Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar İmkânsızlığın ve arada kalmanın filmi 
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ‘Do Not Disturb’, Cem Yılmaz’ın ‘Karakomik Filmler’inin beşinci halkası olarak kabul edilebilir. Yılmaz, sadece ‘İki Arada’nın (2019) ana karakteri Ayzek’in hikâyesini sürdürmüyor; ‘karakomik’ yaklaşımı ve ruhunu da devam ettiriyor.

        Cem Yılmaz yazıp yönettiği ‘İki Arada’, ‘Deli’ (2020) ve ‘Emanet’ (2020) adlı ‘karakomik hikâyeler’de kendi hayal dünyalarında, gerçeklerden kopuk yaşayan ve bunun tam olarak farkında olmayan üç erkeğin imkânsız aşklarını anlatıyordu. Üçü de toplum içinde kendini ‘itilmiş ve dışlanmış’ hissediyordu. Çünkü toplumsal önyargılar tarafından çizilmiş sınırların içine hapsolmuşlardı.

        ‘Do Not Disturb’de bir kez daha karşımıza çıkan Ayzek / Metin’in, ayrıştırıcı özelliği, hikâyenin sonunda ahlaklı, düzgün ve iyi insan olmanın doğruluğuna kendisini de, bizi de ikna etmesiydi... O yüzden filmin başında onu hayatında bir şeyleri değiştirmek isterken görmek bizi şaşırtmıyor.

        İlk sahnelerde, gemideki işinden ayrılmak zorunda kalan ve pandemi döneminde 2 yıl evinde oturan Ayzek’in (Cem Yılmaz) bu süre içinde Peri Sönmez’in (Nilperi Şahinkaya) sosyal medyadaki ‘kişisel gelişim’ videolarını seyrettiğini anlıyoruz. Yüzünü göremediğimiz, sadece sesini duyduğumuz annesinin (Tilbe Saran) çabalarıyla Komodor Otel’de ‘gece müdürü’ olarak işe başlamadan önce tedirginlikle aynı videoları tekrar seyrediyor. Hayattan ve onun getireceği her yenilikten korktuğu belli. Aynı otelde çalışan ve işi ona ayarlayan Suhal’le (Ahsen Eroğlu) tanışmak da geriyor onu. Çünkü Suhal’in ve kendi annesinin ikisini birbirine yakıştırdığını biliyor. Sadece ‘ölçüsü alınan’ ama takılmayan ön dişlerinin eksikliğinden değil, sosyal becerilerinin eksikliğinden de çekiniyor. Sosyal medya ve internetten öğrendikleriyle yeni işinde ne yapıp yapamayacağını kestiremiyor.

        Neler ‘öğrendiğine’ baktığımızda, açıkçası çok işe yarar bilgilerden söz etmek zor. Annesinden gizli sürdürmeye çalıştığı beslenme alışkanlıklarını bir yana bırakırsak; ‘kendini merkeze almak’, ‘yepyeni sayfa açmak’, ‘ben değerliyim’, ‘herkesi mutlu etmek zorunda değilim’ gibi ifadelerden ve ‘toksik ilişkiler’den bahsediyor. Bu hedefler kakofonisinde ‘Kendi dünyamda mutlu olmak istiyorum’ demesi, belki en anlamlı arzusu…

        Kentin işlek meydanlarından uzaktaki Komodor Otel’de peş peşe gelişen krizlerle geçen ilk gecesinde Peri’den öğrendiklerinin hayatın akışı içinde hiçbir işe yaramadığına tanık oluyoruz. Aslına bakarsanız, daha çok gemide veya limandaki ‘ağır abi’lerinden öğrendikleriyle idare ediyor Ayzek. Ama onların da ne kadar işe yaradığı tartışmaya açık… Gerekli gördüğünde kibarlığı bırakıp racona başvuruyor. Polise nasıl davranacağı konusunda kafası karışmıyor ve ‘sokağın hapçısı’ Çarli’ye (Diren Polatoğulları) tokadı çakmaktan geri durmuyor. İçinde karanlık bir yan olduğunu ve bunu tümüyle yok edemeyeceğini biliyoruz. Cebindeki tirbuşonu unutmamak gerek. Suhal’in ‘Sende Joker tipi var’ demesi boşuna değil…

        İçindeki iyi ve kibar Ayzek’i göstermek istediği ilişkilerine baktığımızda, Suhal, edebiyat profesörü – caz müzisyeni Bahtiyar (Celal Kadri Kınoğlu) ve eczacı Saniye (Özge Özberk) ile ‘kendi olmak’ta zorlandığını; onlara ne diyeceğini, nasıl espriler yapacağını bir türlü kestiremediğini, sık sık özgüven krizi yaşadığını görüyoruz. Davut’la (Bülent Şakrak) ilişkisinde ise benzer sorunları yok; çünkü kendisinden ‘biz’ diye söz eden, ona sürekli bahşiş veren Davut’un yanında rahat… Hatta kendine yemek almaya giderken ‘Aç mısın?’ diye sorduğu için ‘İşte insan gibi insan!’ bile diyor onun için… Davut, bildiği tanıdığı erkekler dünyasının temsilcisi. Ayzek ‘o dünyada’ kendini evinde gibi hissediyor belki; ama mutluluğu orada bulamayacağının farkında. İçten içe ‘erkeklik kültürü’nün dışına çıkmak istiyor, başka birisi olma özlemini çekiyor ama bunu nasıl yapacağını bilemiyor.

        Yeşilçam, geçmişte benzer hikâyeler anlatırken Ayzek gibi kendisini aşmak isteyen karakterlerin herkes tarafından onaylandığı duygusal finalleri tercih ederdi genelde. Her şey iyilik kötülük ekseninde tatlıya bağlanır, geri kalan her türlü kültürel, sınıfsal farklılık finalde önemini kaybederdi. Kültürel olarak kutuplaşmış bir toplum için terapi niteliğinde filmlerdi bunlar… Cem Yılmaz, Yeşilçam gibi her şeyi iyilik kötülük ekseninde tatlıya bağlasa da Ayzek’in kendi dünyasının dışına çıkmasının imkânsızlığının altını çizmeyi ihmal etmiyor. Hatta tüm filmi bu imkânsızlık çevresinde kuruyor.

        Öte yandan, sadece imkansızlığın değil, ‘İki Arada’da olduğu gibi ‘arada kalma’nın filmi ‘Do Not Disturb’… Hem de her anlamda… Mesela Ayzek’in aydınları, elitleri temsil eden Bahtiyar ile erkeklerin şiddet dolu racon dünyasını temsil eden Davut arasında kalması… Havai, rahat, çılgın, dengesiz, flörtçü Saniye ile sakin, dengeli, güvenilir, mesafeli Suhal arasında kaldığı anlar da var…

        Ayzek kendi iç dünyasında da arada kalan biri. Bazen yalanlara kaptırıyor kendini ve başka birisi olmaya çalışıyor. Bazense tam tersine, doğru ve dürüst davranıyor; kendisi oluyor. Davut’tan aldığı tüm parayı zorlanmadan bahşiş kutusuna atması içinde doğruyu gösteren bir pusula olduğunun göstergesi. Bazı kritik anlarda doğruyu yapmak onun için hiç zor değil.

        Suhal, Bahtiyar ve Saniye ile ilişkilerinde zorlandığından söz ettik daha önce. Ama aynı ilişkilerde sezgisel olarak doğru olanı yaptığı birçok an var. Mesela, Suhal konusunda annelerin anlaşmasının hiçbir önemi olmadığını başta çok güzel ifade ediyor. Suhal’den hoşlanmasına karşın ‘Metin Abi’ hitabının getirdiği sınırın içinde kalıyor. Bahtiyar’a neyin iyi geleceğini, onu nasıl sakinleştireceğini bir şekilde biliyor. Eczacı Saniye ile de işler uzun süre yolunda gidiyor… Finalde sabah gün ağardıktan sonra olup bitenlere baktığımızda, cezalandırma konusunda sorunu olsa bile sağduyusunun sağlam olduğunu görebiliyoruz.

        Geceden sabaha kadar olan tüm süreç ‘kendi olmak ile kendisi olamamak arasında verdiği mücadele’ diye görülebilir… İlacını alamamasıyla başlayan psikolojik süreci de galiba buradan okumak gerekiyor. Gerçeklik ile hayaller arasında kalması bir yana, ilacını içemeyince değişmesi, dikkate değer. Sürekli kibar ve anlayışlı davrandığı Suhal, Bahtiyar ve Saniye’ye içinde biriktirdiği öfkeyi yansıtmaya başlıyor. Dahası, özlemini de dışa vuruyor. Bahtiyar ve onun temsil ettiği kültürlü, iyi eğitimli elitlerin dünyasının parçası olmak istediğini açıkça söylüyor. Sonuçta, Davut gibi değil o… Davut, Bahtiyar’la karşı kampta olmaktan rahatsız değil; çünkü farklı değerleri temsil ediyorlar. Ayzek, Davut gibilerden uzaklaşıp Bahtiyar’ın dünyasına arasına girmek istiyor içten içe. Ama yazar – yönetmen Cem Yılmaz, bunun pek mümkün olmadığının altını çiziyor. Bahtiyar seviyor Ayzek’i ama onu ne kadar doğru tahlil ettiği tartışma götürür. Çünkü Ayzek’in istediği, Bahtiyar’ın dediği gibi sadece ‘sevilmek’ değil… Asıl olarak eşit olmayı istiyor Ayzek. Kimsenin kendisine acımasını istemiyor. Peri’nin videolarını seyretmesi de başka bir dünyanın parçası olma çabasının ürünü. O yüzden, asıl karakter değişimini Peri’den ve onun işe yaramaz fikirlerinden vazgeçerek yaşıyor. İlacını aldıktan sonra Suhal ve Bahtiyar’a olan öfkesinin hemen dinmesine karşılık hayal dünyasında bile olsa kızgın olduğu Peri ile yüzleşmek istemesini unutmamak gerek… İlaç almadığı süre içinde Ayzek’le birlikte sürekli imaj değiştiren tek kişi Peri… Tıpkı ‘hayali ve gerçek Ayzek’ gibi Peri’nin de iki versiyonu var. Bu arada, Peri’nin Ayzek için ‘internet ve sosyal medya üzerinden edinilen yüzeysel kültür’le birlikte bir çeşit paket program olduğunu unutmamak gerek. Ayzek finale doğru, tüm bunlarla hayatta hiçbir yere gelemeyeceğini anlıyor. Tüm koşturmacanın sonunda rahat şekilde oturup keyif sigarası yakmasını, kameraya doğru bakmasını, geç de olsa gelen özgüven ve kararlılık değerlendirmek olası.

        Ancak Ayzek son bölümde gerçekten çok fazla şeyi aynı anda anlayıp keşfediyor. Yine son bölümde diğer karakterlerle yaptığı ve kendini uzun uzun ifade etmeye çalıştığı diyalogların da biraz fazla kaçtığını düşünüyorum. Bu uzun ve hızlı konuşmalar sırasında filmin güzel ve anlamlı esprilerinden biri güme gidiyor mesela… Ayzek, Peri’ye isyan ederken ‘Biz eskiden evde bir kilo su böreği yerdik ve çok mutlu olurduk’ diyor. Peri ile kendini bulmaktan ziyade bir şeylere özendiğini ve meselelerin özünü ıskaladığını geç keşfediyor. Ama dediğim gibi finale doğru her şey üst üste yığılıyor.

        Cem Yılmaz, ‘Do Not Disturb’de imkânsızlık ve arada kalma halinden gelen o hüzün duygusunu iyi anlatıyor. Ayzek’in önceki hikâyesi gibi Yeşilçam iyimserliği ile psikolojik karakter dramı arasında gidip gelen bir film bu… Cem Yılmaz’ın Yeşilçam geleneğinden yola çıkan sinemacılar arasında özel bir yeri olduğunu düşünüyorum. ‘Do Not Disturb’ün de önceki filmleriyle anlamlı bir bütün teşkil ettiği kesin. Ama ‘Do Not Disturb’ içerdiği ağır meseleler itibarıyla kara komediden veya revizyonist Yeşilçam melodramından ziyade karakter dramına daha yakın bir hikâyeye sahip. Filmle ilgili hoşuma gitmeyen şey, galiba tam olarak burada düğümleniyor. ‘Do Not Disturb’ derinlikli tek karakterin çevresinde kurulan yüzeysel tiplemeler ve onların getirdiği hafiflikle tökezleyen, sağlam psikolojik dram eşiğini atlayamayan bir film... Özellikle Bahtiyar ve Davut, karakterden ziyade ‘stereotip’e daha yakınlar. İkisi de temsil ettikleri kültürlerin karikatürü gibi duruyorlar. Bir komedi filmi için gayet iyiler ama karanlık yanı güçlü bir psikolojik dram için bence yetersizler. Başlangıçta çok umut vadeden, hatta filmin ‘gizli bilgesi’ izlenimini veren ama ikinci yarıda giderek işlevsizleşen Saniye için de aynısını söyleyebilirim. Suhal, hikâye örgüsündeki konumu gereği diğerlerinden daha iyi yazılmış bir karakter; klişelerden ziyade sahici bir insanı yansıtıyor. Ahsen Eroğlu’nun da bu fırsatı kullanarak iyi iş çıkardığını düşünüyorum. Diğer oyuncular da filmin komedi duygusuna önemli katkılar veriyorlar. Tiyatrocu yanıyla tanınan Celal Kadri Kınoğlu’nu umarım bundan böyle filmlerde daha çok seyrederiz.

        Son olarak, prodüksiyon tasarımında Burak Yıldırım ve görüntü yönetiminde Barış Özbiçer’in adını anmak isterim. Yıldırım ve Özbiçer, arka fonda en ufak detayına kadar çok iyi tasarlanmış yaşayan bir Komodor Otel çıkarıyorlar karşımıza. Özbiçer’in iç mekânlarda yakaladığı renk paletleri ve özenli aydınlatmasıyla aklımızda kalacak yaşlı, yorgun, mütevazı ama kişilikli bir otel bu… (Netflix)

        6.5/10