendisine olan inancından doğan anlayış, tabularını yıktığı için Türkan Şoray'ın iç dünyasında herhangi bir hasara yol açmadı.
Önce 'Seni Kalbime Gömdüm', sonra da 'Mine'...
'Mine', sadece kariyerinde değil, özel hayatında da bir dönüm noktasıydı.
Sağlam karakteri, cesur tavrı, dürüstlüğü, içine kapanıklığı ve romantik yapısından dolayı ziyadesiyle etkilendiği Cihan Ünal'ın evlilik teklifine 'Evet' dedi.
Evliliği, dönemin en büyük magazin olayıydı.
Cihan Ünal ile evlendikten sonra taşındığı Ankara'daki evi, gazeteciler tarafından aylarca abluka altına alındı.
Kızı Yağmur Ünal'a 5 aylık hamileyken daha önce yapılan anlaşmadan dolayı 'Bir Sevgi İstiyorum'da kamera karşısına geçti.
Karnı, fark edilecek kadar büyüktü.
Karnı belli olmasın diye türlü türlü film hilelerine başvuruldu ama kâr etmedi.
Ne olacaktı ki?
İzleyici için Türkan Şoray ne yapsa, nasıl görünse kabuldü.
Türk sineması yeni arayış içinde olduğu, yeni bir yol bulmaya çabaladığı 1980'li yılların ortalarından itibaren patlak veren video akımının da darbesine maruz kalınca filmlerin kaliteleri hızla düşmeye başladı.
Ayrıca 3 bin olan sinema salonu sayısı 250'ye kadar düşmüştü.
Bir de yüksek bütçeli ABD filmleri artık tüm dünyayla aynı anda Türkiye'de de gösterime giriyordu.
ABD filmleriyle yaşanılan rekabette yenik düşüldüğü 1990'lı yıllarda Türk sineması durma noktasına geldi.
O dönemde 'Yok' denecek sayıda film çekilmesi üzerine Türkan Şoray, filmografik özelliklere sahip dizilerde rol alarak annelerinin - ninelerinin idolü, babalarının - dedelerinin eşi - sevgilisi olduğu yeni neslin de çekim alanına girip hayranlığını kazandı.
İzleyicisi için inanç, güven, sevgi, aşk, umut olan Türkan Şoray, sinema sektörü için mücadeleydi, eskiyle yeni arasında köprüydü, gelecekti.
Geçinmekte zorlanan sinema oyuncularına el uzatmak amacıyla 1988'de kurulan Sinema Oyuncuları Derneği olan SODER'in ilk başkanı seçilmesiyle oyuncuların sosyal, yasal, ekonomik özlük haklarını ve mesleklerinin saygınlığını korumaya yönelik çalışmaları dernek çatısı altında daha verimli hale getirdi.
Derneğin yönetim kurulu üyeleriyle birlikte dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Tınaz Titiz ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı İmren Aykut'un makamlarında ziyaret edilmesiyle devlet - sinema ilişkisi başlatıldı.
İlk faaliyetleri ise sigortası olmayan oyuncuların sigortasını başlatmaktı.
Bir yandan sinemanın ve sinemacıların saygınlığını ve varlığını sürdürebilmesi için konuyla ilgili düzenlenen kurultaylarda, yürüyüşlerde, panellerde ön safta olan Türkan Şoray, diğer yandan sosyal sorumluluk projelerinin yüzü haline geldi.
Rol aldığı, bir sosyal sorumluluk projesi olarak çekilen 'Berdel', European Film Festivali'nde Avrupa'nın en iyi filmi seçildi.
Filmi Valencia Film Festivali'nde izleyenler, 'En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nün Türkan Şoray'a verilmemesini protesto etti.
Halkın bu kadar sevgisine mazhar olunca siyasi partilerin ilgi alanına girmemesi mümkün olmazdı.
Her dönem, siyasi partilerin milletvekili olması için teklif götürdüğü Türkan Şoray, her defasında memlekete sanatçı olarak yarar sağlamaya devam edeceğini söyleyerek teklifleri geri çevirdi.
Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı ve Bolluca Çocuk Köyü'nün gönüllü annelerinden olan Türkan Şoray, Bakırköy Ruh ve Sinir hastalıkları Hastanesi Yardım ve Güzelleştirme Derneği'nin fahri başkanı seçildi ve 2010'da UNICEF'in 'İyi niyet Elçisi' de oldu.
Yıl 1973...
Bir gün Rumelihisarı yolu üzerinde yürüyen iki çocuk gördü.
Otomobiline aldığı çocuklar, okullarının evlerine uzak olduğu için her gün çok yürüdüklerini söyledi.
Türkan Şoray, bunun üzerine ilgili mercilerle iletişime geçerek Rumelihisarı'ndaki gecekondu mahallesine okul yaptırdı.
Adı, okula verilen Türkan Şoray, okul yaptıran ilk ünlü oldu.
Adı yiyeceklere, kirpik şekillerine, halı motifine ve benzetmelere verilmesi Türkan Şoray'ın neden tüm Türkiye'yi kapsayan bir sanatçı olduğunu gözler önüne seriyor.
Türkan Şoray Göbeği
2,5 su bardağı su, 100 gr margarin, 1 çorba kaşığı şeker, 1 tutam tuz yağ eriyinceye kadar karıştırılır. 2,5 su bardağı un ilave edilir. Tahta kaşıkla karıştırılarak 10 dakika pişirilir. Ilıyınca 3 - 4 yumurta kırılır. Elle yoğurulur, ceviz büyüklüğünde parça alınır. Elde şekillendirilir. Serçe parmağı sıvı yağa batırılır. Ortası delinir, soğuk yağın içine bırakılır. Ocak üstüne alınır, sallayarak kızartılır. Kızaran tatlılar, soğuk şuruba atılır. 2 - 3 dakika bekletilir, servis tabağına alınır.
Türkan Şoray Dudağı
2 su bardağı ılık süt, 1 su bardağı sıvı yağ, 1 tatlı kaşığı tuz, 2 tatlı kaşığı şeker, 1 pkt instant maya, aldığı kadar un.
Tarifi: Yoğurma kabına maya ve şeker koyup üzerine ılık süt ilave edip, 5 dk mayanın kabarması beklenir, sıvı yağ, tuz ve un eklenip yumuşak bir hamur elde edilir. Yoğrulan hamur 30 dk mayalanmaya bırakılır Mayalanan hamurdan mandalina büyüklüğünde parçalar alıp yuvarlayıp ortasına avuç içiyle bastırıp iç harç konur, yumurta sarısı sürüp, 170 derecede kızarana kadar pişirilir.
Türkan Şoray Kirpiği
Delikli bir örgü motifi. Haroşa olarak örülmüş iki sıra üzerine ajur yapılarak içinde 9 ilmek çıkarılır, çıkarılan ilmikler tekrar haroşa örülür. Her iki sırada ajur açılarak işlem tekrarlanır.
Türkan Şoray Eteği
Lunaparklardaki balerinin ikinci ismi.
'Sen bunları Türkan Şoray'ın dudakları mı sandın?'
Askerde sözünü dinletemeyen başçavuşun rütbesini göstererek erlerden emirlerine itaat talebi.
Türkan Şoray gibi şafaklamak
Çok şaşırmak, afallamak, donup kalmak.
Türkan Şoray Göbeği
Kayseri ve yöresinde dokunan yün halılardan pastel renkli, göbekli model halı Türkan Şoray Göbeği olarak adlandırılmış.