“Hayatın sırrını çözdüklerini düşünen üç bilge adam, bu bilgilerini insanlarla paylaşmak için ülkeyi dolaşmaya karar verir. Tam yola çıkmak üzerelerken yanlarına bir adam yanaşır. Kendisinin de bir bilge olduğunu onlarla birlikte yolculuğa çıkmak istediğini söyler. Üç bilge, yeni gelene ‘Biz fizik, kimya, biyoloji, tıp ve daha bir dolu bilimde uzmanız. Sen ne biliyorsun?’ diye sorarlar.
Yeni gelen adam ‘Ben de gündelik hayatla ilgili her şeyi bilirim’ der.
Üç bilge ‘Ne var bunda? Gündelik hayatı herkes bilir’ diye düşünseler de yeni gelen adımı da yanlarına almayı kabul ederler...
Dört bilge bir gün ormandan geçerken yerde bir kaplan iskeleti görürler. Üç bilgeden biri, ‘Ben bu iskeleti yeniden bir araya getirebilirim’ diye atılır. İkinci bilge, ‘Ben üzerine derisini geçirebilirim’ diye bir adım ileri gider. Üçüncü bilge onlardan aşağı kalmaz, ‘Ben de ona kan, can ve ruh verebilirim’ der.
Üç bilge söylediklerini yapmak için kolları sıvamaya başlarken gündelik hayat bilgesi ‘Arkadaşlar n’apıyorsunuz? Eğer bu kaplanı yeniden canlandırırsanız ilk iş bizi yer’ diye itiraz edince diğer üçü onunla alay ederler. Bunun üzerine gündelik hayat bilgesi, ‘O zaman ben ağaca çıkana kadar bekleyin’ deyip bir ağaca çıkar. Üç bilge dediklerin yapar, iskelet halindeki kaplanı canlandırır! Hayata dönen kaplan ilk işi üç bilgeyi yer. Ağacın tepesinden olanı biteni izleyen gündelik hayat bilgesi kaplan gidene kadar bekler sonra da ağaçtan inip yoluna devam eder...”
USTALAŞMAK İSTEDİĞİM TEK BİLİM DALI BU!...
Borges ‘Olağanüstü Masallar’ kitabında bu öyküdeki ‘gündelik hayat bilgesi' kadar kıskandığım bir bilge yok desem inanır mısınız? İnanın lütfen... Fizik, kimya, biyoloji ve bilumum bilim dalında üç yanlışın götüreceği o tek doğruyu bile bulamayan ben ‘gündelik hayat’ konusunda da en az Bezgin Bekir kadar tembelim doğrusu... Hayatın ‘olağan’ akışı içinde bir dolu şeyi yapıyor gibi görünsem de hemen her gün bir köşe başında bir ‘kaplan’ tarafından ısırılıyorum!
Kuantumu anlamak peşinde değilim, ‘türlerin kökeni’ sırrını Darwinler’e bıraktım çoktan... Arada hiç kablo olmadan nasıl cep telefonlarıyla konuştuğumuzu bile anlamıyorum hala; hoş kablo olsa da sesimin kilometrelerce ötede birine anında ulaşması çılgınca geliyor bana. Yapay zeka konusuna girmiyorum bile! Uzay yolculuğu, vücudumuzun en küçük yapı taşı hücrelerimizin nasıl çalıştığı, Higgs bozunu (bırakın ne olduğunu adını doğru yazdım mı onu bile iki kez kontrol ettim), nükleer füzyon, genlerimizin gizemi, biyoçeşitlilik, demir yığını uçakların uçması gemilerin batmaması hatta ve hatta insanların kafasına tarla muamelesi yapılıp saç ekilmesinin nedeni nasılı umurumda değil... Ben tezgahtaki onlarca karpuz arasından şöyle bol sulu kıpkırmızı olanını şıp diye bulmanın derdindeyim. Evet benim ustalaşmak istediğim bilim dalı bu; iyi sebze-meyve seçmenin püf noktaları! “Yok daha neler bu da iş mi” dediğiniz duyar gibiyim ama bu konuda ne kadar berbat olduğumu eşim Züleyha’nın beni markete, pazara tek yollamamasından anlayabilirsiniz. Çünkü en seçilmemesi gereken erzakla dönüyorum eve her seferinde. Daha doğrusu ‘dönüyordum’ demeliyim. Çünkü önceki gün The Guardian’da iyi, olgun ve taze sebze-meyveleri seçme konusunda uzmanların verdiği tüyoları okudum. Bu konunun ‘uzmanı’ olduğundan bile haberim yoktu!!!
'İYİ BİR ELMAYA PARMAĞANIZLA VURUNCA TOK BİR SES GELMELİ'
Bir meyve olgun mu yoksa içi mi geçmiş? Renginin açık olması mı iyi kokuyor olması mı önemli? Bunun kitabı yazılmış... Ve sağ olsunlar 'gündelik hayat' bu en önemli konularından birisiyle ilgili engin bilgilerini bizimle paylaşmışlar! İşte sebze-meyve seçme konusunda bazı evrensel tüyolar...
‘Mükemmel Şeftalinin Peşinde’ kitabının yazarı Franco Fubini ‘elma’ hasattan sonra da olgunlaşmaya devam eden meyveler sınıfında olduğunu söylüyor: “İyi bir elma seçmek için ilk kriter rengidir. Eğer yeşil elma almıyorsanız kabuğunda çok fazla yeşil olmamasına bakabilirsiniz. Parmağınızla hafifçe vurmakta iyi bir yöntemdir. Tahtaya vurduğunuzdaki gibi tok bir ses geliyorsa çıtır çıtır sulu bir elmadır. Boş bir kaptan gelen gümleme gibi bir ses geliyorsa ondan uzak durun...”
‘Furitful’ kitabının yazarı Sarah Johnson muzların çok fazla etilen ürettiğine dikkat çekiyor: “Muzları yeşilken alın çünkü siz aldıktan sonra da olgunlaşmaya devam edecektir...”
Fubini, kirazların muzların aksine toplandıktan sonra olgunlaşma süreçlerinin durduğunu belirtiyor: “Kiraz sapları esnek ve yeşil olmalıdır. Bu olgunluğun ve tazeliğin işaretidir. Saplar küçülmeye ve kahverengiye dönmeye başladığında, hafifçe kırılgan hale geldiğinde biraz fazla tezgahta beklemiş demektir...”
“Limonların uçlarına bakın” diye uyarıyor Franco Fubini: “Uçlarda başlayan kabukta kuruma varsa fazla sertse o limon çok da sulu değildir!”
DOMATESİN KIRMIZILIĞI DEĞİL O ÇİÇEKSİ KOKUSU ÖNEMLİ
Sarah Johnson, tıpkı babamın öğrettiği gibi, karpuza vurmamızı tavsiye ediyor: “Biraz içi boşmuş gibi bir ses gelmeli... Bir de eğer hafif hissediyorsanız iyi olgunlaşmamıştır!” Kavun için önerisi de bildik: “Koklayın...”
Şeftali konusunun kişiden kişiye değişebileceğini söylüyor: “Bazıları biraz sert bazıları ise olgunlaşmış yumuşak şeftali tercih eder. Bence sertlik canlılığı da işaret eder. Aşırı olgunlaşmış bir şeftali ise tatlılık ve asidite dengesini kaybetmeye başlar.”
Elinizde tuttuğunuzda göründüğünden hafif hissettiren portakal yetirince olgunlaşmadan toplanmış ya da olması gerekenden daha uzun süre tezgâhta beklemiş demekmiş.
Kıpkırmızı bir domates aldığınızda iyi bir domates aldığımızı düşünmemeliymişiz mesela! Bizi artık nasıl koktuğunu unuttuğumuz o çiçeksi bir kokusu doğru domatesi bulmakta en önemli etmenmiş. Elinizde tutuğunuzda biraz ağır hissettirmeli ve parlak olmalıymış. Patlıcanda da parlaklık önemli. Kabuk matsa bu kötü saklandığı anlamına gelirmiş. Yaprakları kıtır kıtır olmayan bir lahananı yanından bile geçmemeliymişiz... Havuçlar pürüzsüz ve tam renginde değilse yanlış seçim yapmışız demekmiş. Karnabahar seçerken çiçekli kısmın sıkı bir şekilde bir araya toplanmış olması ve dokunulduğunda sert hissettirmesi önemliymiş. Kerevizde tok bir ağırlık hissi olmalıymış. Pırasada solmamış yeşil yapraklara sahip düz saplı olanlar makbulmüş...
MİS KOKULU, TATLI BİR ÇİLEKTEN DAHA DEĞERLİ NE VAR Kİ!
Hayatın sırrını çözme konusunda bir uğraşım yok, çok da merak etmiyorum... Gündelik hayatın küçük sırlarını bilsem yeter sanki. Kendime ait küçük dünyamda doğru seçtiğim tatlı, sulu bir karpuz beni mutlu etmeye yeter de artar bile. Biliyorum ki hayat ölümsüz bir kaplan ve eninde sonunda beni yiyecek. İşte tam da bu yüzden, şarkıdaki şu dize gibi "Hayat çok güzel kokuyor olmalı ama ben çok tadını alamadım" dememek için o gün gelene mis kokulu domatesleri, çilekleri, elmaları, armutları, havuçları bulmaktan daha değerli bir şey yok sanki...