Savunma Sanayii Buluşmalarının 5’ncisi dün Swiss Otel’in salonlarına sığmadı. İlkini gözlerimin önüne getirip, bu kadar kısa sürede böyle bir mesafe alınabilmesini şaşkınlıkla izledim. Avrupa’nın en büyük kümelenmesi artık SAHA İstanbul. Bundan sonraki adım üretimde, yenilikte, ihracatta, verimlilikte yukarılara doğru ilerlemek. Çünkü büyük yapıları yönetip, katma değerli işlere yöneltmek de ayrı bir marifet istiyor.
İstanbul Sanayi Odası (İSO) ile SAHA İstanbul iş birliğinde gerçekleştirilen 5. Savunma Sanayii Buluşmalarının açılışında İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan ve SAHA İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Bayraktar’ın konuşmalarına kulak verdim. Salondaki tablonun onları da şaşırttığını gözlerinden okudum desem yanlış olmaz. Ayrıca katılımcıların hemen hepsinin gözlerinde de ümit ışığını görmek mümkündü.
Savunma sanayimizdeki gelişmeler keşke tüm sektörlerimize ve ülke geneline sirayet edebilse. Zira şu an en fazla övünebileceğimiz sektörlerin başında savunma geliyor. Hatta Türk ürünlerinin yüksek teknoloji algısına yaptığı katkılarla diğer sektörleri de peşine takıp dünya genelinde çok daha iyi yerlere getirme, pazarlarını geliştirme imkânı da var.
Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün de sektörün öncü ismi olarak yaptığı konuşmada tam da bu detaylara dikkat çekti. Savunma sanayisinin, bütünsel olarak sanayileşmenin ve kalkınmanın önemli bir parçası olduğuna vurgu yaptı. SSB Başkanı Görgün, geniş ekosistemimiz ile dünyada savunma sanayisi alanında en gelişmiş 10 ülke arasına girme hedefine adım adım yaklaştığımıza dikkat çektiğinde de yine SAHA İstanbul’un ilk günleri, kuruluş zamanları aklıma geldi. Savunma sanayisini bilen olmadığı için özel sektör katılımı az olurdu. Kamu tarafı da katılımın ağırlığı ölçüsünde ilgi gösterirdi. Yani katılan pek olmazdı da denebilir. Dün baktım Milli Savunma Bakan Yardımcısı Celal Sami Tüfekçi, İstanbul Valisi Davut Gül, SSB Başkan Yardımcısı Prof. Dr. İhsan Kaya kamu adına oradaydılar. Sektörde faaliyet gösteren kamu ve özel sektör kuruluşlarının neredeyse tamamının üst düzey yetkileri de bu buluşmaya iştirak etmişti. Netice bu iş güzel gidiyor. Hatta nereye gideceğini kestirmek dahi zor!
Çok değil 7-8 yıl önce hangi şirketin bünyesinde nasıl bir makine envanteri, kabiliyetleri ve teknik elamanı var bilinmiyordu. Aslında oldukça iyi imkânları ve tecrübeleri olan bu şirketlerimiz, güçlerini birleştirince neler yapabileceklerini onlar da kamu otoriteleri de bilmiyordu. Şirketlerimiz özellikle savunma sanayisine ve havacılık sektörüne çok mesafeli duruyorlar, buralarda iş yapmaya cesaret edemiyorlardı. Zaten onlara “bir şeyler yapın” diyen de yoktu. İstanbul’daki bu kümelenme ve hükümetin savunma sanayii alanındaki atılımları yeni güçlerin doğmasına vesile oldu. İş dünyasının da gözü açıldı. Fakat henüz “olduk” deme konumunda değiliz. Unutmayalım böyle bir hastalığımız var, ara sıra da nüksediyor. Dikkatli olmak, niceliklere, sayılara takılmadan ne yapıldığına, niteliklere odaklanmaya devam etmek gerekiyor…
Avrupa Türklere vizede direniyor
Avrupa’nın herhangi bir yerine bir Türk vatandaşı olarak gitmek artık işkenceye dönmüş durumda. Vize alınmaması, alabilmek için uzun uğraşılar, masraflar ayrı bir dert. Her gün bir vize sorunu hikâyesi karşımıza çıkıyor. Vizenizi alıp gittiğinizde de Avrupa havalimanlarının pasaport kontrol noktalarında maalesef tuhaf, aşağılayıcı sorgulamalara muhatap oluyorsunuz. Niye geldiniz şeklinde bir muamele gösteriliyor. Son açıklamalara bakılırsa vize meselesi yakın zamanda da düzelecek gibi görünmüyor.
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun Komşuluk ve Genişlemeden Sorumlu Üyesi Oliver Varhelyi, AB’nin Türkiye ile ilişkilere büyük önem atfettiğini vurgulayarak, Gümrük Birliği, vize kolaylığı, enerji ve teknoloji, yatırımlar, gıda güvenliği gibi konularda tarafların karşılıklı çabasıyla hızla ilerleme kaydedilebileceğini söylemiş. Yani ipe un sermeye devam etmiş. Somut hiçbir ifadesi yok. Her şeyi birbirine bağlayıp, sonra da ilerlemeden söz etmiş. Vizenin hiç ilgisi olmadığı konularla anılması, AB’nin bir süre daha vize sorunu yaşatacağı anlamına geliyor.
Doktora erişim var, ama tedavi sorun!
Ülkemizde kamu hastaneleri yoğunluk ve doktor sıkıntısı sebebiyle istenen seviyede tedavi hizmeti veremezken özel hastanelerde ise ciddi anlamda istismarlar, özensizlikler ve hastaya çeşitli vesilelerle çıkarılan kabarık faturalar söz konusu. Özel hastaneler artık tam anlamıyla ticari kurum gibi görülüyor. Sağlık meseleleri sebebiyle ne kadar denetleniyor, bilemiyorum. Ama bir sorun yaşadığınızda muhatabınızın “Tüketici Mahkemeleri” olduğunu söyleyeyim gerisini siz hesap edin. Özel bir hastaneye giderseniz tüketici, kamu hastanesine giderseniz hasta muamelesi görüyorsunuz. Sonuç ise pek fazla değişmiyor. Eskisi gibi kısa sürede tedavi olmakta sorun yaşanıyor.
Türkiye ile Avrupa’daki ülkeleri kıyasladığımızda doktora erişimde veya başvuruda yukarılardayız. Yılda 11 başvuruyla Slovenya birinci, biz ikinci sırdaymışız. Kişi başına yılda ortalama doktor ziyaretimiz 10 adet civarında. Almanya ise 9,6 ile bizi takip ediyor. Ama 100 bin kişiye düşen doktor sayısında 228 rakamı ile Avrupa’nın en gerisindeyiz. Yunanistan, 100 bin kişiye 629 doktor ile Avrupa’nın bu konuda lideri. Fakat doktora başvuruda ise en gerilerde. Yunanistan’ın altında sadece İsveç var. Bu durumu bize tevil edip, yorumlamak iyi olabilir.
Neden tedavi olmakta sorun yaşıyoruz? Çünkü toplamda doktor, özelde ise tecrübeli doktor sayımız azalırken doktora başvuru sayısı veya oranı da her yıl artıyor. Bunun anlamı gayet açık. Doktorlar dertlerimize ilk başvuruda çare bulamıyor. Böyle olunca küçük sorunlar büyük hastalıklar olarak karşımıza çıkıyor. Kamu hastanelerinde bir doktora örneğin ekim ayında başvuran hastaya önemli bir sorunu olduğu zaman tam teşhis konup, tedavi uygulanabilmesi için 2-3 ay sonraya aralık veya ocak ayı için film, test gibi randevular veriliyor. Böyle olunca doğal olarak doktora başvuru sayısı artıyor, dertler azalmıyor.
Doktora erişim e-Nabız üzerinden bir nebze kolay. Ama o da giderek zorlaşıyor. Çünkü tedavi olamayan veya sağlık sorunları devam eden insan sayısının giderek artması randevu sistemine de yansıyor. Bu durumda en zayıf halkanın iyileştirilmesi gerekmez mi? Sağlık hizmetlerine, filme, röntgene, testlere ulaşmak zorsa, kolaylaştırılması için adım atılmazsa her yıl doktora başvuru sayısı katlanacak demektir.
Kamu hastanelerine giden hastaların karşısına ilk başvuruda tecrübesiz doktorların çıkması da doğal olarak bu sürece katkı sunuyor. Zamanında doğru teşhis konup, hastaların tedavi edilememesi veya basit ilaçlarla geçiştirilmeleri doktora başvuru sayısını artırıyor. Ayrıca “Özel Sağlık Sigortası” tarafındaki yüksek rakamlar sebebiyle kamu hastanelerine doğru kısmen kayma olduğu da söyleniyor. Netice itibariyle başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere diğer ilgililerin sağlıkta çalan alarm zillerine kulak vermesi şart.