Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Canavarlar yükseliyor ama seri yerinde sayıyor

        ‘Transformers: Canavarların Yükselişi’ (Transformers: Rise of the Beasts), 2007’de başlayan serinin yedinci filmi… Kökeni, Hasbro markasıyla satılan Transformers adlı oyuncaklara dayanan seri, dünyaya uzaydan gelen ve gerektiğinde şekil değiştirerek farklı araçlara dönüşen akıllı makinelerin, yani Transformer’ların serüvenlerini anlatır. İnsanlar, özellikle de genç karakterler tüm bu serüvenlerin odağında yer alırlar. Bir yanda, Cybertronian ırkından gelen iyi Autobot’lar ve kötü Decepticon’ların dünya üzerinde sürüp giden savaşı; diğer yanda ise bu savaşa katılan insanlar vardır. İnsan – Transformer dostluğu serinin vazgeçilmez motiflerinden biridir.

        Yedinci film de serinin genel formülünün dışına çıkmıyor. Önce Transformer’ların arasındaki meselenin nedenini öğreniyoruz. Kötülerin tarafında, gezegen yiyerek güçlenen Unicron (Colman Domingo) adında bir tanrı ve onun adına çalışan Terrorcon’lar var… İlk hedefleri Maximal adlı Transformer’ların yaşadığı ormanlık gezegen. Cybertronian ırkından gelen Maximal’ler goril, kaplan, kartal gibi hayvanların formlarını taşıyan ‘canavar’ makinelerden oluşuyor. Hedef olmalarının nedeni, ileri teknoloji gerektiren Transwarp Anahtarı’na sahip olmaları… Unicron, anahtarı ele geçirerek galaksiler arasında kısa yollar açma ve yeni gezegenler yemeye devam etmek istiyor… Unicron’un ileri teknolojiyi kullanarak evrene vereceği zararı gören Maximal’ler, Transwarp Anahtarı’nı korumak için her tür özveriyi gösteriyor ve peşlerindeki Terrorcon’lara izlerini kaybettirip bizim dünyamıza, yani Yeryüzü’ne kadar geliyorlar. Tüm bunlar yüzlerce yıl önce gerçekleşiyor.

        Filmin genç kahramanları Noah Diaz (Anthony Ramos) ve Elena Wallace’ın (Dominique Fishback) hikâyesi ise 1994 yılında başlıyor. Diaz, Brooklyn’de yaşayan ve elektronikten iyi anlayan eski bir asker. Acilen iş bulmak istiyor çünkü annesinin kazandığı para, kardeşinin tedavi masraflarını karşılamaya yetmiyor. Başvurduğu güvenlik şirketinin yöneticisi, ordudaki komutanının Diaz için ‘İyi bir takım oyuncusu değil’ dediğini ve bu yüzden onunla çalışmak istemediğini söylüyor. Çaresiz kalan Diaz, arkadaşının önerisiyle kapalı bir garajda uzun süredir duran Porsche 911’i çalmak için harekete geçiyor. Kapıyı açıp sürücü koltuğuna oturduğunda ise konuşan bir otomobille karşılaşıyor. New York caddelerinde gerçekleşen uzun kovalamaca sırasında konuşan otomobilin, kontrolünü kendisine hiç vermediğini ve çok daha başka yetenekleri olduğunu keşfediyor. Peşlerindeki polisleri atlattıktan sonra otomobil sandığı makinenin Autobot Mirage (Pete Davidson) olduğu ortaya çıkıyor.

        Tarihi eserler müzesinde stajyer olarak çalışan ama arkeoloji konusunda yöneticisinden daha fazla bilgi sahibi olan Ellen Wallace tesadüfen bulduğu Transwarp Anahtarı’nı, Diaz ile Mirage’ın tanıştığı kovalamaca sırasında yanlışlıkla aktif hale getiriyor ve serüven başlıyor. Bir anda kendilerini olayların içinde bulan Diaz ve Ellen, Optimus Prime’ın (Peter Cullen) liderliğindeki Autobot’larla birlikte, anahtarın Terrorcon’ların eline geçmesini önlemeye çalışıyorlar. Autobot’lar anahtarı kullanarak gezegenlerine dönmeyi hayal ederken; Diaz, Yeryüzü’nü kurtarmak için anahtarı tümüyle yok etmek gerektiğine inanıyor.

        ‘Transformers: Canavarların Yükselişi’ serinin önceki filmlerindeki gibi insan – Transformer dostluğu ve dayanışması üzerinden gelişen bir öyküye sahip. Diaz, espri yapmayı seven genç ruhlu Mirage ile çok çabuk kaynaşıyor belki; ama olayların geçtiği tarihte insanlara pek güvenmeyen Optimus Prime ile pek anlaşamıyor. İkisi de başlangıçta birbirlerine karşı önyargılı davranıyorlar. Diaz üzerinden baktığımızda, serüvenin akışı içinde ‘takım oyuncusu’ olmayı öğrendiğini söylemek mümkün. Ayrıca hem Optimus Prime hem Diaz, birbirleriyle empati kurmayı öğreniyorlar. Önceki filmlerde örneklerini gördüğümüz eğlenceli ve matrak ‘insan – Transformer dostluğu’nun bir benzerini karşımıza getiren Mirage – Diaz ilişkisi, Mirage’ı seslendiren Pete Davidson’un başarılı performansıyla filmi ayakta tutan unsurların başına geliyor.

        Ormanla kaplı gezegenden gelen hayvan formundaki Maximal’lerin kendilerine saklanacak yer olarak Peru’nun doğası bozulmamış dağlık bölgelerini seçmeleri ve oradaki kadim kültürlerin devamı niteliğindeki yerlilerle iletişim kurmaları, açıkçası hoş fikir. Böylelikle ileri teknolojiyle kadim Yeryüzü kültürleri arasında ekolojik alt metin içeren bir bağ kurulmuş oluyor.

        Bunun dışında dişe dokunur ve kayda değer fazla bir mesele yok filmde. Mesela, aksiyon ve gerilim anında tanışan Diaz ile Ellen’in ilişkisinin gelişme eğrisinin iyi tasarlanıp yazıldığını söylemek zor. Karakter değişimleri ve aralarındaki çatışmalar konusunda da yazmaya değer fazla bir şey olduğunu düşünmüyorum.

        2007 yapımı ilk filmin öncesinde geçen olayları anlatan ‘Transformers: Canavarların Yükselişi’, kronolojik açıdan 2018’de seyrettiğimiz ‘Bumblebee’nin devamı niteliğini taşıyor. ‘Bumblebee’, nasıl 1980’ler nostaljisi üzerine kurulduysa ‘Transformers: Canavarların Yükselişi’ de aynı nostaljiyi 1990’lar üzerinden kurmaya çalışıyor. Yeri gelmişken, Maximal’lerin 1996 – 1999 yılları arasında 3 sezon yayınlanan bir televizyon animasyon dizisinin kahramanları olduğunu belirtelim.

        Öte yandan, ‘Bumblebee’deki kadar keyif veren bir nostalji duygusundan söz etmek zor. ‘Bumblebee’ özellikle hikâyesiyle 1980’lerin Amerikan sinemasına, o yılların klasik filmlerine götürüyordu bizi. Yönetmen Steven Caple Jr.’ın ‘Transformers: Canavarların Yükselişi’nde benzer bir havayı yakaladığını söylemek imkânsız. ‘Bumblebee’, 2007’de 5 filmlik konsepti bitiren ve her şeyi yeni bir vizyonla ele alan bir filmdi. ‘Transformers: Canavarların Yükselişi’nde ise Bumblebee ruhunu bulmak mümkün değil. Tam tersine, serinin ‘formdan düştüğü’ dördüncü ve beşinci filmlerin havasını taşıyor. CGI şovu niteliğini taşıyan aksiyon sahneleri yine gösterişli ve özenli hiç kuşkusuz ama ilk bölümdeki matrak otomobil kovalamacası dışında genellikle ‘kavga dövüş’ üzerine kurulu her şey…

        Beş kişinin birden imzasını taşıyan senaryo, ‘Bumblebee’de olduğuı gibi yeni ve parlak fikirlere yönelmek yerine serinin genel geçer formüllerine aşırı sadık kalma yaklaşımını benimsiyor. Mizah duygusu açısından da önceki filmin gerisine düşüyor.

        Daha önce saydığım isimler dışında, seslendirme kadrosunda Ron Perlman (Optimus Primal), Peter Dinklage (Scourge), Michelle Yeoh (Airazor) gibi yıldız isimlerin olduğunu belirtelim. Bu arada, Kanadalı aktör Peter Cullen’ın Optimus Prime’ı 1980’li yıllardaki çizgi TV dizilerinden bu yana -tüm sinema filmleri dahil- seslendirdiğini not etmekte yarar var.

        Bilimkurgu türündeki ‘Transformers: Canavarların Yükselişi’, serinin hayranları dışında, CGI ağırlıklı, bol tahribat ve çatışma içeren görkemli Amerikan aksiyonlarını sevenleri mutlu edebilecek bir film… Ama başta hikâyesi olmak üzere senaryosunun vasatın üzerine çıkabildiğini düşünmüyorum.

        5/10