Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar ‘Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece’, bu akşam saat 21.00'de başlıyor

        Mehmet Akif Ersoy, ışıltılı kariyerine bugünden itibaren Habertürk'te yeni bir pencere açacak. 'Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece'...

        Uzun yıllardır gazetecilik, televizyonculuk ve sunuculuk yapan, haberleri, gündemi tüm birikimi ve profesyonelliğiyle değerlendirerek aktaran usta isim Mehmet Akif Ersoy, yeni yayın döneminde cuma geceleri, izleyicilerin karşısına 'Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece' adlı talkshow ile de çıkacak. Ersoy, her cuma saat 21.00’den itibaren; eğlence, kahkaha, sohbet, gündem, sanat ve müzik içerikli 'Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece'de ünlü konuklar ağırlayacak.

        Program boyunca çok sayıda ünlü müzisyen, oyuncu, gazeteci ve içerik üreticileriyle gündeme ve konukların hayatlarına dair eğlenceli sohbetler edilecek. Program; oyunlar, orkestra eşliğinde canlı performanslar, vtr’ler, gizli röportajlar ve konuklara özel içeriklerle devam edecek. Canlı olarak yayınlanacak programda aynı zamanda izleyicilerin katılımıyla, interaktif oyunlara da yer verilecek.

        'Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece', yayın dönemi boyunca kahkahanın, eğlenceli sohbetin, oyunların adresi olacak ve ekranlara özlenen, yepyeni, dinamik bir talkshow olarak yansıyacak.

        'Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece'de ilk haftanın konukları; Reymen, Oğuzhan Uğur ve Defne Samyeli olacak.

        Mehmet Akif Ersoy, Habertürk'ten Mehmet Çalışkan ile yaptığı röportajda 'Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece' ve kendisiyle ilgili soruları cevapladı.

        • Hayırlı olsun. Yeni bir programa başlıyorsun; Talkshow türünde ‘Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece’… Her Cuma saat 21.00’de Habertürk’te yayınlanacak... Kariyerin boyunca birçok program sundun / sunuyorsun. ‘Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece’ senin için biraz farklı bir içerik mi olacak? Neler hissediyorsun?

        Evet, bugün canlı yayınla başlayacağız. İzleyicilerimiz açısından 15 yıldır hep çok ciddi işlerle uğraştım. Mesleğe başladığımda çok güler yüzlü bir adamdım. Anonslarımın sonunda hep gülümserdim. İlk muhabirlik yıllarımda arkadaşlar, “Burada çok gülme” derdi. Gülmüyorsam da gülüyor gibi görünürdüm. Çünkü öyle bir ailede büyüdüm. Herkesin şen şakrak olduğu bir aile ortamındaydım. İster - istemez de işi yaparken böyleydi. Arkadaşlar, beni çok uyardı. Onlara “Gülmüyorum” diyordum ama “Gülen bir ifaden var” diyorlardı. “Tamam, gülmeyeceğim” dedim. Çattım kaşlarımı… Sonra Etiyopya’ya gittim Addis Ababa’da TRT temsilciliği yapıyordum. Orada çektiğim anonslarda da böyle bir sorun yaşadım. Gülmüyordum ama gülüyor gibi görünüyordum. Mizacım öyleydi. Ben bunu hiç gülmeyen bir formata çevirmek için yıllarca uğraştım. Sonra zaten kriz bölgelerinde çalışmaya başladım, savaş muhabirliği yapıyordum. Artık hiç gülünmeyecek işlerle uğraştım. Ve mesleki hayatımın büyük bir bölümü kriz bölgelerinde geçti. Zaten her şeyin tadının - tuzunun çok kaçtığı yerlerde çalışınca sizin de tadınız tuzunuz kaçıyor. Ondan sonra siyaset… Türkiye’ye döndükten sonra daha çok Türkiye’ye dair meseleler vardı. Mesela, ben temelli döndükten sonra 15 Temmuz darbe teşebbüsü oldu. Ekonomik sıkıntılar, siyasi gerginlikler, kutuplaşmalar, pek çok şey üst üste geldi… Öyle olduğu zaman tabii içeride de pek tadımız olmadı. Dışarıda Suriye iç savaşı, Irak’ta yaşananlar, geçen sene Afganistan, bir Libya krizi derken hep problemlerin içerisinde bir şekilde hem sahada, hem stüdyoda bunlarla ilgilendiğimiz bir dönem oldu. Dolayısıyla hep ciddi şeyler yaptık. Bu nedenle insanların benimle ilgili bir ön yargıları var. Hatta buradaki arkadaşlarımda da var. Show TV'nin magazin servisinde röportaj veriyorum. Talkshow yapacağımı duyan herkesin söylediği tek şey; “Akif mi yapacakmış? Nasıl yapacak? Yapamaz.” Daha samimi olduğum insanlar veya bana direk söyleyebilenler bunları bana da söylüyorlar. Kimisi de içinden konuşuyor. Bu çok normal bir şey. Beni sosyal ortamda tanıyanlar, “Çok iyi olur, çok güzel gider” diyor. Ben, biraz 15 yıl öncesine döneceğim bir hikâyenin içinde olduğumu hissediyorum. Ve tabii ki bu bizim izleyicilerimiz açısından da bir sürpriz. Çünkü beni dışarıda gördüklerinde, sokakta insanlarla karşılaştığımda sohbet ederken gülümsüyorum, muhabbet ediyoruz, eğleniyoruz. Herkesin tepkisi, “Allah Allah, biz senin böyle bir adam olduğunu hiç düşünmemiştik” oluyor. “Nasıl düşünüyordunuz?” diyorum. “Hiç gülümsemez, somurtkan, sert mizaçlı, iletişim kurarken de tedirgin olduğumuz, 'bir şey dersek acaba tersler mi?' dediğimiz bir adam” diyorlar. Dün ilk sıcak provamızı yaptık. Stüdyomuz çok güzel, çok keyifli bir yer oldu. Ekiple onun öncesinde çok toplantı yaptık. Daha önce bu işi iyi yapan insanlar, hepsi çok önemli projelerde çalışmış arkadaşlar. Herkes çok gergindi. Ben tabii rahatça sohbet edince, “Biz çok tedirgindik, çok şaşırdık” dediler.

        REKLAM

        "CUMA GÜNÜ OLMASININ SEBEBİ DE BU"

        • O durumu iyi bilirim. Ben de asık suratlı, somurtkan biri olarak bilinirim ama aslında çok da şen şakrak biriyimdir...

        Yaptığımız işin üstümüzde böyle bir etkisi oluyor. Çok uzun yıllardır televizyonda çok ciddi işler yapıyoruz. Yine yapmaya devam edeceğiz. Hafta içi ana haber sunmaya devam edeceğim. Siyasi tartışma programı yapıyor olacağım. ‘Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece’, hafta sonu biraz rahatlayacağımız, biraz kafamızı dağıtacağımız, keyif alacağımız, haftanın stresini atacağımız bir iş. Cuma günü olmasının sebebi de bu. O yüzden stüdyoda neler hissettiğimi söyleyeyim. Dün sıcak prova yaptık. Acayip keyifli geçti. Dedik ki "Program aksın, biz eğlenirsek insanlar eğlenir." İnanılmaz keyifli geçti. Ben prova yayınını yaparken, "Canlı yayın yapabilir miyiz?" diye düşündüm. Yıllardır canlı yayın yapıyorum ama böyle bir işte ilk defa canlı yayın yapacağım. Stüdyoda seyircilerimiz de olacak, öğrencilerimiz gelecek, dışarıdan katılım olacak. Orkestramız var, şarkı söylenecek. Dolayısıyla böyle bir tereddüdümüz oldu, “Acaba canlı yayında bunu toparlayabilir miyiz? Acaba risk almayıp ilk bölümü bant mı çeksek?” dedik. Sonra “Canlı girelim, kazası olursa da bizim kazamız olsun” dedik. Çok keyifli ve heyecanlı geçti. Çıkarken, “Kendimi iyi hissettiğim bir yerdeyim” dedim. Benim daha iyi hissettiğim, hepimizin keyif aldığı bir şey oldu. Umarım bugün izleyicilerimiz için de öyle olur.

        • ‘Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece’ izleyenlere neler sunacak?

        Önce bir program formatı yaptık. Büyük bir ekibimiz var, çoğu genç arkadaşlar… Çok da demokratik bir ortamımız var. “Herkes fikrini söylesin” dedik. Yapımcımızın, yönetmen arkadaşlarımızın, editör ekibimiz ve benim reyini eşitledik. Birkaç toplantı sonrasında bir format oluşturduk. Oyunlar oynayacağımız, programa katılan arkadaşlarımızın konuklarımıza soru sorabileceği, bizim de sorular yönelteceğimiz, akışta sohbet edeceğimiz ve haber paketlerimizin olacağı ama onların da eğlenceli bir formatta olacağı, yarışmalar yapacağımız bir format. Televizyonculukta akış; 'hangi haber kaç dakika girilecek, peşinden ne gelecek' gibi bir durumdur. Bizim akşam yaptığımız tartışma programlarında da başlıklar bellidir ve onları peş peşe konuşursunuz ama ben program yaparken de biraz akışta kalmayı tercih ediyorum. Yani konuklarla sohbet ediyoruz. Başka bir noktaya gittiğinde, tartışmanın doğal seyrinde sorulara bağlı kalmaksızın sohbet ettiğimiz bir şey olduğunda hepimizin daha fazla istifade ettiği bir noktada kaldığını düşünüyorum. Birkaç toplantıdan sonra şunu söyledim; “27’nci dakikada şu yarışmayı yapacağız, 38’inci dakikada şu şarkıcı çıkacak, şarkı söyleyecek fikrinden çıkalım.” Çünkü sanatçılar da olacak, şarkı söylenecek, canlı performanslar olacak. Biz sohbet edelim. Diyelim ki bizim formatımızda 10 - 15 tane yarışma var. Onlardan 3 - 4 tanesini koyalım oraya… Eğer muhabbet oraya gelirse ve hepimiz o yarışmayı yaptığımızda eğlenecek olursak yarışma yapalım ama diyelim muhabbet oraya gelmedi, kasıp da “İlla yarışma saatinde yarışma yapacağız” demeyelim. Akışta olalım. Biz yapanlar olarak keyif alırsak konuklarımız keyif alır. Konuklarımız keyif alırsa stüdyodaki seyirciler de keyif alır. O enerjinin de ekrana yansıyacağını ümit ediyoruz.

        REKLAM

        "BAZILARINI BİZ DE BİLMEYECEĞİZ"

        • Bence de doğaçlama en güzelidir. Programda oyuncular, şarkıcılar, gazeteciler, diğer meslek birliklerinden de kişiler olacak. Siyasi kişiler olacak mı?

        Olacak... Kabul ederlerse siyasi kişileri de ağırlayacağız. Kafamızda bazı isimler var ama onlarla siyaset konuşmayacağız. Onlarla da daha hayatımıza dair konuşacağız. Dünkü provada bir soru sordum. Ki bunu konuklarımıza da soracağız; “Taksiye bindiniz, diyelimki taksici; 'Ben karşıya geçmiyorum, burada in, şuna bin' dedi. Nasıl tepki veriyorsunuz? Bu benim merak ettiğim bir konu. Benim de başıma geldi. Senin de başına gelmiştir. Beni tanıyan taksici arkadaşlar bazen torpil yapıp “Ağabey, seni seviyoruz, gel” deyip alıyorlar. Bazıları ise hiç almıyor. “Böyle bir şey başınıza geldiğinde ne tepki veriyorsunuz?” diye soracağız. Veya bir programa katıldınız. Arkadaşınız, “Çok başarısızdın” dedi. Ne yaparsınız? Bunun gibi sorular soracağız. Dün prova yaparken bu konu konuşuldu, taksici meselesi açıldı. Veya “En son ne zaman alışveriş yaptın, ucuza aldığın bir şey var mı?” sorusunu gündemimize aldık. İster istemez ekopolitikaya geçtik. Oradan siyasete de bir şekilde dokunan bir tarafı oluyor. “Televizyonda tartışma programı izliyor musunuz?”, “Beğendiğiniz siyasetçi kim?” gibi sorularımız olabilir ama oradan siyasete girmeyeceğiz. Politik esprilerimiz, gündeme dair meselelere ilişkin sorularımız olacak. Mesela, bu hafta ‘mülakat’ konusu çok tartışıldı. Bizi izleyen gençler olacak, belki onlara soracağız, “Mülakat ve liyakat konusunda sıkıntı yaşadınız mı?” diye… Biz bunun üzerinden sohbet edeceğiz. Belki felsefi bir mesele olacak, belki bir sanatçımızın yazdığı bir şarkı sözünün anlam arayışı üzerinde de sohbet edeceğiz ama onu orada boğmayacağız. Doğrudan bir din felsefesi konuşmayacağız, doğrudan bir tasavvuf felsefesi konuşmayacağız ama içerisinde mutlaka geçecek. Çünkü hepimizin sahip olduğu birtakım tecrübeler var, bir hikâyenin içinde büyüyoruz. Bazen çocuklarımızdan bir şey öğreniyoruz. Hiç ummadığımız yerde hiç ummadığımız şeyler öğrenebiliyoruz. Dolayısıyla oralarda, o hikâyelerin içerisinde bir şeyler öğreneceğiz. Bizim; oturup sadece kahkaha atacağız, sadece mizah yapacağız, sadece şarkı söyleyeceğiz gibi bir formatımız yok. Ben öyle bir adam değilim. Ben mutlaka yaptığım her işte, programa kim katılıyorsa ondan bir şey almaya çalışıyorum. Beni zenginleştiren şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Ben herkesten bir şey öğreniyorum. Konuklarımdan, üniversitede ders verdiğim dönemde öğrencilerimden, konferanslara gittiğimde oraya katılan genç arkadaşlarımdan ya da vatandaşlarımızdan ya da beni eleştiren birinden bir şeyler öğreniyorum. VTR paketlerimiz olacak. Bazılarını biz de bilmeyeceğiz. Ben arkadaşlara şöyle dedim; “Benimle ilgili eleştirel bir şeyi bana izletmenize gerek yok, orada görelim.” Vatandaşa soracağız; “Mehmet Akif’i tanıyor musun?” diye… Diyelim ki; “Tanımıyorum, hayatımda hiç izlemedim” dedi. Tanıyan insanlar var, seven insanlar var, hiç tanımayan, sevmeyen insanlar da var. “Neci bu adam? Çözemedik. Öyle mi böyle mi belli değil. Yandaş mı, muhalif mi?” Böyle şeyler var. Sokağa çıkıyorsun bunları duyuyorsun. Bunlar bizim gerçeklerimiz. Zaten temelde mesele şu; biz ana haberde de bunu yapmaya çalıştık. “Gösterilmek isteneni değil, yaşananı aktaracağız. Özür dilemeyi bileceğiz, eleştireceğiz, iktidarı da muhalefeti de eleştirmeyi bileceğiz” dedik. Kimse layüsel değil, biz de layüsel değiliz. Dolayısıyla bize yönelik eleştirileri başımızın üstüne koyacağız. Düzeltmemiz gereken bir şeyse ve düzeltebiliyorsak düzelteceğiz. Ki bu da bir beceridir. O yüzden gelen konuklar içerisinde herkes bir dairenin içinde marjinalleşmeden, saygısızlık ve hakaret etmeden, o sohbet içerisinde birbirini eleştirebilir, bir şeyler söyleyebilir, sohbeti zenginleştirebilir. Bunların hepsini zaman içinde oturtabileceğimizi, başka bir iklim yaratabileceğimizi düşünüyorum. Mesela, biz taksicilerle ilgili meseleyi siyaseten, İstanbul’un meselesi olarak çok konuştuk, tartıştık, taksiciler odası başkanı Eyüp Bey’i (Aksu) canlı yayına konuk aldık ama bu konu çözülmedi. Belki biz bunu eğlenerek çözeceğiz. Diyeceğiz ki “Ağabey, sen kabul etmek istemiyorsun ama böyle bir mesele var.” Çünkü biz çok gerginleştik.

        • Bir hayli gergin toplum olduk…

        Bir kere etrafımız savaşlarla dolu. O savaşların bize doğrudan ya da dolaylı etkileri oluyor. Irak’ın işgaliyle başladı. Afganistan’ın işgaliyle devam etti. Haydi Afganistan bize uzaktı. Suriye’deki iç savaşla devam etti. Sonra kafamızı kaldırdık kuzeye baktık Ukrayna - Rusya savaşı başladı. Pandemi krizi, sonra siyasi tartışmalar, kutuplaşmalar…

        • İklim krizi de var. Suyun bitme olasılığının yüksek oluşu beni bir hayli geriyor…

        Onu tam olarak daha hissetmedik diye bilmiyoruz. Onu da hissedeceğiz, bileceğiz, Allah korusun…

        "TATLI BİR YERDE OLACAK"

        • 1990’lı yıllardaki susuzluğun ne olduğunu iyi bilirim o yüzden bir hayli gerginleşiyorum.

        Ben de biliyorum. İstanbul’da çok ciddi bir problemdi. Su, tankerlerle gelirdi. Biz burada tam da bu gerginliğin içinde ciddi şekilde çözemediğimiz meseleleri biraz keyiflenerek eğlenerek bambaşka insanları bir araya getirerek konuşmak istiyoruz. Çok farklı siyasi görüşten genç arkadaşlarımız o stüdyoda olacak ama diyorum ya siyaseti, siyaset gibi konuşmayacağımız için daha tatlı bir yerde olacak.

        REKLAM

        • Çok iyi bir fikir. Çünkü yapılmıyordu. Örneğin Sayın Cumhurbaşkanımız hakkında çok merak ettiğim bir konu var. Çok çalışıyor, en fazla 5 saat uyuyor ama ayda yılda bir de olsa eve gittiği zaman ayağını şöyle uzatıp, “Emine Hanım, yap bir kahve de karşılıklı içelim” diyor mudur?

        Bir gün Sayın Cumhurbaşkanımızı misafir etmeyi çok isterim. Belli bir noktada program biraz izlenip format iyice oturduktan sonra olabilir belki… Bu arada böyle siyasi konuklarımız olacak, onların hayatlarına dair meselelere yaklaşımları da olacak. Mesela, hepimizin gündelik hayatında meydana gelen herhangi bir tartışmada siyasetçilerin tepkisini merak ediyoruz. Diyelim, trafikte biri onun o olduğunu bilmeden önünü kesti. Ne yapıyor? En son ne zaman bir tartışma yaşadı? Bunu sormak istiyoruz. Diyelim ki iktidar partisinden biri alışveriş yapıyor ama tanınmadı, bilinmedi. Orada da bir problem yaşadı. O problemi nasıl çözüyor? Bunu merak ediyoruz. Diyelim ki, o problemi çözme biçimini anlattı, genç arkadaşlarımız ona nasıl tepki verecek? Bunu da merak ediyoruz. Biz hayata dair şeyleri, gündelik yaşamımızda hepimizin karşılaştığı sorunları ve soruları orada keyifli bir atmosferde birbirimizi görerek, sohbet ederek öğrenmeye, yaşamaya çalışacağız.

        • Mutlaka her konuğun çok özel olacaktır ama her gazetecinin gönlünde bir aslan yatar. Senin özellikle konuk olarak almak istediğin biri var mı?

        Bu işle birlikte başka bir çevreyle de olacağım. Oyuncularımız olacak, onlarla daha çok vakit geçireceğim. Komedyenlerimiz, stand - upçılarımız olacak. Bazı gazeteci arkadaşlarımızı konuk alacağız ama onlarla da ciddi şeyler konuşmayacağız. Örneğin Türkiye’de gazetecilik, basın özgürlüğü gibi konuları konuşmayacağız. Biz güncel hayatın içerisinde aslında hepimizin mümkün mertebe hayatını sürdürdüğü, birtakım imkânsızlıklar içerisinde dahi sağlığımız yerindeyse keyif aldığımız dostlarımızla sohbet ettiğimiz bir yaşamın içindeyiz. Buradan uzaklaşıp kendimizi bir şeylere boğuyoruz. Zaten haftanın 4 günü yine bunu yapacağız. O günlerde haberin, siyasetin, ekonomik problemlerin içerisinde boğulacağız. Cuma gecesini, "Biraz kafamızı rahatlatalım, biraz buradan çıkalım" dediğimiz bir gece olarak tasarlıyoruz. Sorduğun soruyla ilgili olarak konuk olarak almak istediklerim arasında son dönemlerde Sisi ile Putin var. Konuşabileceğini düşünsem Biden da olabilir.

        REKLAM

        "O ZAMAN MESLEĞE YENİ BAŞLAMIŞTIM"

        • Sen erken yaşta o işin nirvanasına ulaştın. Muammer Kaddafi ile röportaj yaptığında iki yıllık gazeteciydin değil mi? Gerçekten büyük bir işti.

        Gerçekten çok gençtim. O zaman mesleğe çok yeni başlamıştım. Onun büyük iş olmasının sebebi Muammer Kaddafi’nin son röportajı olmasıydı. Kaddafi iktidarda kalsaydı, devam etseydi o röportaj belki daha sıradan bir röportaj haline gelebilirdi.

        • Kanımca orada yönelttiğin “Ülkeyi terk edecek misiniz?”sorusu röportajı çok özel kıldı...

        Bendeki cahil cesareti… “Bunları soracaksınız” diye soruları elime verdiler. Ben o soruların bayağı dışına çıktım. O röportajda, şu anki aklım olsa cesaret edebilir miydim? Bilmiyorum.

        "SAĞ OLSUN, KENAN BEY'İN ÇOK BÜYÜK DESTEĞİ OLDU"

        • Gazetecilikte hangi bölümü seçeceğine sen mi karar vermiştin yoksa rüzgâr mı öyle esti?

        Rüzgâr öyle esti... Savaş muhabirliği, gazetecilik, sunuculuk dâhil... Bir dönem danışmanlık, bir dönem TRT’de yöneticilik de yaptım. Benim hayatımda kariyer planım hiç olmadı. Bu program da çok tesadüfen ortaya çıkmış bir programdır. Sohbet ederken, “Çok sıkıldık” deyip Kenan Bey (Ciner Yayın Holding Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Tekdağ) ile konuştuğumuz, “Yapalım mı böyle bir şey?”, “Yapalım, çok güzel olur” dedikten sonra ortaya çıkan bir program. Sağ olsun, Kenan Bey’in de çok büyük desteği oldu. Bu iş, böyle başladığımız bir iş. Oturup bir hafta düşünüp “Talkshow yapalım mı?” demedik. Muhabbet ederken, “Sıkılmadık mı siyasetten?” dediğimiz, “Öyle bir şey yapsak mı diye düşündükten sonra ortaya çıkmış bir konuydu. Hakikaten çok da yorucu oluyor bazen... Benim deprem bölgesinde ışıkları kapatma olayım da konuşulan bir şeydi. Herkes planlı bir şey olduğunu söyledi ama değildi. O anda kapattım. Planlasam bir sürü denklem düşünebilirdim. Zaten o samimiyet de olmazdı planladığınız bir işte...

        REKLAM

        "OLAN BİTENİ ANLATMAYA ÇALIŞIYORUZ"

        • Seni farklı ve özel kılan yönün; doğal olman...

        Estağfurullah... Mesela, Afganistan’a gittim. Taliban Kabil’e girmiş. Yanıma bir selfie çubuğuyla bir telefon aldım. Kamera yok, kameraman yok... Sokağa çıkacağım, ne görüyorsam izleyicilere onu göstereceğim. Yolda yürüyordum, kadının birisiyle röportaj yaptım. İngilizce konuşan bir kadındı, anlatmaya başladı. “Taliban çok korkunç. Bunlar bizi mahvedecekler” diye anlattı. O anda Türkçeye çeviriyordum zaten ve röportajı verdim. Ondan sonra bir gazete, ‘Yalancı Mehmet Akif. Orada ABD işgalini savunuyor’ diye internet sitesinde manşet atmış, sonradan gördüm. Neyse, sokakta yürümeye devam ettim, bir tane adamla röportaj yaptım. “Taliban kahramandır. Halkın içindendir. Afganistan artık özgür olacak” diye Taliban güzellemesi yaptı. Bu sefer başka bir gazete ,‘Siyasal İslamcı’ diye benimle ilgili bir şeyler yazdı. Taliban’ın basın toplantısı vardı, ona gittim. Toplantıda doğal olarak not alıyorum, gazeteciyiz hepimiz... Taliban ne dediyse not aldım. Toplantıdan çıktım, yayın yapıyorum. “Taliban bunları söyledi” dedim. “Habertürk, Taliban güzellemesi yapıyor” dediler. Sonra yazmaya başladılar; “Bu çocuk neci? İktidara yakın biri mi? Muhalif biri mi?”… Oysa olan biteni anlatıyorum, gazetecilik yapıyoruz ama alışmadığımız için özellikle son dönemde çok başka olduğu için farklı geliyor. Gördüğümüz, becerebildiğimiz kadarıyla olan biteni anlatmaya çalışıyoruz. "Bu böyledir" diye söylüyoruz, "Bu da var, şu da var" diyoruz.

        "HİÇBİRİ PLANLI DEĞİLDİ"

        • Zaten işin bu değil mi...

        Evet, işimiz zaten bu… Mesela, gemilerle Libya’ya vatandaşları tahliye etmeye gittik. Trablus limanına inmemiz bile yasaktı. Adamın birine yalvardık; “İçeriden bir anons çekelim, bir anonsumuz olsun.” Trablus’ta tam savaş başlayacak ama kimsenin Trablus’ta anonsu yok. İzin aldık. Tam o anonsu çekmeye giderken “Sizi misafir edelim, kalır mısınız?” dediler. Tamamen tesadüf... “Kalırız” dedik. Sonra savaş büyüdü. Savaş büyüyünce cephe hatlarına gitmeye başladık. Sonra ben Yemen’e gittim, savaş muhabiri oldum. Suriye'deki takip ettim. Irak’a gittim, İsrail, Filistin, Gazze’deki çatışmaları takip ettim. Böyle devam ettim... Ondan sonra kriz bölgelerinde çalışmaya başladım. Hiçbiri planlı değildi. “Savaş muhabirliği eğitimi aldı, profesyonel kariyerinde böyle bir şey düşündü ve öyle oldu” durumu hiç olmadı… Biraz hayatın akması lazım. Aktığında keyifli oluyor.

        REKLAM

        "DİL BİLMEDİĞİN ZAMAN ÇOK RİSKLİ"

        • Savaş muhabirliği sırasında hiç ölüm tehlikesi atlattın mı? Bir ara öldüğün sanıldı…

        Suriye’de öldük, dirildik. Esprili söylüyorum ama hakikaten iki defa “Burada bitti galiba” dediğim oldu. Libya ve Yemen’de de oldu... Afganistan’da göğsüme silah dayadılar. Yanımda Afgan bir arkadaş vardı. Ona, “Bir şey olur mu?” dedim. Baktım ağlayacak gibi... Telefonumu istemişlerdi, vermemiştim. “Ağabey, ne olur telefonunu ver. Vuracak seni” demişti, öyle vermiştim. Savaş bölgesinde sosyolojiyi bilmek çok önemli bir şey. Daha önce Taliban tecrübem olmadığı gibi Peştuca da bilmiyorum. Arapça biliyorum, İngilizce biliyorum ama Peştuca bilmiyorum. Lehçelere kadar Arapça ve Arap coğrafyasını bildiğim için oranın bir parçası gibi oluyorsun. Bu, seni çok rahatlatan bir şey. Dil bilmediğin zaman çok riskli... Libya’da arabamızın önüne roket atmışlardı. Onlara bile “montaj” diyenler oldu. Hasan ile beraberdim, aracımızı taradılar. 2014'te Gazze’de çok yoğun bir bombardıman vardı. Yan binamızı vurduklarında bizim bina darmaduman olmuştu. Gece dışarı çıktığımızda önümüzde başka bir aracı vurmuşlardı. Biz binanın üstüne Türk bayrağı koymuştuk. İşaret koyuyorduk, o binada bizim olduğumuzu İsrail’in hava kuvvetleri de savunma bakanlığı da biliyordu. O binayı hedef almamaları gerektiğini de biliyorlardı. Şucaiyye’ye gittiğimizde de böyle riskliydi. Benim yanımda çok adam öldü. Bilmediğim bir arabaya binip 10 dakika sonra cenazesi gelen adamlar oldu. Suriye’de Cem Özdel, Tolga Çıplak, benim o zaman TRT’deki kameramanım Halit Acar ve birkaç arkadaşımız daha vardı. Suriye ordusu geldi, Şeyh Hıdır bölgesinde Höllük tarafındayız. Halep’te çok yoğun çatışmalar var. Yanılmıyorsam 2012’nin temmuz ayıydı. Halep savaşının en kızgın dönemleri... Araca binip çatışmaya gideceğiz. Ben yanıma kamera almadan meraktan bile giderdim. Şu anda baktığınızda çok gereksiz bir hareket... O gün bana “Çelik yeleğini giy” dediler. Hava da nasıl sıcak, yanıyoruz. Çelik yelek de çok ağır bir şey. “Gidelim, bakalım 2-3 tane mermi atıyorlar zaten, beni uğraştırmayın” dedim. Çelik yelek giymediğim için beni araca almadılar. “Yoğunlaşırsa gelirim” dedim. Benim yerime araca karargâhta aşçılık yapan genç bir çocuk bindi, ön koltuğa oturdu. Çatışmaya da hiç gitmemiş. Meraktan bindi, gitti. 10 dakika sonra o araç korkunç bir hızla geldi, çocuğun üzerinden kanlar çıkıyor... Keskin nişancı, çocuğu boynundan ve göğsünden vurmuş. Sonra ben onun cenazesini çektim. Araca ben binsem, ben ölecektim gibi bir durum… Sonra bizim Başar’ı ve Cüneyt’i aldıkları gün, Beşar Kadumi’yi vurmuşlardı. Allah rahmet eylesin. Cüneyt Ünal'ı bilirsiniz, onları aldıkları yere gidecektik. Tolgalar, Cemler, birkaç gazeteci arkadaş bir araçta beraberiz. Tolgalar geç kaldı, ben de “Geç kalıyoruz, acele edin” diye onlara kızdım. Beni 6 - 7 dakika oyaladılar. Neyse, araca doluştuk. Karargâha gidiyoruz. Karargâhın önüne vardık, bir yokuş vardı. Karargâh bir okuldu, oraya 3 dakikalık mesafemiz kalmıştı. Esad’ın uçakları 2 tane bombayı bir bıraktı... Onu Anadolu Ajansı çekti.

        • Geç kalmasaydınız orada mı olacaktınız?

        Geç kalmasak, zamanında gitsek karargâhta olacaktık.

        "İNSANLAR DA BİZİMLE BİRLİKTE EĞLENSİNLER"

        • ‘Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece’nin kariyerine nasıl bir katkısı olmasını umuyorsun?

        Kariyere inanan bir adam değilim. Bizim CV’miz, yaşantımız... Yaptığımız ve yapmadığımız her şey… Bu sadece işe dâhil değil. İnsanlarla ilişkimiz, sosyal hayatımız, arkadaşlarımızla ilişkilerimiz, iş ilişkilerimiz... Bunların tamamı bir bütün. Ya çocuklarımıza iyi bir hikâye, ya nötr ya da negatif bir hikâye bırakacağımız bir hayatın içindeyiz. Bunun dışındaki davranışlarımızla ilgili de bu böyle... Dolayısıyla ‘5. Gece’ ile ilgili mottomuz ya da motivasyonumuz sadece şu; "Biraz keyifli olalım, başka şeyler de keşfedelim ve öğrenelim. Biz kendi gerginliğimizi ve stresimizi atarken insanlar da bizimle beraber eğlensinler." Her siyasi görüşten her düşünceden insanın, izlerken incinmeden keyif aldığı, eleştirdiği, bizi zenginleştirdiği bir şey olsun istiyoruz. Orada Habertürk izleyicisi açısından başka bir Mehmet Akif görecekler ama beni tanıyan arkadaşlarım açısından öyle olmayacak. Dediğim gibi, bu iş; kendi muhabbetimizin bir sonucu olan bir iş... İzleyicimiz açısından çok bambaşka bir profil görmek mümkün olabilir ama beni tanıyanların görmeyeceğini düşünüyorum. Örneğin bambaşka olan şu olacak; hayatımda hiç beyaz spor ayakkabı, beyaz gömlek giymemiştim. Genelde siyah giyiyordum. Ekrana çıkmaya başlayınca beyaz gömlek giymeye başladım. Genel yayın yönetmenim dayattığı için… Yoksa ben siyah giyiyordum, çocukluğumdan beri böyle.

        REKLAM

        • Özel bir nedeni var mı?

        Hiç özel bir nedeni yok. Renk olarak siyahı seviyorum. Alışveriş yapmayı, kıyafet seçmeyi çok becerebilen bir adam değilim. Yazın siyah tişört, siyah kot alır çıkarım. Kışın siyah kazak, siyah pantolon alır çıkarım. Siyah ceket, siyah mont, siyah ayakkabı alır çıkarım. Şimdi yıllar içerisinde Habertürk’te ve TRT’de ekranda beyaz gömlekli takım elbise giydim ama dışarıda yine siyah giymeye devam ettim. Değişik ne göreceğiz? Daha önce hiç giymediğim çok acayip kıyafetler giyebilirim ama o acayip kıyafetler, bana acayip geliyor. Aslında herkesin giydiği renkte kıyafetler… Mesela, hayatımda hiç kırmızı pantolon giymedim.

        "HEP BÖYLE GİYİNMEMİ SÖYLEYENLER OLDU"

        • ‘Mehmet Akif Ersoy ile 5.Gece’ de giyecek misin?

        Şu anda öyle bir şey yok ama hiç giymediğim renkte açık mavi bir pantolon var. Hiç öyle bir pantolon giymemiştim ama giydim ve haber merkezine gittim. “Arkadaşlar, ne diyorsunuz?” diye sordum. “Ağabey, olmuş. Hep böyle giyinsene” diyenler oldu. “İlk defa böyle giyindiğim için size iyi gibi geliyor ama hep böyle giyinsem beğenmezsiniz” dedim. Bu değişik ayakkabı ve değişik renkte kıyafetler konusu izleyiciyi değil ama beni şaşırtan bir şey.

        • İzleyicilere de farklı gelecektir. Sen takım elbisenin dışında savaş bölgesindeyken siyah veya haki renkte kıyafetler giyiyordun…

        Orada outdoor giyiyorduk. Orada çok sıcak olduğu için farklı renkler oluyordu. Oradaki outdoor’lar genelde coğrafyaya uygun renklerdir. Haki, toprak rengi, kahverengi.. Bunun sebebi de çok kirlenmesi. Bir hafta banyo yapmıyorsun. 10 gün üstündeki keçe gibi oluyor. Saçın da öyle oluyor. Orada zaten bir renk ayırt etmiyorsun. Ben onların içine bile siyah tişört giyiyordum. Bir de TRT’deyken bize mavi çelik yelek vermişlerdi.

        REKLAM

        • Neden mavi?

        TRT’de o dönemki bu işi yöneten kişi, bu işi bilmiyordu. Alışveriş yapmış; yeşil kask ve mavi yelek almış. “Bizi direkt hedef yaparsın, bunları değiştirelim” dedim. “Bunları değiştiremeyiz. Çünkü bunlar artık TRT’nin zimmetine kaydoldu” dediler. “O zaman sprey boya alıp boyayalım” dedim. “Boyayamazsınız. Biri yeşil kask olarak geçti, diğeri mavi yelek olarak geçti” dediler. Sonra gittik, Halep’teyiz. Halep’te bunları sprey boya aldık ve siyaha boyadık. Bende hâlâ görüntüleri var. Boyarken de kameraya çektim, soruşturma geçireceğim ya... Dönüşte o soruşturmada elimizde görüntü olsun diye... “TRT’nin bize aldığı kaskı ve yeleği boyuyoruz” diye bende görüntüsü var.

        • Dönüşte soruşturmadan geçtin mi ?

        Çok şükür olmadı. Ben çok sert girdim. Sağ olsun İbrahim Bey çok destek vermişti. Kulakları çınlasın.

        • Meslek hayatın boyunca seni en çok etkileyen haber ve röportajı soracaktım ama Muammer Kaddafi röportajıdır diye düşünüyorum. O mudur?

        Evet, o... Kaddafi röportajını yaptığımda ne yaptığımın çok farkında değildim. Benim için o, çok büyük bir iş gibi değildi. Hatta Ersen Kıyga sağ olsun benden daha uyanıktır ve meslekte de daha eskidir. Ben o zamanlar daha yeniyim. Bende hiç haber atlatma çabası yoktur. Mesela, bir savaş bölgesine gittim, özel bir iş yakaladım, bütün arkadaşlarıma, “Gelin çekelim” diye haber verirdim. Hâlâ bütün arkadaşlarım bilir. Cem Tekel ile Gazze’de beraberdik. NTV’den Can Ertuna vardı. Hamas’ta bir çatışma sırasında füze atacaklardı. Ben de tünellerine girecek, haberi oradan yapacaktım. Fatih Er de vardı... “Haydi beraber gidelim” dedim. Onları da aldım götürdüm. Çok iyi çok önemli görüntülerdi ve hepimiz çalıştığımız kanallarda aynı anda yayınladık. Bende “Bunu atlatalım” düşüncesi yoktu. Reuters bize “Kaddafi röportajına “Beraber girelim” dedi. Reuters’in kameramanı “İki kamera çekin, ben kameramı verebilirim” dedi. Ben de bunu çok iyi niyetli bir yardım olarak algıladım ve “Çok güzel olur, tek kamera çekeceğimize iki kamera çekelim” dedim. Ersen şiddetle karşı çıktı. Nedenini anlamamıştım. Sonra Ersen onların kamerasını sokmadı. Bana para teklif edip görüntüleri satın almak istediler. “Öyle bir şey olmaz” dedik tabii ki... TRT’ye gönderdik. TRT daha sonra kendi logosuyla bütün dünyada yayınladı. Bana kalsa “İki kamera çekeceğiz” dediğim bir işti. Kaddafi röportajının kariyerime olan etkisini ve hâlâ konuşuluyor olmasını döndükten çok sonra fark ettim. Türkiye’de bütün gazetelere manşet olmuş, Kerem Kırçuval ve bizim ekip beni acayip bir şekilde karşıladı. Birtakım iş teklifleri aldım. Ondan sonra başka bir TV kanalında devam ettim. Tabii ki ajanstaki arkadaşlarımın rızasını alarak ve onların izniyle ve yönlendirmesiyle geçtim. Hiç profesyonel teklif alıp iş değiştirmedim. Hep bir yerden bir yere geçerken çalıştığım kuruma, “Böyle bir şey yapsak mı?” diye sordum. “Yapsan iyi olur ya da yapmasan bizim için iyi olur” dedikleri şekilde gittim. Habertürk ile de çok duygusal bir bağım var. Kenan Bey ile de öyle bir hukukum var. Ben profesyonel bir teklif aldım ve TRT’den Habertürk’e geçiyorum veya ajanstan TRT’ye geçiyorum gibi bir şey hiç olmadı. Hep konuşarak, ikna ederek veya onların yönlendirmesiyle oldu. Kaddafi, birkaç ay içinde öldürülünce röportaj orada asılı kaldı ve benim kariyerime çok etki ettiğini fark ettim. Annem çok dindar bir kadındır, beş vakit namaz kılar. Annem, savaş bölgesinde çalışmamı hiç istemiyor. En büyük sorunu bu. “Neden hep seni gönderiyorlar?” diye çok tepki veriyor. Kaddafi röportajı her yerde yayınlanınca arkadaşlarım ve bir büyüğüm annemi biraz sakinleştirip beni takdir etmek için bir telefon görüşmesi yapmışlar. “Mehmet Akif bizi çok gururlandırdı. Çok önemli, çok büyük bir iş yaptı. Bütün dünyada Mehmet Akif’in yaptığı iş, TRT logosuyla yayınlandı. Bu mesleki hayatı için de çok büyük bir prestij” demişler. Annem de “Boş verin şimdi Kaddafi ile röportajını, namazlarını kılsın o” demiş.

        REKLAM

        "HEP GÖNÜLLÜ GİTTİM"

        • Şu ana kadar mesleğin adına edindiğin en önemli öğreti ne olmuştur?

        Kriz bölgesinde çok çalıştım. Bunun sebebi de kimsenin istememesi. Bu arada hiçbir yerde hiçbir kurumda kriz bölgesine kimse kimseyi zorla göndermez. Gerçekten gönüllü olan insanların gitmesi tercih edilir. Ben hep gönüllü gittim hatta bazen çok ısrarla çok riskli bölgelere gittim. Afganistan da öyleydi. Kimsenin gidemediği bir anda gittim ve orada tek Türk gazeteciydim.

        • Öyle bir dönemdi ki başına bir şey gelse Afganistan’da hesap sorabilecek kimse yoktu…

        Benim bir tarzım var, benimle çalışan yöneticiler de bilirler. Bunu şimdi burada da söylüyorum, bir kenarda not olarak dursun. Bir gün başıma bir şey gelirse kendi tarihime de not düşmüş olmak adına söylemiş olayım. Ben mesela şunu yapmam; gittiğim bir yerde başıma bir şey geldi diye hangi kurumda çalışıyorsam çalışayım o kuruma tazminat davası açmam. Ben hayata böyle bakmıyorum. Yaşamımı kaybetsem bile benden sonra birisinin bunu yapmasını asla kabul etmem ve istemem. Bu da burada bir not olarak dursun. Bu benim tercih ettiğim bir şey. Kimse beni oralara zorla göndermiyor. Hayata da böyle bakmıyorum zaten. Nerede ne yaşayacağımızı ne İstanbul’da ne Kabil’de ne Sana’da ne Şam’da ne Bağdat’ta ne Trablus’ta başımıza ne geleceğini bilemeyiz. Paris ve Londra’da da bilemeyiz. New York’ta olsak da Burkina Faso veya Nijer’de olsak da bilemeyiz. Ben Kerkük’e elli kere gittim, döndüm, bomba patladı. Bağdat’a elli kere gittim, sağ salimim. Bir gün arkadaşım Seda Şennik Ateş, “Akif, biz Bağdat’a geleceğiz güvenli mi?” dedi. “Patlama oluyor ama biz devam ediyoruz, kısmet işi bu iş” dedim. Geldiler ve geldikleri gün oturdukları restoranda çatışmalar çıktı, patlamalar oldu. Neredeyse hayatlarını kaybedeceklerdi. Ekiplerinden biri yaralandı. Çok büyük bir sıkıntı yaşadılar ve hemen dönmek zorunda kaldılar. Bu iş, kısmet işi… Kimin başına nerede ne gelecek bilemeyiz.

        REKLAM

        • Normal yaşantıda da öyle ama savaş meydanında risk çok fazla.

        Tabii ki çok fazla ama sen onu zaten göze alarak gidiyorsun. Niye risk alarak gitmişim bir yerlere? Ben bunu çokça yerde söyledim, yayınlarda da söyledim. Ana haberin mottosu buradan geliyor. ‘Gösterilmek isteneni değil yaşananları aktarmaya çalışıyoruz’ diye... Bunu ben yazdım. Libya’daki savaşa gittiğimde, gittiğim her yerde bize bir şeyler gösterdiklerini gördüm. Gerçekten olan biteni anlatmadıklarını gördüm.

        "HEP AYNISIYDI"

        • Gösterilenlerin bazılarının ya da çoğunun olmadığını mı söylüyorsun?

        Gerçeklerin bir kısmı gösteriliyor veya hiç gösterilmiyor. Libya’da bunu görünce Yemen’e gittim. Yemen de aynısıydı. Kahire’ye gittim, aynısıydı. Şam’a gittim, aynısıydı. Irak’a gittim, Filistin’e gittim, Afganistan’a gittim, hep aynısıydı. Rusya - Ukrayna savaşı bunu bize öğretti. Basın özgürlüğünden söz ediyoruz ya... Batı basınında biri Rusya lehine bir haber yapsın da göreyim. Haydi yapsın göreyim... Çıkartsınlar herhangi bir batılı televizyon kanalına bir Rus uzmanı veya savaş uzmanını. Rusya’nın lehine bir cümle kursun da göreyim. Mümkün değil… Bize yıllardır anlattıkları ve dayattıkları gazetecilik hikâyesi nerede? Hani gazetecilik? Ben bunu Orta Doğu’da yaşadım. Gittiğim bütün savaş bölgelerinde yaşadım ama Rusya - Ukrayna savaşı bunu batı açısından küresel düzeyde hepimize öğretti. Ben sadece daha önce öğrenme fırsatı bulmuştum.

        REKLAM

        • Bir röportajını hatırlıyorum; editörlerin ya da genel yayın yönetmenin, “Mehmet Akif orada ne yapıyorsun? Bir sürü olay oluyor, senin niye bunlardan haberin yok?” demiş. Sen de “Öyle bir şey yaşanmıyor” demişsin.

        "ÇOK FAZLA BİLGİYE HEMEN ULAŞABİLİYORUZ"

        • Bu kadar deneyimin mutlaka ‘Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece’ye yansıması olacaktır. Özellikle hangi bilgilerin yansıyacağını düşünüyorsun?

        Ben, bir bütün olarak eksiklerimle, hatalarımla, iyi taraflarımla, becerdiğim ve beceremediğim işlerle sıradan bir adamım. Biraz televizyon tecrübem var. Haber şöyle bir şey, sen de biliyorsun. Kadın cinayetleri çok arttı veya gasp... Birtakım adli olaylar, çocuk kaçırmalar, uyuşturucu çok arttı gibi şeyler söylüyoruz. Arttı mı gerçekten? Yoksa tarih boyunca böyleydi de bilgiye ulaşmak mı artık bu kadar kolay? Biz dünyanın çok ücra bir köşesinden hemen haberdar oluyoruz. Sosyal medya, telefonlarımız ve internet sayesinde... Eskiden haberdar değildik ama bu konular yine vardı. Kadın programları var, bir sürü absürt şeyler konuşuluyor, problemli şeylerden bahsediliyor, inanamıyorsunuz, “Bu yaşanmış mıdır?” diyorsunuz. Bunlar 100 sene önce yaşanmıyor muydu? Yaşanıyordu ama bilinmiyordu. Hatta ben belki bir miktar azaldığını da düşünüyorum. Önceden belki daha da fazlaydı. Şimdi sadece bilgiye kolay ulaşıyoruz. Çok fazla bilgiye hemen ulaşıyoruz. O yüzden kötülük çok gündemimizde. Biz ‘5. Gece’de biraz buradan çıkmak istiyoruz. Zaten hafta içerisinde anlatacağız. Hafta sonu da kendi gönül dünyamızda sohbet ettiğimiz, muhabbet duyduğumuz, birbirimizi iğnelerken bile kimsenin kimseyi üzmediği, katılan konuklarımızın keyif aldığı, konuklarımızın rencide olmadığı ve çıkarken “Çok güzel geçti” dediği, seyretmeye gelen genç arkadaşlarımızın da “Çok güzel geçti” diye keyif aldığı, bizim keyif aldığımız, bizi izleyenlerin keyif aldığı bir program yapmak istiyoruz. Meselemiz sadece bu... Bunu yaptığımız zaman hangi görüşten olursa olsun bizi izleyen herkesin “Güzel oldu ya iyi geldi. Bir şey de öğrendik, keyifli sohbet de dinledik, stresten de uzaklaştık” dediği bir iş yapmak istiyoruz.

        REKLAM

        • Konuk olarak sporcuları da alacak mısın?

        Tabii ki. Bu arada Filenin Sultanları gerçekten muhteşemler. Çok gurur duyuyoruz. Artık şöyle oldu; o kadar başarılı gidiyorlar ki maşallah, alıştırdılar zafere. Japonya maçı ilk başladığında Japonya önde başladı. Orada bir panik olduk ama ondan sonra ben, “Alırlar” dedim.

        • Artık bir set vermeleri tuhaf geliyor.

        Çok maşallah… Acayip gidiyorlar. Yürekten tebrik ediyoruz.

        "İNŞALLAH OLİMPİYATI DA ALACAKLAR"

        • Unvansız oldukları bir tek Dünya Şampiyonası ve Olimpiyat Oyunları kalmıştı. Dünya Şampiyonasını da aldılar. Sadece Olimpiyat Oyunları kaldı. Bütün dünyada bunu başarabilen bir ülke var mı, bilmiyorum…

        Olimpiyatı da alacaklar inşallah… O zirveden sonra ne olacak ben onu merak ediyorum. Bu challenge’dır ya hani. En üstüne çıktılar artık.

        • Ondan sonra bir maç bile kaybederlerse üzülürüz mutlaka ama o da olacak illa ki…

        Canları sağ olsun. Yaşattıkları muhteşem bir gurur. Tabii ki kaybetmesinler ama bu saatten sonra Filenin Sultanları girdikleri bütün maçları kaybetseler de bize zül gelmez. Biz Futbol A Milli Takımımızdan da bunu bekliyoruz inşallah. Artık futbol izlemeyi bıraktık, voleybol izliyoruz. Sporcuların isimlerini öğrendik, voleybol kurallarını öğrendik, böyle bir kültürümüz yoktu. Onlar yaşattılar, öğrettiler. Sağ olsunlar…

        REKLAM

        • Filenin Sultanları'ndan sonra ‘Voleybol Ülkesi’ olduk. 7’den 77’ye herkes ilgileniyor. Başarı olunca herkesin ilgisini çekiyor.

        Maşallah… Tebrik ediyoruz.

        • Senin öğrencilerin var, bilgilerini paylaşıyorsun. Bir de öğrencin olamayanların da senden ricası var. Ben birçok üniversitede olan öğretim görevlisi arkadaşımla konuştuğumda bana şunu söylüyorlar; “Öğrencilerimiz, Mehmet Akif Ersoy ile tanışmak ve kendilerine öğüt vermelerini istiyor."

        Estağfurullah… Bir kere genç arkadaşların en sevmedikleri kelime ‘öğüt’ olabilir. Bizim gençlerle buluştuğumuzda özellikle yüz yüze buluşabiliyorsak bir konferansta bir toplantıda veya bir derste, çok keyifli bir sohbetimiz oluyor. Bana da iyi geliyor. Yaşlanmışım… Bazen “Biz çocukluğumuzdan beri seni izliyoruz” diyorlar. “Nasıl yani?” diyorum.

        "SEVDİKLERİ ALANDA UZMANLAŞMALARI ÖNEMLİ"

        • 15 - 16 yaşındaysa, öyle diyebilirler.

        Evet, bazen biraz bozuluyorum da hakikaten yaşlanmışız diye... Öyle bir tarafı da var. Özellikle iletişim fakültelerinde olan arkadaşların ya da hangi işi yapacak olurlarsa olsunlar yabancı dil kesinlikle çok önemli. Dünya vatandaşı olma konusunda mutlaka bir yabancı dillerinin olması gerekiyor. İngilizcenin yanına bir dil daha koyabilirlerse çok kıymetli olur. Sevdikleri bir alanda uzmanlaşmaları önemli. Bir de genel kültür düzeyleri önemli. Artık çok okumayı bıraktık. Uzun şeyler okumayı bıraktık. Kitap okuyamıyoruz hatta izlemeyi bile bıraktık. Kısa videolar izliyoruz. Her şeyi çok hızlı kapmaya çalışıyoruz.. Okumak; dili, kültürü, idraki, anlam arayışını, düşünce dünyamızı geliştiren, ufuk açan bir şey ama biz gençlerin bu kısa videolar ve bu kısa okumalarla nereye gideceklerini de bilmiyoruz. Belki bizden bir tık daha yukarı da gidebilirler. O yüzden ben o hususta ukalalık yapmak istemiyorum. Çünkü henüz bu kadar çok bilginin bu kadar kısa sürede verilmesinin sonucunu görmedik. Mesela, ben Instagram’da çok güzel bir şeyle karşılaşıyorum ama beş dakika sonra o cümleyi unutuyorum. Benim hayatıma bir derinlik katıyor mudur? Bilmiyorum.

        "BU BİLE BİR ZENGİNLİK"

        • Katsa unutmayız.

        Bilmiyorum, belki arka planda çalışıyordur ya da görüşünü belirtirken çalışır ama dil önemli, branşlaşma önemli, genel kültür düzeyinde pek çok meseleden haberdar olmak önemli. Mesela, bazı kuşlar göç ederlerken göçe gittikleri iklimlerde, orada öten kuşların nasıl öttüklerini öğrenip onları taklit ederlermiş ve kendi coğrafyalarına döndüklerinde farklı şekillerde öterek şov yaparlarmış. Ve orada herkesin dikkatini çekerlermiş. Eş bulurken eşlerinin de dikkatini çekerlermiş. Bu hayvanlarda bile böyle. Bizim için de böyle. Bir ortama girdiğinizde siyaset konuşuluyor, kültür-sanat konuşuluyor, edebiyat, felsefe konuşuluyor, din konuşuluyor, tarih konuşuluyor, sosyoloji konuşuluyor ve siz konuşulan şeye dair yüzeysel düzeyde de olsa bir fikre sahipsiniz. Kant adı geçiyor, Foucault adı geçiyor, Kissinger adı geçiyor, Gazzali adı geçiyor. Farklı branşlar üzerinden söylüyorum. Bu isimleri biliyorsunuz ve birkaç cümle kurabiliyorsanız bu bile bir zenginlik. Sizi oraya çeker, alır. Oradaki insanlardan yeni şeyler öğrenirsiniz ama bir yerde de bir şeyde branşlaşmak da gerek. Neyi seviyorsanız, sporsa, ekonomiyse, siyasetse, kültürse, sanatsa, edebiyatsa, felsefeyse, sosyolojiyse… Ne seviyorsanız orada branşlaşma, derinleşme, ona dair dinlenen biri olmak önemli. Bugün sosyal çevrenizde, yarın konferans verecekseniz konferansta, bir gün canlı yayında, bir gün radyo programında, bir gün bir gazete röportajında, bir gün sokak röportajında, bir konuya dair, dinlenen, fikir sahibi, okumuş, derinleşmiş, üstüne de yeni bir fikir koymuş birisi olmak hepimiz için kıymetli bir şey.

        • 'Mehmet Akif Ersoy ile 5. Gece' tekrar hayırlı olsun. Keyifle izleyeceğiz...

        Teşekkür ederim. Dilerim keyif veririz.

        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ