Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili Adayı Hasan Cemal'den Fatih Altaylı'ya açıklamalar
Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili Adayı Hasan Cemal'den Teke Tek'te Fatih Altaylı'ya açıklamalar. HDP'den gelen milletvekilliği teklifinin arka planını anlatan Cemal, "Pervin Buldan Hanım 'olur musun' dedi. Ben de önce mırın kırın ettim, yapamayacağım dedim. Kalktım eve geldim. Evde eşim Ayşe sağolsun. Ayşe 'nasıl kabul etmezsin. Bunca yıldır Kürt sorunuyla uğraştın. Gir Meclis'e siyaset yap' dedi. Makul geldi. Pervin Hanım'ı aradım 'karım beni ikna etti, teklifiniz hala geçerli mi?' dedim. 'Evet' dedi, ben de kabul ettim" diye konuştu
Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili Adayı Hasan Cemal'den Teke Tek'te Fatih Altaylı'ya açıklamalar...
Cemal'in konuşmalarından öne çıkan başlıklar şöyle:
Yetmez ama evet'ten neden pişman olayım? Bir defa eleştiri hakkı kutsaldır. Demokrasi var diyorsak, her Allah'ın günü yazı yazanlar insan olarak eleştirildik. Yetmez ama evet konusunda bana yöneltilen eleştirileri saygıyla karşılıyorum. Bazıları kampanya halinde bir kişilik katline dönüştü. Kötü niyetli yapıldı. Ben de onlara dönüp, 'siz de darbecisiniz' diyorum. Bana bu kadar şey yapanları darbecilikle suçluyorum. O Anayasa değişikliği önce Venedik Komisyonu'na gönderildi. AB ve Avrupa Konseyi kendisine gelen herşeye demokrasiye uygun mu, değil mi diye bakan yer. Kendilerine gelince 'evet bu bizim ilkelerimize uygundur' dedi. Bu değişlik HSK'nın seçmen tabanını genişletiyordu. Bunu görünce yeterli değil ama 'evet' dedim. Bu çıktıktan sonra bu teklif Anayasa Mahkemesi'ne götürüldü. AYM çok kritik hükmü iptal etti. Bu teklifin demokratik özelliği çok büyük darbe aldı. HSK'yı Fetullahçılar ve başkaları dolduruldu. Yetmez ama evetçilerin sayısı kaç? Bizmi getirdik Erdoğan'ı iktidara? Hayır. Benim gibi bazı yazarlar, gazeteciler Erdoğan'ı 2010'dan sonra en sert eleştirenlerin arasında yer aldı. Sabah akşam bunu söyleyenleri ben de onları demokrasinin oy tabanının genişletilmesine karşı çıkan genellikle darbecilikle suçluyorum.
"HASAN ABİ DEYİNCE ERTUĞRUL'UN GÖZÜ PARLADI"
O sırada asker kişiler, kuvvet komutanlarından biri Erdoğan'a dönük eleştirel bir açıklama yapmıştı. Ben onu sordum Erdoğan'a. Cevap vermeye başlarken 'Hasan abi' diye başladı. Ertuğrul'a baktım, gözleri parladı. Ertesi gün Hürriyet gazetesinin tepesinde 'Hasan abi' çıktı. Sonra bu hiç bitmedi. İBB Başkanı seçildi. Zaman zaman o dönemde çok sık olmamakla birlikte görüştüm. Sonra AK Parti'nin başına geldi. 2001 falan olacak Türkiye seçimlerine gidiyordu. Bir gün bir baktım Milliyet'in tepesinde Tuncay Özkan'ın manşeti, 'Hasan Cemal'in değişmeye hakkı var da benim değişmeye hakkım yok mu?' diye. Neden bunu yapıyor? O sıralarda Cumhuriyet'te Nilgün Cerrahoğlu bir röportaj yaptı Erdoğan'la. Erdoğan'ı da sıkıştırdı. Erdoğan da 'Biz dinimizi yaşamak isteriz, dinimize aykırı olan şeyleri iktidara gelince değiştirmek isteriz, bizim için demokrasi tramvaydır, durağı gelince ineriz' dedi. Ben de ertesi gün çok ağır yazı yazdım. 'Hasan Cemal neden değiştiğini kitap halinde yayınladı. Siz Türkiye'yi yönetmeye talipsiniz, sizin değiştiğinizi daha ayrıntılı olarak anlatmanız lazım' dedim. Bu burada kesildi. Sonra seçimler oldu, kazandı Erdoğan ve parti.i
"HİLMİ ÖZKÖK PAŞA 'HAYIR' DEDİ ABD İCAZET VERMEDİ"
'Ben bundan sonra söylediklerine değil, yaptıklarına bakacağım' dedim. Yaptıklarına göre karar vereceğim dedim. Adım adım izlemeye başladık. AB konusunda demokratikleşme adımlarını ciddi olarak atmaya başladı, laf değil. İkincisi Ecevit'in Başbakanlığı döneminde Kemal Derviş'in uyguladığı ekonomik programı devam ettirdi. AB konusunda adım attığı gibi AB'de tarih almak için başka adım attı, o da Kıbrıs'ta. Annan Planı'nı kabul ediyorum dedi. Annan Planı'nın radikalliğini Türkiye'de hiçbir başbakan yapamadı. 2003'den itibaren asker içinde, Jandarma Komutanı Şener Eruygur, Ayyıldız ismini taşıyan darbe kumpasları vardı. Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in günlüklerinde, Cumhuriyet muhabiri yazarı Mustafa Balbay onun günlükleri, İlhan Ağabey bolca geçer. O dönemde düşünülen şuydu; ne yapıp AB yolunu kesmemiz lazım. AB'den tarih alırsa güçlenir bu adam ve biz bu yolu keselim. Bu çok açık açık yazıldı o dönemde. Haberlere konu oldu, Cumhuriyet'in manşetine konu oldu. O zaman Mümtaz Soysal, İlhan Abi çok açık yazardı, Rauf Denktaş açık söylerdi 'Durdurmak lazım' diye. Ama bu darbe tertipleri başarıya ulaşamadı. O zamanki Hilmi Özkök Paşa 'hayır' dedi. ABD'den de icazet alamadılar. Bu iki şey dolayısıyla harekete geçemediler.
"ÖZDEN ÖRNEK GÜNLÜKLERİ KONUŞMANIN ÖTESİNE GEÇMİŞ"
Cumhuriyet mitinglerinin arka planında bunların yolunu kesmek vardı. 9 Mart 12 Mart döneminden bilirim bu arka planları. Ortalık yere böylesine serilmesine 'dur bakalım' dersin. Darbe yapmamış ama oturmuş 'biz bu darbeyi yapalım' demiş. Özden Örnek günlükleri konuşmanın ötesine geçmiş. Bu tertipler olurken aynı zamanda o konuda da Erdoğan'ı destekledim. Kürt meselesinde Erdoğan, askerin gölgesinden çıkarmaya başladı. Daha ileri gitti, Oslo görüşmelerine kendi temsilcisini şimdiki MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı, Kandil'den gelenlerin karşısına oturttu. İmralı'yı asker gölgesini kaldırdı. O zamana kadar İmralı sadece askerin tekelindeydi. 'Hayır bundan sonra siviller görüşecek' dedi. Diyarbakır'da 'devletin yanlışları vardır, biz bunu çözmek zorundayız' dedi. Bütün bunlar önemli adımlardı. Sonrası gelmedi. Sonrasında bütün yaptıklarının tersini yaptı. Demokrasiyi, özgürlükleri çiğnedi. Demokrasi değerlerine sırtını döndü. Yüzünü doğuya, İslam'a çevirdi, Batı'ya sırtını döndü. Türkiye'de krizler ülkesi haline gelmesi için bütün adımları attı.
"2007'DEN SONRA HAYATIMIN EN AĞIR HATALARINI YAZDIM"
Türkiye'de 'eğer müslümansa bundan bir şey çıkmaz' diyenler vardır. Bunlara ne yapsan bir şey olmaz. Son tahlilde Erdoğan'ın ilk dönemde attığı adımlar demokrasiye ters değildir. Onlara bakarak 'bu adam demokrasiye gitmiyordu' diyenlere diyeceğim bir şey yok. Ben somut adımlara bakarak o dönemde destekledim. 2006-2007'den itibaren hayatımın en ağır yazılarını yazdım. Ben de gazeteci olarak Türkiye'nin halen de öyle olan en yakıcı sorunudur Kürt sorunu. Bu Kürt sorunu çözelecekse sadece yurt içinde siyasilerin atacakları adımlarla kolay değildir, dedim. Kandil'dekiler ne düşünüyor, anlamam lazım dedim. 2009'da Murat Karayılan'la uzun konuştuk. 2011'de tekrar Karayılan'la uzun görüştüm. 2013'te çözüm süreci başlamıştı. Beni o zaman Milliyet gazetesi kapının önüne koydu. O sırada ben de t24'de çalışmaya başladım. Yine Kandil'e gittim. Cemil Bayık, Sabri Ok'la hepsiyle konuştum. Türkiye'den çekiş sürecini izlemek istedim. Biz bunlara Türkiye'de terör örgütü, teröristler, terörist başları deyip durduk. Sonra çarpıtmadan yazdım, bu kadar basit.
"EŞİM AYŞE ISRAR EDİNCE TEKLİFİ KABUL ETTİM"
Geçmişte bir kere milletvekilliği teklifi geldi. SHP Lideri Erdal İnönü teklifte bulundu. Nazikçe reddetmek zorunda kaldım. Sonra hiç düşünmedim. Bu yıla gelene kadar da düşünmedim. Yalnız bu arada beni HDP Danışma Kurulu'na seçti 8-10 ay önce. Üçüncü toplantısını yaparken bundan 1 ay önce. Pervin Buldan Hanım 'olur musun' dedi. Ben de önce mırın kırın ettim, yapamayacağım dedim falan. Kalktım eve geldim. Evde Ayşe sağolsun. Ayşe 'nasıl kabul etmezsin. Bunca yıldır Kürt sorunuyla uğraştın. Gir Meclis'e siyaset yap' dedi. Makul geldi. Pervin Hanım'ı aradım 'karım beni ikna etti, teklifiniz hala geçerli mi?' dedim. 'Evet' dedi, ben de kabul ettim.
"BU SORUNU ÇÖZÜM RAYINA OTURMADAN BİR YERE GİDEMEZ TÜRKİYE"
Benim çenem açılmaya başladı. Daha hızlanmaya başladım. Not falan almadan takır takır konuşuyorum. Siyasetin kolaylığı var, istediğin gibi söyle. Hele dokunulmazlığın olunca daha da olacak. Erdoğan'ın nesine kızıyorsan dan dan dan söylersin. Uğur Mumcu'ya bazen telefon ederdim 'iyi ki varsın Uğur' derdim, çok hoşuna giderdi. Mumcu hakikate çaktı mı çakardı. O da herkesin içini rahatlatırdı. Sende de ona benzer bir şeyler var. Ben en sert yazılarımı Erdoğan'a yazdım. Yapacağım ilk şey Türkiye'de çökmüş, çürüşüm bir düzen var. Bu düzeni 14 Mayıs'tan itibaren değiştirmemiz lazım. Bunun ilk yolu önce Erdoğan'dan kurtulmaktır. Erdoğan'dan kurtulabilirsek bu çok iyi bir başlangıç olacak. Ondan sonra Türkiye'nin düğümlerini çözmeye başlamamız lazım. Bu kolay bir iş değil. Hukuk devletini kuracaksın, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığını, bu kadar haiste yatan insanları, yeniden toplumsal ve siyasal barışı kurup, tesis edip birtakım adımlar atmak lazım. Çok iş var. En başta da Kürt sorunu var. Kürt sorunu çok yakıcı sorundur. Bu sorunu çözüm rayına oturtmadan Türkiye bir yere gidemez. Bir de ekonomi var tabii.
"BU TÜRKİYE SİYASİ TARİHİNDE BİR İLKTİR"
Bugün bir şansımız var. İlk defa Türkiye'de çok partili demokrasiye adım attığımız 1950'lerden bu yana 50 yıldan bu yana ilk defa 6 farklı parti, bu nokta çok önemli, ilk defa bu 6 parti bir demokrasi ittifakında anlaştılar. Bu Türkiye siyasi tarihinde bir ilktir. Sonra Kürtler, Emek ve Özgürlük Hareketi, HDP ve şu anda bizim katıldığımız çatı partisi olarak Yeşil Sol, onlar da bu uzlaşmanın içine Cumhurbaşkanı adayı çıkarmadan Kılıçdaroğlu'nu destekliyoruz dediler. Bu da çok önemli. Bu Türkiye'nin en büyük eksikliği olan uzlaşma ruhunun yakalanıyor olmasıdır. Türkiye'de siyaset hep kavga olarak yapıldı. Bütün kavgalarda sürekli darbeler oldu. Siyasal partilerin hepsi kendi aralarında askere 'dur kardeşim biz demokrasi yapacağız, sen bu işe karışma' diyemediler. Karşılıklı bütün sohbetlerimizde hepsi askerden şikayet ettiler ama bir arada olup diyemediler. Askerin çizdiği siyasi çerçeveyi demokrasi oyunu olarak kabul edip, bir yerlere gitmeye çalıştılar.
"TÜRKİYE'NİN UZLAŞMA RUHUNA İHTİYACI VAR"
İlk defa 6'lı Masa ve Emek ve Özgürlük Hareketi ile birlikte, siyasal İslamcılar, milliyetçiler hepsi bir arada bir uzlaşma kurulmaya başlandı. Önemli olan kavga değil, oturup bir masada karşılıklı bir diyalog kurup, şakır şakır konuşarak bir yere varmak. Sorunları masaya yatırıp, kolayından zoruna gitmek. Sorunları zamana yaymak. Zor olanı arkaya atmak ve yürümek. Bu demokrasi kültürünün gerektirdiği diyalog ve uzlaşmadır. Başka türlü demokrasi yapamazsın. Türkiye'nin uzlaşma ruhuna ihtiyacı var. Türkiye'nin sorunları çok büyük. Erdoğan'ın tek adamlığı Türkiye'de çökmüş ve çürümüş bir düzen bıraktı. Bu mevtayı kaldırmak, Türkiye'yi demokrasi yoluna sokmak. 100 yıl önce kurulan Cumhuriyet'i 100. yılında demokratik Cumhuriyet'e dönüştürmek fırsatı elimizde.
"BİR PAZARLIĞIN OLDUĞUNA İNANMIYORUM"
Perde arkasında ne olup bittiğini bilemem, böyle karşılıklı 'şu şartla destekliyorum' gibi bir pazarlığın olduğuna inanmıyorum, ihtimal de vermiyorum. Türkiye Erdoğan'dan kurtulmadan, tünelin ucundaki umut ışığı yanmaz. Türkiye'nin yeniden değişimi için bir umut ışığının yanması. Erdoğan gittikten sonra Türkiye'yi yeniden değiştirmek, bu çökmüş, çürümüş düzeni değiştirmek için ilk adım bu. Ondan sonra da şu 6'lı masa bilmem kaç sayfalık mutabakat imzaladılar. Yargı bağımsızlığı, özgürlükler, hukuk devleti, demokrasi bütün bunlar yazıldı hepsi. Ekonominin yeniden dönüşümü. Bir yerde hükümet programı yazıldı. İlk defa oluyor bu. Aynı şekilde HDP'nin Yeşil Sol Parti'nin seçim bildirgelerine baktığın vakit gayet güzel ve demokratik programlardır. Erdoğan'ın gidişi bir başlangıç. Sonrası var, kolay mı değil. Demokrasiler zaten iktidardaki partinin devrilmesiyle başlıyor.
"ERDOĞAN'IN YAPTIĞI SİVİL DARBE DÜZENİ KURMAKTIR"
Sadece İçişleri Bakanı bunu bir darbe olarak nitelemedi. Dün Erdoğan'ın sözleri var. Kalktı dedi ki, 'Kılıçdaroğlu'nu seçmek demek bir yerde darbedir' demeye getirdi. Seçim sandığından milletin oylarıyla çıkan iktidar nasıl oluyor da kabul edilmiyor? Nasıl oluyor da darbe anlamına geliyor? Aslında Erdoğan'ın yaptığı seçim sandığından çıkıp sivil darbe düzeni kurmaktır. Özellikle 15 Temmuz'dan sonra. Seçim sandığından çıkmışlardır, demokrasiyi seçim sandığından ibaret görüp, tek adam olarak ne hukuk devleti, ne yargı bağımsızlığı ne özgürlükleri tanımışlardır. Hapishaneler gazeteci, siyasetçi dolu. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala hapiste. Bunlar AİHM'in, uluslararası mahkemelerin kararlarına rağmen içerideler. Türkiye'de Cumhurbaşkanına hakaretten binlerce insan içeride. HDP yüzde 50'lerle, 60'larla, 70'lerle belediye başkanlığını kazandı, hepsi kayyuma verildi. Bu bir devlet darbesi. Binlerce Kürt siyasetçi hapiste. Bir sürü insan yurt dışında sürgünde yaşamaya mahkum.
"ERDOĞAN'IN KURDUĞU TUZAĞA DÜŞTÜLER"
PKK Erdoğan'ın o zamanki şeyine cevap verip, savaş rolü kabul etmesi, hakikaten Erdoğan'a büyük destek vermiş oldu. O dönemde o şeyin başlamasında, savaşın yeniden parlamasında soru işaretleri var. Orada polislerin ölü bulunması. Orada o kıvılcım yangını başlattı. Orası da karanlık. Bununla birlikte PKK'yi ben de o dönemde eleştirdim. Erdoğan'ın kurduğu oyuna ya da tuzağına düştü. O yüzden de Erdoğan Türkiye yeniden kana bulanınca 1 Kasım'da büyük farkla kazandı.
"SİLAH BIRAKMADAN BU SORUN ÇÖZÜLMEZ"
Millet İttifakı'nın PKK'ya, Kandil'e bağlı olduğunu iddia etmek, olmaz böyle şey. Şunu bir kenara yaz. Selahattin Demirtaş da Edirne'den söyledi. 'Bizim PKK ile HDP'nin bağı yoktur' dedi. 'Eğer biz Erdoğan'ı indirirsek PKK'nın silah bırakması için elimizden gelen herşeyi yapacağız' dedi. 7-8 yıldır PKK'nın mutlaka silah bırakması gerektiğini savunuyorum. Silahla bir yere gidilmez. Bu benim söylediğime Kandil'in bir bölümü de, belki büyük bölümü de katılıyor. HDP'nin de büyük çoğunluğu katılıyor. Silah bırakmadan bu sorun çözülmez.