Ödül kazanan 10 okul filmi
İlker Çatak'ın En İyi Uluslararası Film kategorisinde Almanya adına Oscar adayı olan 'Öğretmenler Odası'nın gösterimde olduğu şu günlerde önemli ödüller kazanan okul filmlerinden bir seçki hazırladık.
CANAVAR (2023)
(Kaibutsu)
Her şey oğlunun değişen davranışlarından rahatsız olan bir annenin olaydan sorumlu tuttuğu öğretmeni okul yönetimine şikâyet etmesiyle başlıyor. Yaşananları anne, çocuk ve öğretmenin gözünden ayrı ayrı izliyor; kimin doğru söylediğini kestirmeye çalışıyoruz. Beşinci sınıf öğrencisi iki erkek çocuğun yaşadıkları ve kimselere anlatamadıkları psikolojik sorunların kökeninde, sosyal baskılardan önyargılı ebeveynlere, akran zorbalığından okul idaresine kadar uzanan bir dizi neden var. İkisinin de yaşları itibarıyla, yetişkinlerin katkısı olmadan o sorunların altından kalkmaları imkânsız görünüyor. Ama yetişkinlerin de sorunun parçası, hatta nedeni olmaları, durumu onlar için umutsuz hale getiriyor. Öylesi bir sosyal yapı ve eğitim sistem içinde yaşadıklarını atlatmaları kolay değil. Film de umutla umutsuzluk arasında bir yerde belirsiz ama anlamlı şekilde sona eriyor. Japon yönetmen Hirokazu Kore-eda’nın yönettiği film Cannes’da En İyi Senaryo ödülünü kazandı.
OKUL TIRAŞI (2021)
Olaylar, Doğu Anadolu bölgesindeki bir yatılı erkek okulunda geçiyor. Sabah arkadaşı Mehmet’i yarı baygın halde gören Yusuf, durumu öğretmenlerine haber veriyor. Mehmet’in ciddi sağlık sorunu yaşadığını hemen seziyoruz ama öncelikle Yusuf’un bunu öğretmenlerine kabul ettirebilmesinin kolay olmadığını anlıyoruz. Daha önemlisi, öğretmenlerin sorunu çözmek için harekete geçeceği noktada dahi birçok zorlukla karşılaşacaklarını biliyoruz. En yakın sağlık kuruluşunun uzaklığı bir yana, yolların kapanmasına neden olan yoğun bir kar yağışı var. Yönetmen Ferit Karahan iyi düşünülüp kurulmuş bu gerilim öyküsünü telaşsız, sakin ama zamanı iyi kullanan bir sinemayla anlatıyor. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi film seçilen ‘Okul Tıraşı’ öncelikle Mehmet’i o noktaya getiren neden – sonuç ilişkileri üzerine düşünmemizi sağlıyor. İlk sahneden itibaren, disiplin, otorite ve cezalandırmanın her şeyin önüne geçtiği sert bir erkekler dünyasına adım attığımızı anlıyoruz. Belki kimse kötü değil ama eğitmen-öğrenci ilişkilerinde sevgi ve şefkatin izine rastlamak çok zor. Okul idaresinin, ceza ve tehdit üzerine inşa edildiğini görüyoruz.
UĞUR BÖCEĞİ (2017)
(Lady Bird)
Filmi yazan ve yöneten Greta Gerwig’in hayatından izler taşıyan ’Uğur Böceği’, 2000’lerin başında geçen bir büyüme hikâyesi anlatır. Saoirse Ronan’ın canlandırdığı Christine, Katolik kız okulundaki son yılındadır ve Doğu yakasındaki en iyi üniversitelerin hayalini kurar. Annesinin hayalcilikten uzak katı orta sınıf gerçekçiliğine tahammül edemez. Çok iyi bir öğrenci değildir. Müzikalde başrolü alamaz. Biraz sorumsuz ve havai biridir. Erkeklerle ilişkisi dahil hiçbir şey hayallerine uymaz. Neye yetenekli olduğunu dahi bilmez. Rahibe, yazısında Sacramento’yu iyi anlattığını söylediğinde kaçıp gitmek istediği kenti güzel yazmasına şaşırır. Altın Küre Ödülleri’nde müzikal-komedi dalında en iyi film seçilen ‘Uğur Böceği’, film ve yönetmen dahil 5 dalda Oscar adayı da olur.
SINIF (2008)
(Entre les murs)
Fransız yönetmen Laurent Cantet, filmin başrolünde oynayan François Begaudeau’nun 2006’da yayımlanan aynı adlı romanından yola çıkıyor ve kamerasını Paris’teki bir lisenin sıralarına çeviriyor. Eğitim aşkıyla dolu öğretmen, 15-16 yaşında farklı etnik kökenlerden gelen öğrencilerin direnciyle karşılaşsa da pes etmiyor. Eğitimin tek yönlü bir iletişim değil, interaktif bir süreç olması gerektiğinin altını çizen ve tüm klişeleri boş veren gerçekçi bir film. Sinema tarihinin en iyi eğitim ve okul filmlerinden biri. Cannes’da Altın Palmiye kazandıktan sonra uluslararası kategoride Oscar adayı olmuştu.
FİL (2003)
(Elephant)
Gus Van Sant’ın yazdığı, yönettiği ve kurguladığı film, Watt Lisesi adında Portland, Oregon’daki hayali bir banliyö okulunda geçer. Van Sant, 1999 yılında Columbine Lisesi’nde yaşanan ve sadece ABD’yi değil tüm dünyayı sarsan katliamın bir benzerini öncesi ve sonrasıyla anlatır. Filmin ismi ‘körlerin fili tarif etme’ hikâyesine atıfta bulunur. Van Sant, Columbine Katliamı’nın tek bir bakış açısıyla anlaşılamayacağını, olanların okul içi ve dışındaki birçok neden – sonuç ilişkisine bağlı olduğunun altını çizer; kolaycı açıklamalardan kaçınır. Hollywood ana akım sinemasıyla uzak yakın ilgisi olmayan, başrolde isimsiz genç oyunculara yer veren bağımsız bir film olan ‘Fil’, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’nin yanı sıra Gus Van Sant’a en iyi yönetmen ödülünü getirdi.
ELECTION (1999)
‘Lisedeki başkanlık seçimlerinden ne çıkar?’ deyip geçmeyin. Tom Perrotta’nın romanından uyarlanan film, “seçim”in özüne inmeyi ve seçmenlerin çaresizliklerini anlatmayı gayet iyi beceriyor. Reese Witherspoon’un başkan olmayı kafasına koymuş ihtiras küpü, çok bilmiş, ‘mükemmel öğrenci’ Tracy Flick yorumu kadar, Matthew Broderick’in çaresiz öğretmen Jim McAllister karakteri de harika. Jim, eski coğrafya öğretmeninin evliliğini bitiren ve okuldan kovulmasına neden olan Tracy’nin başkan olmasını istemez. Elinden geleni yapmaya kararlıdır ama Tracy’nin yoluna çıkmak o kadar kolay değildir. Alexander Payne’in yönettiği, incelikli mizaha sahip bu komedi, bazı eleştirmenler tarafından gelmiş geçmiş en iyi seçim filmlerinden biri olarak kabul edilir. Bağımsız Ruh Ödülleri’nde en iyi film ve yönetmen seçilir.
ÇILGIN LİSELİLER (1998)
(Rushmore)
Max Fischer (Jason Schwartzman) derslere değil ama "okul ortamı"na tutkuyla bağlı bir öğrenci. Notları kötü ama sosyal faaliyetlerde üstüne yok. Oyun yazıyor, okul takımında güreşiyor, bahçeye akvaryum yapılması için uğraşıyor vb... Rushmore Lisesi onun hayatını adadığı bir yer. Müdür onu seviyor aslında ama her şeyden önce dersleriyle ilgilenmesi gereken bir öğrenci olduğu gerçeğini anlamasını istiyor. Max Fischer’in öğretmenine âşık olması ise sorunlarını daha da karmaşık hale getiriyor. Okul yıllarının keyifli, hüzünlü yanlarını hatırlatan eğlenceli bir film. Bağımsız Ruh Ödülleri’nde en iyi yönetmen ödülünü kazanan ‘Rushmore’, Wes Anderson’ın düşük bütçeli ‘Bottle Rocket’dan sonra çektiği ikinci uzun filmi.
ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ (1989)
(Dead Poets Society)
Senaryosunu Tom Schulman’ın yazdığı, Peter Weir’in yönettiği "Ölü Ozanlar Derneği" tüm zamanların en iyi okul filmlerinden biri olarak kabul edilir. Film, 1959 yılında katı kurallarla yönetilen yatılı erkek okulu Vermont’da geçer. Varlıklı ve seçkin ailelerin çocuklarına yönelik, geleneklerine bağlı bir okuldur. Ama yıllar içinde akademik başarı her şeyin önüne geçmiş ve eğitimin gerçek anlamı nerdeyse unutulmaya yüz tutmuştur. Okula yeni gelen İngilizce öğretmeni John Keating (Robin Williams), sıra dışı ders verme yöntemiyle öğrencileri şaşırtır. Edebiyatın özgürleştirici ruhuyla tanıştırır sınıfı. Gençler onunla birlikte derslerde çok farklı deneyimler yaşarlar. Ama Keating’in yöntemleri okul içi ve dışında hoş karşılanmaz. Film, yönetmen, erkek oyuncu dahil 4 kategoride Oscar’a aday olan ‘Ölü Ozanlar Derneği’, ödülü en iyi özgün senaryo dalında kazanır.
ŞÖHRET (1980)
(Fame)
Christopher Gore'un senaryosu, New York'ta performans sanatları okulundaki eğitim alan bir grup öğrenciyi giriş sınavlarından mezuniyetlerine kadar takip ediyor. Film, dört yılı belirli bir öykü üzerine odaklanmadan daha çok eğitim sürecinin ve okulun anlamı üzerine düşündürerek anlatıyor. Sonuç olarak okul, öğrenciler için başka dünyalara açılan bir kapı. İlk gün herkes birbirine yabancı, son gün ise arkadaş… İngiliz yönetmen Alan Parker, kendisine gelen teklif üzerine projeye dahil olmuş ve senaryoya son şeklini verme konusunda ısrarcı davranmıştı. Yapımcılar o yılların en başarılı yönetmenleri arasında kabul edilen Parker’ın şartını kabul etmişler ama filmin tonunun daha karanlık hale gelmesinden rahatsız olmuşlardı. Gösterime girdiğinde olumlu ve olumsuz tepkiler alan film, gişelerde yapımcılarını mutlu etmiş; zaman içinde özellikle genç seyircilerin sevdiği bir kült filme dönüşmüştü. 1980’lerde İstanbul’un nezih semtlerindeki korsan videocuların en çok kiralanan filmlerinden biri olan ‘Şöhret’, en iyi müzik ve şarkı Oscar’larını kazanmıştı.
CARRIE (1976)
Stephen King’in romanından uyarlanan film, ilk bakışta lisedeki ezik kızın telekinetik güçlerini kullanarak herkesten intikamını aldığı kanlı bir gerilim gibi görünür. Altan alta ise genç kızların cinselliğiyle ilgili bir ahlak dersi tadındadır. Bir yanda Carrie'nin (Sissy Spacek) bağnaz annesi tarafından bastırılmış cinselliği, diğer yanda yaşıtlarının özgür seks hayatları vardır. Carrie'nin arkadaşlarından yardım istediği soyunma odası sahnesi, tutucu ve özgürlükçü seks anlayışlarının yan yana gelmesindeki zorluklara, travmalara dikkat çeker. Kızlar Carrie'nin cehaletle karışık masumiyetine aşırı tepki gösterirler. Carrie'nin ergenliğe adım atmasıyla ortaya çıkan telekinetik güçleri, bastırılmış cinsel arzularının serbest kalmasının simgesidir. Ya sağlıklı bir cinsel hayatı olacak ya da içindeki öfkeye yenilip kontrolsüz bir şiddete sapacaktır... ‘Carrie’, Brian De Palma'nın usta yönetmenliğiyle meselesine iyi odaklanan modern bir klasiktir. Açılıştaki duş sahnesi, Sissy Spacek'in katliam sırasındaki donuk yüz ifadesi ve Piper Laurie'nin anne tiplemesiyle hafızalarda sağlam bir yeri vardır. Film, Avoriaz Fantastik Filmler Festivali’nde Büyük Ödül’ü kazanır.