Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Güntay Şimşek Depozito Yönetim Sistemi ile ne yapılmak isteniyor?

        Uzun bir süresidir konuşulan, ama üzerinde çok fazla tartışılmayan Depozito Yönetim Sistemi’ne (DYS) 1 Ocak 2025’te geçilmesi öngörülüyor. Genel anlamıyla Türkiye’nin atık politikası hakkında bir adım olarak değerlendirilebiliriz. Ancak nihai bir çözüm olmayacağının bilinmesi lazım. Çünkü zaten en fazla toplanan ve değerlendirilen, içecek şişeleri atıklar depozito yöntemiyle hedef alınıyor. Halbuki bu atık türleri kayıt dışı olarak ve vahşi toplama yöntemiyle (sokak toplayıcıları veya belediyelerin ayıklamasıyla) büyük oranda ekonomiye kazandırılıyor. Bu sebeple DYS ile atıkları ekonomiye kazandırmada fazla bir adım atmış olmayacacağız.

        Öte yandan asıl kaybedilen, yer altına gömülen, depolanan, yakılan veya değerlendirilemeyen atıklar için bir çözüm beklentisi devam edecektir. Çünkü onları zaten toplayamıyoruz. Ülke olarak acilen atıkları doğru toplayıp, ekonomiye kazandırmak için yöntemler geliştirmeliyiz.

        Mesela konutlardan, işyerlerinden atık, çöp toplama ve ayrıştırma sistemi üzerine kafa yorularak böyle bir düzene geçilmesi için çalışmalar yapılsaydı, DYS de bunun bir parçası olsaydı daha makul olabilirdi. Türkiye’nin atık işini bu kadar kötü yönetmesine anlam vermek mümkün değil. İşin içine mahalli idareleri dahil etmeden, müeyyidelerle birlikte belli bir yasal düzenleme getirmeden, atıkları doğru toplayıp, ekonomiye kazandırma anlamında DYS ile fazla bir mesafe kat edemeyiz.

        Neden mi?

        Yaklaşık 4 ile 5 bin arasında noktaya depozito iade makinesi yerleştirileceği belirtiliyor. İlk önce su, soda, gazlı ve alkollü içeceklerin şişeleri, 25 kuruşa toplanacak. Sistem oturunca veya belli bir olgunluğa gelince yani zorunlu olmaya başlayınca satılan her ürünün üzerine depozito yükü, yazılım, barkod, etiket, toplama, işleme merkezlerine aktarma ve bu süreçleri yönetme maliyetleri eklenecek. Bu da ek külfet demek. Bir maden suyuna 10 TL ödeyen vatandaşın en az 13 TL ödemesi anlamına geliyor. Depozito olarak en fazla 1,5-2 TL’sini geri alabilecek. Böylece DYS sistemini de vatandaş finanse etmiş olacak. Ürünü alırken depozitosunu ödeyecek, ama atık şişeyi iade etmediği, edemediği taktirde iki türlü zararda olacaktır. “Devlet bu işten şu kadar para kazanacak” deniyor, ama “Bu uygulamanın vatandaşa külfeti ne olacak?” bu soruya da cevap bulmak lazım.

        DYS sisteminde ödemeler için Türkiye Emlak Katılım Bankası’nın altyapısı üzerinden e-cüzdan açılarak işlem yapılacakmış. Biriken paralar alışverişlerde kullanılabilecekmiş. Fakat etiketi basan, barkodu geliştiren, depozito iade makinaları için yazılım yapan, makinaları kuran, bunların işletmeciliğini üstlenen, toplayan, aktaran ve işleyenler taraf mali açıdan nasıl kontrol edilecek? Astarı yüzünden pahalı olacak bir sistem hayatımıza girebilir.

        Ayrıca DYS mevcut haliyle rekabetçi olmayacak. Düzenleyici kurumlar devrede olacak, ama önemli işlemler tek şirket çatısı altında yapılacak. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Türkiye Çevre Ajansı’nın yönetiminde çalışmaları sürdürülen DYS ile yıllık 20 milyar adet cam, plastik, alüminyum ambalajlı içecek tüketildiğini ve bunların toplanacağına işaret ediliyor. Ekonomiye yıllık katkısı da 500 milyon Euro olarak hedefleniyor. Ancak sanki bu atıklar hiç toplanmıyormuş, ekonomiye kazandırılmıyormuş gibi hesap yapılıyor.

        Bir daha altını çizmekte fayda var. Hedeflenen atıklar şu an en fazla toplanan ürün ambalajları. Nereden baksanız en az yüzde 90 toplanıyor. Eğer 500 milyon bir kazanç söz konusu ise kayıt dışı olarak rahatlıkla bunun 450 milyon Euro’su zaten ekonomiye kazandırılıyordur. Bu sistemle en fazla ilave olarak yüzde 10 daha bir atık ürün ambalajı toplanır, ama kayıt altına alınacağı için hiç toplanmıyormuş gibi hesap yapılıyor. Çünkü hedeflenen atık ürünler en rahat toplanan, takip edilen ve paraya dönüşenler. Bu sebeple hali hazırda zaten toplanıyorlar.

        Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Depozito İade Makineleri (DİM) ve depozito mobil uygulamasını kısa süre önce kamuoyuna tanıttı. Atık konusunda hassasiyetini ortaya koydu, fakat bir kez daha vurguluyorum yeterli değil. Ülke olarak çöpleri kaynağında ayrıştırarak, toplayacak, uymayanlara müeyyide uygulayacak bir sistem kurmamız lazım. Mesela belediyeler bu işin neresinde? Yoklar. Asıl sorumlu onlar. Vatandaşı, konutları, işletmeleri, işverenleri ve atıkları toplayan belediyeleri içine alan ilave yasal düzenlemeler ve sıkı denetimler olursa bu mesele kökünden çözülebilir.

        Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın himayelerinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca başlatılan ‘Sıfır Atık Projesi’ 2017 yılından bu yana başarıyla uygulanıyor. Yaygınlaşıyor. Bu adımından sonra ne yapılması gerekirdi? Tabii ki çöpleri, atıkları kaynağında ayrıştırarak toplayıp, ekonomiye kazandıracak model geliştirmek… Ortada böyle bir çalışma yok. Çünkü zor. DYS’nin böyle bir boşluğu doldurma ve ileri taşıma ihtimali de yok. O halde DYS hayatımıza nasıl girecek? Girdikten sonra ne olacak? Bir de ona bakalım.

        Depozito Yönetim Sistemi, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından belirlenen ve belirli bir depozito bedeli alınarak piyasaya sürülen ürünlerin tüketildikten sonra iade alınması ve depozito bedelinin geri ödenmesine dayanıyor. Ama bu sistemin bir de kurulma ve işletme maliyeti olacak. Vatandaş bu yükü yüklenmeye hazır olsun.

        Türkiye'de her yıl “Zorunlu Depozito Yönetim Sistemi” kapsamında yaklaşık 20 milyar tek kullanımlık ambalajın geri kazanımının hedeflendiği belirtiliyor. Yukarıda altını çizdim. Bu doğru yaklaşım değil. Zaten bu atıklar toplanıyor. Yüzde 10’lu kısmının toplanmadığından bahsedilebilir. Hepsi o kadar. Ama hepsini kayıt altına almak için iade makineleri üretilecek, ürünlerin üzerlerinde işaretleme, barkod olacak ve bu şekilde geri toplanacak. Toplama merkezleri, geri kazanım tesisleri, bunların nakliyesi ve yazılımı tarafı olacak. Yani atık yönetimine katkısı kısıtlı olan bir ekosistem oluşturulacak.

        Sistemin ekosistemi de şöyle; Birinci sırada ürünleri piyasaya arz edenler, ikinci aşamada tekel konumdaki etiket, barkod ve ambalaj üreticisi yer alıyor. Üçüncü olarak ürünleri satan toptancı ve perakendeciler, yani satış noktaları, dördüncü sırada ise iade makineleri bulunuyor. Depozito İade Makinesi (DİM) üreticileri, toplanan iade ürünlerin aktarıldığı merkezler, depozitolu ürünlerin doğrulama ve sayma işlemlerini gerçekleştiren noktalar, depozito ürünlerini taşıyanlar ve son aşamada ise geri kazanım tesisleri yer alıyor. Ciddi bir işletmecilik isteyen ve maddi külfeti olan bir ekosistem. Sigaralardaki kopyalanamaz, taklit edilemez barkodlar, depozitolu ürünlerin üzerinde de olacak. Barkodlu atıkların takibini yapacak yazılım sistemi her daim devrede olacak. İçecekleri üretip, piyasaya arz eden yaklaşık 300 kadar firma barkodlu etiketleri, bu işin yazılımını üstlenen tekel konumdaki tek bir şirketten alacak.

        Depozito Yönetim Sistemi’ni hakkında medyada haberler yaygınlaşınca atık konusuyla ilgili önemli isimlerle konuştum. Türkiye’de belediyeler geçen sene yaklaşık 32 milyon ton atık toplamış. Bunun yüzde 8’i plastikmiş. Yani yaklaşık 2,5 milyon atık plastik ortaya çıkıyormuş. Ancak ürettiğimiz plastik ürünler atıkların dört katından fazlaymış. Türkiye, Almanya’da sonra yılda 11 milyon ton plastik üretimiyle Avrupa’da ikinci sıradaymış. Ülkemizde 11 milyon ton plastik mamül üretiyoruz, ama çöpten 2,5 milyon ton plastik çıkıyor. Geriye kalan ne oluyor? Üretilen bazı plastik mamüller kalıcı ürünler. Otomobil, buzdolabı, elektronik eşyalar vs. Aynı zamanda plastik mamullerin önemli kısmı da ihraç ediliyor. Bu sebeple üretilen plastik ürün miktarı yüksek. Ne kadar plastiği ekonomiye kazandıramadığımız ise bilinmiyor.

        Peki, çöpe giden 2,5 milyon ton plastiğin ne kadarını geri dönüştürüyoruz? Yaklaşık 1,5 milyon tonunu. İşte o geri dönüştürdüğümüz plastikler içinde içecek ambalajları ilk sırada yer alıyor. Çünkü toplanması en kolay ve hemen paraya dönüşebilen atıklar. Sokak toplayıcılarının da gözdesi. Bizim gibi gelir seviyesi düşük olan ülkelerde atık toplama değerli bir iş kolu. Ancak Türkiye’de atıklar vahşi yöntemle toplanıyor. Düzgün toplama yapılmıyor. DYS ile de farklı bir model hayatımıza girecek.

        DYS uygulanmaya başlanınca, içecek ambalajlarını; cam, plastik, aluminyum şişelerini zaten yerde, çöpte bırakmayan toplayıcıların işi azalacak. “Depozito uygulaması geldi” diye müthiş bir geri dönüşüm olmayacak. Sokakta çöp toplayıcıların bazılarına yol görünecek. Halbuki Türkiye’de atık toplamada en büyük engel belediyeler. Mesela mevzuatlarımızda yeniden değerlendirilebilir atıkların gömülmesi yasak. Ama belediyeler gömüyorlar. Belediyeler bu konuda ıslah edilmeden çözüme ulaşmak mümkün olabilir mi? O halde belediyeleri kim ıslah edecek? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, bu hususta belediyelere müdahale etmediğine ve edemediğine göre çöpleri değerlendirme konusu problem olarak kalacaktır.

        TÜİK verilerine göre, imalat sanayi, maden işletmeleri, termik santraller, organize sanayi bölgeleri ve hane halkı 2022 yılında 110 milyon ton civarında atık oluşturmuş. Tehlikeli atık kısmı ise 30 milyon tona yakın. Geriye kalan 80 milyon ton tehlikesiz atık. Bunun da yaklaşık olarak 22,5 milyon tonu imalat sanayi, 28 milyon tonu termik santraller, 2,5 milyon tonu maden işletmeleri, 200 bin tonu OSB’ler ve 27 milyon tonu hane halkı atıkları. Çevre Vakfı’na göre yaklaşık 50 milyon ton atık geri dönüştürülebilir.

        Belediyeler 2023’te yaklaşık 32 milyon ton atık toplamış. Bu atıkların takriben yüzde 85’i atık işleme tesislerine, yüzde 13,5’i ise belediye çöplüklerine gönderilmiş. Yüzde 0,6’sı açıkta yakılarak, gömülerek veya araziye dökülerek bertaraf edilmiş. Neyin, ne kadarını geri dönüştürdüğümüz ise belli!

        Ülkemizde 2 bin 850 civarında geri dönüşüm tesisinde yaklaşık 50 milyon ton metal, plastik, kâğıt ve sair atık geri dönüştürülüyor. Geri dönüştürülen atıkların yarıya yakını ülkemizdeki imalat sanayinden temin ediliyor, ama yarıdan fazlası da ithal. Ve geri dönüştürülen atıkların ciddi bir bölümü de ihraç ürünlerin üretiminde kullanılıyor. Şimdi tablo daha net değil mi? Atık ürünlere ihtiyacımız var, ama kendi atıklarımızı toplayacak sistemimiz yok.

        Atik işleme kapasitemizin büyük bölümünde de ithal ettiğimiz atıkları işliyoruz. Fakat atıklarımızın büyük bölümünü toprağa gömüyoruz. Kendi atıklarımızı toplayıp değerlendiremiyoruz. Şayet atık ithal ettiğimiz kaynak ülkelerde sorun çıkarsa, iki türlü sıkıntı yaşayacağız. Hem geri dönüşüm kapasitemizi kullanamayacağız hem de geri dönüşüme bağlı üretim sektöründe, ihracatta sorun yaşayacağız. Çözümün tek yolu kendi atıklarımızı kaynağında ayrıştırarak doğru şekilde toplayıp, değerlendirmek. Bu hususta da bir gelişme olması temennisiyle…