David Fincher’ın yeni filmi ‘Katil’ (The Killer), Alexis ‘Matz’ Nolent’in yazdığı, Luc Jacamon’un çizdiği aynı isimli Fransız resimli romanından gerçekleştirilen bir uyarlama…
Senaryosunu Andrew Kevin Walker’ın yazdığı ‘Katil’, Paris’te boş bir dairede, Michael Fassbender’in canlandırdığı profesyonel tetikçinin yalnızlık görüntüleri ve iç sesiyle açılıyor. Gerçek adını finale kadar öğrenemediğimiz tetikçinin diyalogları toplasanız, kaç sayfa tutar bilmiyorum. Kesin olan, insanlarla çok az konuştuğu ve sözlü iletişimi pek tercih etmediği… Genellikle birkaç jest, birkaç kelime yetiyor ona. Mecbur kalıp ağzını açtığında ise kısa cümleler tercih ediyor. Buna karşılık, düşünce sesi, film boyunca birçok sahnede bize eşlik ediyor. Genelde eylemlerinin ardındaki nedenleri, mesleki ilkelerini paylaşıyor. Arada dünya görüşünden söz ediyor, olaylara bakış açısını dile getiriyor. Özellikle çalışırken ve harekete geçerken, genelde slogan haline gelmiş hep aynı cümleler dolaşıyor zihninde. ‘Planına bağlı kal. Öngörülü ol, doğaçlama yapma. Kimseye güvenme. Asla avantaj kazandırma. Sadece parasını aldığın savaşı ver.’ Son cümle, sadece mesleğine değil, hayata bakışını özetliyor.
‘Katil’, sadece kendi hedefine ve çıkarlarına kilitlenen; amaçları doğrultusunda merhamet, vicdan dahil tüm insani değerleri devre dışı bırakmaya en baştan karar vermiş bir ana karakter çıkarıyor karşımıza. Burada, sadece mesleki ilkelerinden, yani tetikçi olarak para karşılığı gerçekleştirdiği eylemlerden söz etmiyorum. Kaldı ki, hikâye onun profesyonel hayatı üzerine kurulu değil. Yanlış kişiyi öldürerek üstüne aldığı işi batırdığı açılış sekansı dışında film boyunca ‘kişisel hesapları’nın peşinde koşuyor; kendisi ve birlikte yaşadığı kadın için güvenli hayat kurmayı amaçlıyor.
Bir tetikçinin düşmanlarından kurtulmaya çalışması, sevdikleriyle birlikte huzur içinde yaşama isteğiyle hareket etmesi, kuşkusuz ilk kez karşımıza çıkmıyor. Tam aksine, birçok filmden alışkın olduğumuz tanıdık bir motivasyon bu: Ama benzer filmlerin çoğunda tetikçi, merhamet duygusu ile kendi çıkarları arasında kalır. Karşısında sadece kötüler değil, kendi ahlaki değerleri de vardır.
‘Katil’in farkı, alışık olduğumuz bu hikâye formatını yerle bir etmesi… Onun yerine, ömrünün geri kalanında güvenli hayat sürdürmek için gereken neyse onu yapan, insani değerleri göz ardı eden bir tetikçi sürüyor önümüze. Adalete, karmaya, şansa ve insanın özündeki iyiliğe inanmıyor. Dahası azınlığın çoğunluğu sömürmesini medeniyetin temeli olarak görüyor.
‘Katil’in sinema tarihindeki benzerlerinden ayrışan yanı, tetikçinin kişisel hedeflerinden değil; o hedeflere ulaşırken gerçekleştirdiği eylemlerindeki dehşet verici benmerkezcilikten geliyor.
Peki, karşımızda tüm insani duygulardan arınmış bir öldürme makinesi, bir çeşit terminatör mü duruyor? İçinde hiç mi insani duygu yok? Eylemlerinden zevk mi alıyor? Aklından neler geçiyor? Tüm bu sorular bizi, Michael Fassbender’in oyunculuğuna götürüyor. Sinema sadece hareket eden görüntülerle hikâye anlatma sanatı değildir. Oyunculuk hikâye anlatmanın, anlam yaratmanın önemli parçalarından biridir.
Fassbender oyunculuğuyla onun ölüm robotu değil, insan olduğunu sezdiriyor. Tetikçinin mesleki ilkelerini içinden sürekli tekrar etmesinin ardındaki neden belirginleşiyor. Çünkü eğer varsa içindeki insani değerlerin, hedeflerine üstün gelmesinden korkuyor sanki. Evet, can alırken eli hiç titremiyor, tereddüt etmiyor. Buna karşılık, kurbanlarına kibar ve anlayışlı davranıyor, bazı ricalarını yerine getiriyor. Tümüyle soğukkanlı, duygusuz bir katil olduğundan emin değiliz. Ayrıca öldürmekten zevk almadığı, sadece iş olarak gördüğü ortada. Empati eksikliğine veya sosyopat, psikopat olduğuna dair farklı teorilere açık bir karakter duruyor karşımızda.
Birçok sahnede kurbanlarıyla iletişim kurmuyor, sadece dinliyor. Bazen gözlerini kırpmadan bütün dikkatiyle… Kendini ve eylemlerini haklı göstermek için tek kelime etmemesi, onu galiba sinema tarihinde farklı bir yere koyuyor. Fassbender, karakter içinde çatışmalar, ikilemler ve çelişkiler yaşıyorsa hepsinin derinlerde kaldığını, hiçbirinin yüzeye çıkamayacağını; dolayısıyla son kararın asla değişmeyeceğini sezdiriyor bize. Özellikle o göz seğirmesi, karakterin ömrünün geri kalanında huzurlu bir hayat sürdürüp sürdürmeyeceği konusunda fikir veriyor bize. ‘Katil’i seyrederken değil, ama üzerine düşünürken final sahnesi itibarıyla 1980’lerin neo-noir klasiklerinden ‘Body Heat’i hatırladım. Her iki final sahnesinde Kathleen Turner ile Fassbender’in oyunculuğunu ve iki karakteri karşılaştırdığımda, aralarında nüans görüyorum. Birinin içi daha rahat görünüyor. Film boyunca genellikle 1970’lerdeki Hollywood filmlerinden aldığı adları kullanan tetikçi ise rahat görünmeye çalışıyor.
‘Katil’e intikam filmi olarak bakmak kolay değil. Evet, onu öfkelendiren kızdıran olaylar yaşıyor ama aldığı intikamın boyutlarını düşündüğümüzde orantısız şiddet uyguluyor; misillemenin dozunu kaçırıyor. Aslına bakarsanız, mafya filmlerinde iz bırakmamak için suçlu suçsuz herkesin ölüm emrini çıkaran narsisist suç baronlarından çok farkı yok. Ama burada narsisizmden ziyade hedefe giden her yolu mubah sayan, benmerkezci ve çıkarcı bir zihniyet var. Öldürülmesi sorun çıkarabilecek kişiyle uzlaşmayı tercih etmesini unutmamak gerek. Güçlülerle sorunu yok çünkü… Daha iyi bir dünyaya inananlara saygı duymak istemiyor. İnandığı tek şey kendisi için daha iyi bir dünya fikri…
Kişisel işleriyle ilgilenirken sadece profesyonel kariyerindeki titizliği, çalışma yöntemini değil, ‘para için hiç tanımadığı insanları öldürme’ mantığını da bire bir uyguluyor. Kimin ölümü hak edip etmediği asla gündemine gelmiyor. Özel hayatında da şirket sahibi gibi sadece ‘hedefi’ne ve yaptığı ‘iş planı’na odaklanıyor. Tam da burada, tetikçi karakterinin çağımızdaki ahlaki ideallerden uzak benmerkezci insan tipinin bir örneği olduğu söylenebilir.
‘Katil’, yalnızlık ve melankoli duygusuyla öne çıkıyor. David Fincher’ın sinema tarihinin en ilham verici tetikçi filmlerinden biri olan Fransız usta yönetmen Jean-Pierre Melville’in ‘Kiralık Katil’inden (Le Samourai - 1967) esinlendiği belli… İlk karelerden itibaren kadraj kompozisyonları, renkleri ve özenli ışığıyla sinema duygusu güçlü bir film seyrediyoruz. Malum, Fincher görüntü yönetmenleriyle birlikte her seferinde ilham verici işler koyar ortaya. Burada da ‘Mank’ filminden tanıdığımız Oscar ödüllü Erik Messerschmidt ile beraber yine sağlam iş çıkarıyorlar. Merak edenler için Red V-Raptor ST kamera ile Leitz Summilux-C ve Fujinon Premier lensleri kullandıklarını belirtelim. Kamera daha çok ana karakterin bakışını takip ediyor. Onunla birlikte kurbanlarını uzaktan kendi yaşam alanları içinde röntgenlemesini, sonra da harekete geçmesini izliyoruz.
Açılışta, işlediği cinayetlerde kullandığı farklı yöntemlerden oluşan bir kolaj var. Bu jenerik, Fincher’ın video klip geçmişini, ‘Yedi’ (Se7en - 1995) ve ‘Dövüş Kulübü’ (Fight Club - 1999) filmlerinin açılışını hatırlatıyor.
Filmin Trent Reznor - Atticus Ross imzalı, yer yer ses efektleriyle karışan müzik çalışmasını ilgiye değer buldum ve beğendim. Filme adını veren katilin çalışırken The Smiths şarkıları dinlemesi, kuşkusuz dikkate değer. Fincher, bir çeşit öznel - nesnel ses kullanımı ve iki farklı ses seviyesiyle şarkıları kesintiye uğratıyor, dinleme keyfimizi öldürüyor. ‘Bir katil insan öldürürken neden The Smiths şarkıları dinler?’ gibi bir sorunun peşine takılıp gitmek mümkün. Katilin müzik zevkinin inceliği veya The Smiths şarkılarının anlamları üzerinde durulabilir; ama ben kendi adıma yanıt bulmayı pas geçip, bu şarkıların filmde her koşulda fazla kaçtığını düşünüyorum.
Fincher, seminerlerimde filmlerini derinlemesine analiz etmekten keyif aldığım ve sevdiğim bir yönetmen. Ama ‘Katil’i çok beğendiğimi söylemem imkânsız. Fincher’ın anlatımını, Fassbender’in oyunculuğunu ve tek sahne dahi olsa Tilda Swinton’ın filmdeki varlığını elbette beğendim. Fakat ‘vigilante’ filmlerinin yapısını hatırlatan hikâyeyi sevemedim. Alt metinlerde karakterin, hatta çağdaş dünyanın eleştirisi olduğu yadsınamaz. Son tahlilde, ‘Erkek kahraman her zorluğun üstesinden gelerek hedefine ulaşır’ gibi klişe bir hikâye seyrediyoruz -ki en sevdiğim Fincher filmlerinin tam da bu şemanın reddi üzerine kurulu olduğunu düşünürüm. Ayrıca gerçekçilik beklentim olmamasına rağmen hikâyeyi şekillendiren olayların çoğunu inandırıcı bulmadım. Sözgelimi, Santa Domingo’ya gelen iki profesyonel tetikçinin geride o kadar iz bırakması ve asıl hedeflerini beklemeden, ona tuzak kurmadan geri dönmesi… Sadece detaylar değil, açıkçası hikâye örgüsü de bütün olarak bana anlamlı gelmedi.
Gelecekte hazırlayacağım ‘en iyi tetikçi filmleri’ listelerine girme ihtimali var ama klasik başyapıtlar bir yana, sıralamada Jim Jarmusch’un ‘Hayalet Köpek’ (Ghost Dog – 1999) veya Anton Corbjin’in ‘Centilmen’ (The American - 2010) gibi filmlerinin altında yer alacağı kesin.
Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan ‘Katil’i Netflix’te seyredebilirsiniz.
6/10