Rahibe (The Nun) karakteri, ilk olarak ‘Korku Seansı’ (The Conjuring 2 - 2016) filminde karşımıza çıktı. Hıristiyan mitolojisinin kötücül ruhlarından biri olan Valak’ın vücut bulmuş haliydi. Öyle ürpertici bir görünüşü vardı ki, seriyi takip edenlerin çoğu onu unutmadı. Yapımcılar da Rahibe karakteri üzerine bir film yapmanın hiç de kötü bir fikir olmadığını düşündüler ve haklı çıktılar.
2018’deki ilk film ‘Dehşetin Yüzü’ (The Nun), Rahibe’nin 1952 yılında Romanya’daki bir manastırda ortaya çıkışını, çevresine verdiği zararları ve Kilise’nin ona karşı verdiği savaşı anlattı. Eleştirmenlere göre, Conjuring Evreni’nin vasat filmlerinden biriydi. Ama gişelerde ulaştığı hasılat itibarıyla serinin en çok kazandıran filmi oldu. Hâlâ da öyle…
Birçok ülkede bugün gösterime giren, Conjuring Evreni’nde geçen dokuzuncu film olan ‘Dehşetin Yüzü 2’nin (The Nun II), gişelerde neler yapacağını kestirmek için erken; ama kendi adıma, ilkine oranla biraz daha iyi bulduğumu söyleyebilirim. Öncelikle daha ilk anlardan itibaren görsel atmosferini başarıyla kuran bir film bekliyor bizi. Aynı zamanda prodüksiyon kalitesi yüksek bir dönem filmi seyrediyoruz.
İlk filmin 4 yıl sonrasında 1956’da geçen ‘Dehşetin Yüzü 2’, Fransa’nın Tarascon şehrinde, lambaların sarı ışıklarıyla aydınlanan dar sokaklarda açılıyor. Pusla dağılan o sarı ışıkta uğursuz, tekinsiz bir hava hissediyoruz. Sokaklardan kiliseye geçtiğimiz sahne boyunca Valak / Rahibe’nin yüzünü görmüyoruz ama huzursuz edici varlığını seziyoruz. Top peşinde koşan rahip yardımcısı küçük Jacques’ın masumluğu ve savunmasızlığı ile Rahibe’nin kötücül, gizemli gücü arasındaki kontrast, filmin ileriki bölümlerinde netleşecek konsepti belirliyor.
Olayların büyük bölümünün Madame Laurent’ın (Suzanne Bertisch) yönettiği yatılı kız okulunda geçmesi tabi ki tesadüf değil; çünkü aynı kontrast burada da geçerli. Kızlar onun gücü karşısında savunmasız ve zayıf görünüyorlar. Tıpkı ilk filmde genç ve minyon rahibe Irene’in göründüğü gibi... Ama olaylar geliştikçe Irene’in gençliğinden, masumiyetinden gelen gücünün ortaya çıktığını da biliyoruz.
İkinci filmin Akela Cooper imzalı öyküsü, Katolik Kilisesi'nin Rahibe’nin (Bonnie Aarons) karşısına Irene’i (Taissa Farmiga) sürmesiyle şekilleniyor. Mütevazı, becerikli Irene’in bu savaşa gönüllü ve istekli olduğunu söylemek mümkün değil ama sorumluluktan kaçmıyor. Kilise yönetiminin onu seçmesinde şüphesiz korku faktörü ağır basıyor. Hem kendileri hem Kilise için korkuyorlar. Çünkü yaşlı, deneyimli Katolik rahipleri hiç acımadan öldüren düşman, hedefine doğru ilerlerken Irene’in neredeyse son şansları olduğunun farkındalar. Acımasızlığı kadar Rahibe’nin erkeklere karşı daha güçlü olduğunu var saymak mümkün. Genç kızların onun zayıf yanı olmasında, bedenini kullandığı Rahibe’nin de belki payı var. Zaten hikâyenin en ilgiye değer yanı, Irene ile Rahibe arasındaki çok yönlü karşıtlık… İlk filmden hatırladığımız kendi halindeki bahçıvan Maurice’in (Jonas Bloquet) bedeninin bir savaş alanı olması da kayda değer nokta. İyi veya kötü, güçlü erkeklere pek yer vermeyen bir film seyrediyoruz.
Filme eklemlenen Azize Lucy hikâyesini düşündüğümüzde, kadın kahramanlar üzerinden ilerleyen bir Hıristiyanlık teması göze çarpıyor. Bunlar dışında ‘Dehşetin Yüzü 2’de bizi bekleyen başka yeni bir nokta yok. Her şey yine bir zamanlar Tanrı’nın meleği olan Şeytan’ın faaliyet alanına bağlanıyor. Rahibe, Şeytan’ın tarafında bir figür. Filmde gördüğümüz ‘beden ele geçirme’, Şeytan çıkarma, Şeytan’dan kurtulma gibi taktikler, Hıristiyanlık ritüelleri de pek yeni değil. Yer yer Katolik Kilisesi içinde geçen bir iç savaş seyreder gibiyiz.
‘Dehşetin Yüzü 2’ hikâye, karakterler ve alt metinlerdeki vasatlığını korku sahnelerindeki başarısıyla unutturan bir film. Serinin ‘Lanetli Gözyaşları’ (The Curse of La Llorona - 2019) ve ‘Korku Seansı 3: Katil Şeytan’ (Conjuring: The Devil Made Me Do It - 2021) gibi filmlerini yöneten Michael Chaves, gerilimi sabırla yavaş yavaş tırmandıran sahnelerde iyi iş çıkarıyor. Küçük Sophie’nin (Katelyn Rose Downey) okulda kilitli olarak tutulan eski şapele girmesi mesela… Irene’in Tarascon’daki ilk akşamında sokakta top oynayan çocuğu takip ettiği sahne de etkileyici. Dergilerin sergilendiği tezgâhın karşısında yaşadığı tuhaf telekinetik deneyim ise filmin en sevdiğim bölümü... Rahibe’nin arka fonda, duvarlarda, tablolarda belirdiği çekimler, eski usul gerilim sinemasının tadını aldığımız yerler… Chaves benzer çekimlerde Conjuring serisinin alameti farikası olan telaşsız gerilim üslubunu benimsiyor. Öte yandan, CGI destekli korku şovların sayısı da az değil. Bunların çoğu, Rahibe’nin güç gösterilerini yansıtıyor zaten…
Fransa’da geçen filmde herkesin İngilizce konuşması tuhaflığına alışmak zor ama Chaves, Eski Kıta Avrupa’nın gotik korku duygusunu yakalamayı başarıyor yer yer… Özellikle yatılı kızlar okulu sahnelerinde İtalyan korku filmleri yönetmeni Dario Argento ve onun başyapıtı ‘Suspiria’ (1977) şöyle bir geliyor aklımıza. Ama Chaves daha ileri gitmiyor; Amerikan ekolünden fazla uzaklaşmıyor. Son olarak, görüntü yönetmeni Tristan Nyby’nin de baştan sona çok iyi bir iş çıkardığını eklemem gerek.
Korku gerilim sinemasının tıpkı aksiyon türünde olduğu gibi seyircilerin beklentilerine göre şekillenen kendi standartları var. ‘Dehşetin Yüzü 2’, bu standartları tutturmakta zorlanmayan, türün meraklılarını hayal kırıklığına uğratmayacak bir film.
5.5/10