Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri’nde, Eyüp’le birlikte öfkeden gözü dönmüş bir şekilde, Siverek sokaklarında dolaşıyorum kaç gündür! Resmen burnumdan soluyorum...
Yaşar Kemal’in, Abdi Ağa’nın zulmü altında ezilirken dünyanın kendi köyünden ibaret olmadığını gören İnce Memed’i gibi Eyüp de hayallerini bir bavula doldurup büyük şehre, İzmir’e, gitmiş. Ama olmamış! Büyük şehir boyunu aşmış, tutunamamış oralarda. Eşi ve 3 çocuğuyla, ‘mevsimlik işçi’ olarak hasta annesinin evine dönmüş. Günlerdir, kavurucu güneşin altında kasa kasa domates kurutuyor. 15 gündür yevmiyesini alamamış! Görmediğimiz bir ‘Abdi Ağa’, güneşin tuzlu domateslerin suyunu kuruttuğu gibi ruhunu emiyor Eyüp’ün. Abdi Ağa orada değil ama gölgesi Emme eli kıçında geziyor kurutulmak için muşambaların üzerine serilmiş kıpkırmızı domateslerin arasında. Eyüp hakkını istiyor, Emme oralı olmuyor. “Hiçbir şey öfke kadar insan düşüncesini saptıramaz” diyen Montaigne’nin bahsettiği ‘öfke’ bir noktada patlıyor. Kendi ruhunu da sömüren ‘Abdi Ağa’dan aldığı güçle Hemme, Eyüp’ün anasına küfrediyor...
İşte bu yüzden Hemme’nin Öldüğün Günlerden Biri’nde, Eyüp’le birlikte öfkeden gözü dönmüş bir şekilde, Siverek sokaklarında dolaşıyorum kaç gündür! Resmen burnumdan soluyorum...
ADANA ALTIN KOZA FİLM FESTİVALİ’NDE ‘EN İYİ FİLM’ ÖDÜLÜ ALDI
Murat Fıratoğlu’nun 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde ‘En İyi Film’ ödülü alan, Yaşar Kemal, Gülten Akın, Ahmed Arif, Yılmaz Güney ve Ahmet Hamdi Tanpınar'a adadığı ilk filmi “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri” böyle başlıyor. Eyüp, sadece Hemme'ye değil, bir türlü hayal ettiği gibi olmayan ‘hayat’a ‘öfke’siyle de kalkıyor düştüğü yerden! Sabırsızlıkla, bir çalışıp bir stop ederek ‘sabrının sınırlarını zorlayan’ kendisinden bile yaşlı motosikletine atlayarak evine gelip beline tabancasını takıyor. Ve ‘ya şehre bir yabancının gelmesi ya da bir insanın bir yolculuğa çıkmasıyla’ başlayan o muhteşem hikayelerden biri başlıyor o andan itibaren.
Alfred Hitchcock’un seyirciye masanın altındaki bombayı gösterip endişeyle patlayacağı anı bekletmesi gibi Fıratoğlu da Eyüp’le birlikte bizi de silahın patlayacağı ana doğru Siverek sokaklarına salıyor!
Sokağın Eyüp’ün öfkesinden, belindeki silahından haberi yok… Hayat, Eyüp kadar 'sabırsız' değil... Telaşsız, ağır ağır, günlük rutini içerisinde akıp gidiyor.
İki esnaf fırında yaptırdıkları tepsi yemeğine ekmek banıyor dükkanın önünde! kuşlar uçuyor etraflarında.
Bir başkası denizi ne kadar sevdiğini anlatıyor Eyüp’e; güller ve deniz olmazsa olmazıymış! Acurlar da çok iyi çıkmış bu sene.
Bakkal boylu boyunca tezgaha uzanmış uyuyor Eyüp’ün çocukluğunun karşısında...
Yaşlı bir amca evine karpuz götürüyor. İçinde 'kendinden hoşlanan, kendi kendini şişiren öfkesi' dürtüyor Eyüp'ü, bir an önce gitmesi gerek. Yaşlı amca ise bir dilim karpuz yeme derdinde. 'Baldan tatlı öfke'ye karşı sulu bir dilim karpuz koyuyor hayat Eyüp'ün önüne...
Kırtasiyeci arkadaşı namaz saatinde dükkânına göz kulak olması için yolundan çeviriyor. Belinde silah, Hemme’yi vurmaya giden Eyüp hiç aklında yokken, “Haydi Abbas vakit tamam / akşam diyordun işte oldu akşam…” diye şiiri okuyor ‘tanımadığı’ bir kadınla karşılıklı.
Akıllı arabaların özelliklerini dinliyor, Siverek’e yapılacak akıllı binaları ve ‘akılsız’ inşaat işçilerini… Yerdeki teneke kutuyu tekmeleyerek ‘hayatın’ tadını çıkaran adamı izliyor.
Gülten Akın’ın ‘Ah kimselerin vakti yok / durup ince şeyleri anlamaya’ dediği ‘ince şeyler’ geçip gidiyor Eyüp’ün önünden. O belinden silah, parkta bir bankta oturuyor.
“KABAHATLERİ AFFETTİREN DAİMA ÖBÜR HADİSELERDİR”
“Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri”ni izlerken John Cheever’ın ‘Yüzücü’ öyküsünün kahramanı Neddy Merill geldi aklıma… Yaz ortasında herkesin akşamdan kalma olduğu bir pazar sabahı arkadaşlarıyla otururken birden, kendi evine kadar komşularının bahçelerindeki havuzlarda yüzerek gidebileceğine fark eden Neddy, her girdiği havuzdan başka bir adam olarak çıkar. Sonunda kendi evine ulaştığında ne ilk havuza girdiği andaki Neddy kalmıştır geriye ne de başka bir şey.
Tıpkı Neddy gibi, Eyüp de Siverek sokaklarında ‘öfkeli öfkeli’ dolaşırken her köşede bir başka bir adam oldu mu bilmiyorum.
Hemme’yi affetti mi, bilmiyorum…
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi, “Bu hep böyledir. Hadiseler kendiliğinden unutulmaz. Onları unutturan, tesirlerini hafifleten, varsa kabahatlerini affettiren daima öbür hadiselerdir.”
“Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri” önümüzün arkamızın sağımızın solumuzun 'barut fıçısı' şeklinde dolaşan insanlarla dolu olduğu şu 'öfke çağında', sömüren ‘Abdi Ağa’lara, ezen Hemmelere karşı hayalini kurduğumuz denizlerin, güllerin, acurların, tarlada yuvarlanıp giden poşetlerin, çocukluktan bir çizgi filmin, bir teneke kutunun, bir dilim karpuzun, durup anlamaya vaktimiz olmayan 'ince şeylerin', ‘öbür hadiselerin’ filmi... Kaçırmayın!