Kalbin patikası mideden mi geçer?
Şunu çoğu zaman düşünürüm; başarıya ulaşmak çok önemli tamam ama o geldiğiniz tepeyi elinizde tutmaksa daha meşakkatli ve hayati... Neden mi? Anlatayım
Siz başarıyı ele geçirince namzet olmaktan sıyrılırsınız. Artık gözler üzerinizde ve tetiktedir. Yani artık teyakkuz zamanıdır. Her şeyden önce ele geçirdiğiniz tepe var ya. Onu tahkim etme zamanıdır. Sağını solunu inşa eder, mukim hale geçersiniz. Ezcümle artık başarıyla birlikte yaşarsınız ve bunun muhtelif yüklerini taşırsınız.
Önce maddi yükler. Bu ne ola? Bu yolda durmak memnudur. Her daim yolda olmanız gerekir. Nereye? Nereye olacak, bir yukarıya... Biliyor musunuz? Bu kota geldiğiniz vakit eğlenemezsiniz. Yukarıya bakmanız şart. Ola ki icabını yerine getirmediniz ya da getiremediniz. O vakit ne olur? Coğrafyamızın şahane deyişi devreye girer: “Mukadderat. Ne yazılı ise o olur!”
Ali Esad Göksel'in HT Cumartesi'de yer alan yazısına göre, iki uç arasında büyümek, yaşamak. Müşkül bir şey, bu belki kaderiniz. Belki de... Zıtlıklarla örülmüş hayatınız. Nereden nereye baktığınıza göre. Sakin ve mutlak inanca sahip bir baba. Matematik ve analitik bir Alman eğitimi. Ve ikisi arasında bir öğrenci. İstanbul Erkek Lisesi ve evi arasına sıkışmış. Almanca bir deyiş vardır. Müziği dahi baştan çıkarıcı olan Qual der Wahl “Tercih yapma gereğinin acımasızlığına” dair...
Neyse ki zorlayan olmaz ise ertelersiniz. Benim hikâyemdeki gibi. Etrafınızda bir sevgi kozası sizi hayata, acımasızlığa karşı korur.
Nereden mi icap etti bu bilanço? Her gün okuldan çıkar dedeme giderdim. Sirkeci’de Meserret’e; o zaman İstanbul’unun cazibe merkezlerinden. İşte benim erteleme seansım bu rotada geçti: Ulu Hakan’ın Düyun-u Umumiyesi. Tam karşısında İttihad ve Terakki’nin konağı. Köşemizde İran’ın Bab-ı Âli’ye yakın elçiliği. Aralarından kıvrılır, çelimsiz ve çevik bacaklarımla Çetin Altan’lı Akşam Gazetesi’nin yanıbaşından aşağıya ulaşırdım. Kısa bir mola ve devam. İstikamet kalbime giden patika... O zamanın açık ara en iyi eşraf lokantasına. İstanbul Lokantası favori adresimizdi. Başarının tepesi: Mutfak, servis, atmosfer...
O yaştaki aklımla hesaplar yapardım. Bu başarı nasıl elde ediliyor? Hesapla, kitapla, çalışmakla... Bu gündüz analizi kafama yatardı. Sonra eve ulaşma nefeslenme vakti. Artık babamın bilgece sükûneti var ya... Bir de gece ev hali analizi yapılırdı. Sonuç: Başarıya inanmanız da lazım!
BAŞARININ DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
Cağaloğlu, Bab-ı Âli ve Sirkeci merkezdi. Ne merkezi? Neyin merkezi? Payitahtın, ülkenin merkezi... Ekonomi ve gücün merkezi. Elbette başarının da merkezi. Bu hat üzerinde varolurdunuz. Namzet ve tescil olunurdunuz. Her konu ve beher başlıkta...
Bu coğrafya mutfağımızın da merkezi idi. İstanbul Lokantası’nın yamacında bir diğer yıldız bulunurdu: Konyalı. Sirkeci Kasapları, Beyti Bey buraya gelirdi. Eşraf bitmedi, Borsa Lokantası, Mısır Çarşısı Pandeli Lokantası... Bunların yanı sıra esnaf lokantaları. Filibe Köftecisi hatırımdakiler. Biliyor musunuz bu artık yok. Bu insanlar gittiler. Toplum değişti. Âdetler değişti. Şehir değişti ve eski merkez değişti. Yok oldu...
Başarının tarifi de değişti. İnanmak ve sevmek gereksiz oluverdi ya da öyle olduğu varsayıldı. Çocukluğumdaki patika rota değiştirdi. Bütün bu hikâye bir nostalji krizi değil. Sahip olmuş olduğumuz ve şimdilerde şüpheye düştüğümüz tarih. Oysa ben gördüm, yaşadım, hatırlıyorum...
Mutfak hayatımızın merkezinde idi. Ekonominin sevecen muzip tosunu idi. Yoluna düşmek için çapkın bir menzil idi. İşin güzeli nabzı kültürel gündem ile birlikte atmada idi. Ne oldu da taşıyamadık? Nasıl oldu da koruyamadık? Mecalimiz yetmedi yükün altına giremedik. Başarının dayanılmaz ağırlığına teslim olduk.
Şimdiye dek yaşamamış gibi sessiz sedasız seyrettik. Nihayet sorgulama zamanı gelmiş olmalı. TURYİD güzel bir işe önayak oldu. Geçtiğimiz perşembe toplandık bunları konuştuk.
Jale & Alan Yau ile GastroEkonomi Zirvesi’nde...
Önümüze baktık, küresel ölçekteki başarıları dinledik. Neler yapılabilir, akıl yürütüldü. Özel sektör, devlet ve sivil toplum bir arada. Reddetmeksizin birbirlerine baktılar. Aslında olması gerektiği gibi. İngilizlerin deyişi şahanedir: Hiçbir zaman geç kalmış değilsiniz! Yani yolcu yolunda gerek.
YEPYENİ BİR KALKINMA ARACI OLARAK GASTRONOMİ
Yepyeni bir ekonominin parçası: Günümüz ekonomisinde kültüre dayalı sektörler pek çok küresel kent ve ülkenin hem istihdam artırarak büyümesine hem de markalaşmasına önemli katkıda bulunuyor.
Büyüme hızı geleneksel sektörleri geride bırakıyor.
Kalkınmanın en yeni kaldıracı.
Kamu ve özel sektör için geniş bir işbirliği imkânı: Girişimcilerin, ülke yerel ve merkezi yönetimleriyle birlikte çalışması sonucu bugün, kendi mutfak kültürleri zengin olmayan Danimarka ve Peru gibi ülkeler uluslararası
bir marka durumuna gelmiş durumdadır.
Uluslararası kuruluşların önceliği: Avrupa Birliği’nin Avrupa 2020 hedefleri çerçevesinde oluşturlan gastronomi şehirleri projesi, gastronominin ekonomik kalkınmaya ve turizme olan katkısının resmi tanımını oluşturuyor. Bu
çerçevede Romanya’dan Fransa’ya iyi bilinen mutfaklardan bilinmeyenlere politikalar belirleniyor. BM’nin Dünya Turizm organizasyonu 2014’ten bu yana Gastronomi Turizmi’ni özel bir alan olarak destekliyor.
Katma değeri kendiliğinden yüksek ihraç ürünleri: Tayland, Peru, İspanya, Japonya gibi ülkeler mutfaklarını hem dünyanın önde gelen şehirlerinde gastronomik restoranlar açılmasını destekleyerek hem de mutfaklarındaki yiyecekleri pazarlayarak katma değeri yüksek bir ihracat ürününe dönüştürüyorlar.
Çok geniş bir gastronomi ekosistemi: Artık yeme-içme, gastronomi, küresel olarak, televizyon programları, gazete sayfaları, dergiler, kitaplar aracılığıyla çok önemli bir sosyal trend haline geldi, ekosistemi çok geniş bir endüstriye dönüştürdü.