Rumeli Feneri'nde bir gün
Burası Marmara Denizi'nin bittiği, Karadeniz'in başladığı nokta. Havası, balığı güzel.
Rumeli Feneri’yle ilk tanıştığım zamanı hatırlıyorum; karlı bir kış günüydü, yollar kapalı... İstanbul’da kar-kış keşmekeşi yaşanıyordu, ben de bu kargaşadan kaçmak için yollara düşmüştüm yine. Avare günlerimden biriydi kısacası. “Bugün ne yapmalı, nereye kaçmalı?” derken, ormanın içinde kıvrıla kıvrıla giden asfalt yoldan Rumeli Feneri’ne gitmiştim. Karşıma çıkan manzara bir film karesi gibiydi.
O gün bugündür, hangi mevsim olursa olsun, “Nereye kaçsam?” dediğimde sığınacak limanlarımdan biridir Rumeli Feneri. Sahilde yürürüm, fenerin hemen yanındaki restoranda oturup dalgaların küçük limanı ve dalgakıranı dövüşünü izlerim, çınar altındaki kahvede sobanın başında saatlerce otururum... Geçtiğimiz hafta yine böyle bir günde yoldayım; Sarıyer’den Rumeli Kavağı’na, oradan Garipçe’ye ve nihayet Rumeli Feneri’ne varıyorum. Hava güneşli olduğu için bu defa kahvenin önündeki masalardan birine ilişip sohbeti dinlemeye başlıyorum. Aslında buna sohbet demek doğru mu bilmem; coşkulu, yüksek sesle tartışır gibi konuşuyorlar. Sesler birbirine karışıyor, arada sataşmalar oluyor. Karadeniz insanının coşkusu hâkim muhabbete.
Yanımda oturan Yasin Bey’le tanışıp laflamaya başlıyoruz. Kendisi, Rumeli Feneri’ndeki 300 yıllık tarihi Ramazan Ağa Camii’nin imamı. 25 yıldır burada yaşadığını ve görev yaptığını, telaşlı sohbetlerin buranın doğal hali olduğunu anlatıyor. Sahil Güvenlik’ten emekli Hüseyin ve İsmail beyler de sohbetimize katılıyor: “Konuşur konuşur dururuz ama sonuçta mühim bir şey çıkmaz. Rumeli Feneri halkı pek misafirperver, hemen hepsi bana çay ısmarlıyor, kim olduğumu ve burada ne yaptığımı bilmeden. Otomobilime park yeri ararken de yardımcı olmak için adeta birbirleriyle yarışıyorlar.
RUMLAR, TÜRKLER VE RİZELİLER
Rumeli Feneri halkı, 100 yılı aşkın bir süre önce Rus Harbi sırasında Rize’den göçüp gelmişler. Zaten ilk bakışta küçük bir Rize kasabasına benziyor burası. Nüfusun neredeyse tamamı Rizeli, onlardan önce ise Rumlar ve Türkler bir arada yaşarmış burada. Hemen herkes balıkçılık ya da balıkçılıkla ilgili işlerle uğraşıyor. Rumeli Feneri’nin merkezi küçük bir sokak. Fenerin yanıbaşındaki virajlı dik yokuş ise sizi limana indiriyor. İşte o liman, tam Marmara Denizi’nin bitip Karadeniz’in başladığı nokta. “1980’lerden sonra şehre karıştı burası. Öncesinde askeri bölgeydi, öyle elini kolunu sallaya sallaya giremezdin. Özal döneminde onun talimatıyla zincir kalktı” diye anlatılıyor kahvedeki sohbette. Yüzlerindeki ifadeden, bu durumdan memnun olmadıkları hissediliyor. “Ama iyi tarafları var” diyorlar. “Çevre gelişti. Eskiden daha kendi içimize kapanık yaşardık.” Cenevizlilerden kalma kaleyi, fenerin girişindeki Sarı Saltık Türbesi’ni, balık restoranlarını, şimdiki adı Golden Beach olan eski Vos Vos kampını uzun uzun anlatıyorlar... Daha anlatacak çok şeyleri olduğunu anlıyorum, ama artık bir dahaki sefere. Birbirimize telefon numaralarımızı veriyoruz. “Gelince ararım” diyorum, “Aramana gerek yok biz hep burdayız. Değilsek de sor, iki dakikaya burada oluruz” diyorlar...
Fotoğraf çekin, kendinizi dinleyin
Rumeli Feneri, Sarıyer’den 12 kilometre uzaklıkta. 15 Mayıs 1856’da hizmete giren fener, o günden beri İstanbul Boğazı’na Karadeniz’den giriş yapan gemileri karşılıyor, gidenleri uğurluyor. Burası İstanbulluların doğa ve tarihle buluşma yeri. Taze balık keyfi yapın, Cenevizlilerden kalan kaleyi gezin, fotoğraf çekin, yürüyüş yapın, uzun uzun denizi seyredip kendinizi dinleyin... Nasıl hafiflediğinizi dönüş yolunda hissedeceksiniz. Hafta içi yalnızlığın tadını çıkarabilirsiniz, ama hafta sonu burası cıvıl cıvıl oluyor.