‘Arınma’yı (Immaculate) seyrederken, daha ilk sahnelerden itibaren geçtiğimiz haftalarda gösterime giren ‘Omen: İlk Kehanet’i (The First Omen) hatırlamamak mümkün değil. Hikâyedeki benzerlikler, paralellikler gerçekten şaşırtıcı. Her iki film de genç bir rahibe adayının ABD’den kalkıp İtalya’ya gelmesi ve kaldığı manastırda yaşadığı esrarengiz hamilelik deneyimi üzerine kurulu.
Söz konusu benzerliği, olası bir çalıntı vakasından ziyade ABD Yüksek Mahkemesi’nin 2022’de aldığı kararın film endüstrisindeki yansımalarına bağlayanlar da var. Kararı şöyle özetleyelim: Yüksek Mahkeme, ABD’de 1973’den bu yana yürürlükte olan ve kadınların kürtaj hakkının önündeki engelleri kaldıran federal yasayı değiştirerek eyaletlerin kürtaj konusunda getirecekleri her tür kısıtlamanın yolunu açmış durumda.
Malum, öteden beri ABD dahil tüm dünyada, daha çok erkeklerden oluşan bazı politikacı ve hukukçular, aile içi tecavüz vakaları dahil istisnasız tüm hamileliklerde, hayatlarının başındaki genç kızlara kürtaj olma hakkını vermek istemez; ellerinden gelen tüm kısıtlamaları getirmeye çalışırlar. Katolik Kilisesi’nin desteğini de alırlar. Kararın arkasındaki mantık, kadın bedenini, kadının değil ‘başka iktidarlar’ın alanı olarak görmekten başka bir şey değildir hiç kuşkusuz. Dolayısıyla, özü itibarıyla kadın düşmanlığına kadar uzanan bir yaklaşım söz konusudur.
Açıkçası, ‘Arınma’ yaklaşık 10 yıl önce geliştirilmeye başlanan bir proje. Yönetmen Michael Mohen, her tür siyasi ve yasal tartışmadan bağımsız bir korku filmi olarak geliştirildiği konusunda ısrar ediyor. Haklı olabilir. Ama ‘Omen: İlk Kehanet’ ve ‘Arınma’, yukarda özetlediğimiz kadın düşmanlığını deşifre eden ve kadın bedeni üzerinde kurulan tahakkümü korku gerilim hikâyesine dönüştüren filmler… Hikâyelerini tek cümleye indirgediğinizde nerdeyse aynılar. Aralarındaki benzerlikleri listelemek eğlenceli olabilir belki; ama detaylara indikçe kuşkusuz birbirlerinden ayrışıyorlar.
‘Arınma’, daha İtalya’ya girer girmez pasaportları kontrol eden erkek polisler tarafından sözlü tacize uğrayan Amerikalı rahibe adayı Cecilia’nın (Sydney Sweeney) hikâyesini anlatıyor. Cecilia çocukken donmuş bir gölde boğulma tehlikesi atlatan, daha doğrusu 7 dakika ölü kaldıktan sonra hayata dönen biri. Yaşadığı olay nedeniyle, kendini Tanrı’ya adamak istediğini öğreniyoruz. Aslına bakarsanız, pasaport polislerine söylediği gibi bunu ‘karar’ olarak dahi görmüyor. Belli ki, gitmesi gereken yol olarak düşünüyor.
Manastıra geldiğinde, yemin ederek rahibe olma ve hayatını Tanrı’ya adama konusunda kafasında kuşku olmadığını görüyoruz. Cecilia’nın başına ne geliyorsa Tanrı’ya inanmaktan değil, Kilise’yi veya dini temsil eden insanlara güvenmekten geliyor.
Her şey, yemin etmesiyle başlıyor. Çünkü kalmaya başladığı manastırda yemin, otoriteye kayıtsız şartsız teslimiyet anlamına geliyor. Öte yandan, onu tanıdığımız ilk anlardan itibaren her şeye boyun eğen, zayıf biri olmadığı hissediliyor. Yemin töreni sırasında rahibin kendisine uzattığı yüzüğü öpme konusundaki isteksizliği, etrafındakilere ‘Yapmak zorunda mıyım?’ diyerek bakması, farklı biri olduğunu düşündürüyor. Cecilia, belki inancını, rahibe olma kararını sorgulamıyor ama hamile kaldıktan sonra kendisinden istenilenleri yerine getirme konusunda ikna olamıyor. Otoriteyi sorgulamaya ve neler olup bittiğini anlamaya çalışırken seküler hayatın değerini daha iyi anlıyor. ‘Arınma’, Rahibe Cecilia’nın değişim süreci üzerine bir film… Her şey bittiğinde artık aynı insan olduğunu söylemek imkânsız. O naif genç kız gidiyor, onun yerine ne istediğini bilen, otoriteye teslim olmayan, kendi kararlarını kendisi alan güçlü biri geliyor.
‘Arınma’nın alt metinlerinde dinsel fanatizm ve bağnazlık eleştirisinden daha ağır basan nokta, kadın bedenini kullanmak isteyen, kadını ‘çocuk doğuran beden’e indirgemek isteyen zihniyetin deşifre edilmesi… Senaryosunu Andrew Lobel’ın yazdığı filmin alt metinleri, taşıdığı politik nitelikle değer ve anlam kazanıyor. Özellikle Cecilia’nın finalde geldiği nokta, mücadele azmi ve kararlılık, etkileyici… Cecilia, bedeni üzerine kurulmaya çalışılan hegemonyaya karşı koyuyor, özgürlüğü için mücadele ediyor. ‘Arınma’nın parlak yanı, sözkonusu özgürlük mücadelesini, kendini Tanrı’ya adamak isteyen inançlı bir genç rahibe üzerinden tartışmaya açması... Tüm bunlar, ‘Arınma’nın artistik puanlarını yükseltiyor.
Peki, bir korku gerilim olarak baktığımızda nasıl bir film bekliyor bizi? Daha açılış sekansından itibaren türün meraklılarını tatmin edecek bir iş ortaya konduğu belli. Cecilia’nın hikâyesine başlamadan önce seyrettiğimiz sekans, filmin giderek daha sert ve kanlı hale geleceğini önceden haber veriyor.
Cecilia’nın yemin töreni sonrasında, ‘kutlama partisi’ havasında şarap içip Rahip Sal Tedeschi (Álvaro Morte) ile sohbet ettiği sahne, aslında dönüm noktası niteliğini taşıyor. Manastıra ilk geldiğinde Cecilia’yla cinsel espriler yaparak konuşan genç Rahibe Gwen (Benedetta Porcaroli) ve hoşgörülü, güler yüzlü Rahip Sal Tedeschi, manastırın seküler hayattan çok kopuk olmadığına dair izlenimler uyandırıyor. Cecilia’nın, manastırın geçmişini öğrenmesiyle birlikte karanlık fanatizm kendini göstermeye başlıyor; açılış sahnesindeki şiddet yeniden su yüzüne çıkıyor. İsa’yı çarmıha gerenlerin kullandığı iddia edilen Kutsal Çivi parçasının manastır için taşıdığı anlam, şiddet metaforu olarak okunabilir. Manastırın altındaki yeraltı mezarlığını da unutmamak gerek. Film, derinlerdeki tüyler ürpertici gizli fanatizmin gün yüzüne çıkmasıyla ilgili…
‘Arınma’ giderek daha sert hale geliyor. İlk bölümde tavuk kesemediğini gördüğümüz Cecilia, bir noktadan sonra son derece kanlı bir varoluş savaşının içinde buluyor kendini. Tüm bunlar başlamadan önce, Cecilia’nın yemin töreninin ardından gece gördüğü kâbus, bence filmin en iyi gerilim sahnesi. Günah çıkarma kabininde oturan rahiple bir türlü iletişime geçememesi ve sonrasında yaşadığı, yakın gelecekte başına gelecekleri yansıtan bir sahneye vesile oluyor.
Finale doğru kanlı sahnelerin ve şiddetin dozajı yükseliyor. Gerilimden ziyade dehşet duygusu ağır basıyor. Dehşet dolu sahnelerin manastırın özündeki şiddeti yansıttıkları için gerekli oldukları inkâr edilemez.
‘Omen: İlk Kehanet’ sahip olduğu anlatım katmanları açısından daha zengin ve iddialıydı. ‘Arınma’ ise açıkçası daha mütevazı ve hedefe yönelik bir film. Korku filmlerinin bile iki saati geçmeye başladığı bir dönemde 89 dakika olması dikkat çekici. Uzun olmaması iyi ama istenmeyen hamilelik sonrası olayların çok hızlı gelişmesi, hikâyenin finale doğru adeta koşturması, filmin lehine işlemiyor. Korku ve şiddet sahneleri peş peşe sıralandıkça karakterin psikolojisi derinleşemiyor. Oysa ‘Arınma’ karakter temelli bir film olarak başlıyor ve sonuna kadar da öyle gidiyor. Güçlü bir antagonist olmamasına itiraz etmem ama Cecilia’nın dışında kayda değer ikinci bir karakterin geliştirilememiş olması, bence filmi fakirleştiriyor.
Düşük bütçesiyle kıyasladığımızda gişelerde hayli başarılı olan ‘Arınma’, sağlam alt metinlerin üzerinde inşa edilmiş olmasına rağmen ucuz bir B tipi korku filminin yapısına sahip. Seyirciye istediği dehşet dolu sahneleri vermeyi ihmal etmiyor ama galiba daha ötesini hedeflemiyor. Yine de yönetmen Michael Mohen’in birçok sahnede iyi iş çıkardığını düşünüyorum
Nerdeyse tümüyle Cecilia odaklı bir film seyrettiğimiz için başrol performansı büyük önem kazanıyor ve Sydney Sweeney, bu zorluğun altından kalkmayı başarıyor. Filmin yapımcıları arasında da gördüğümüz Sweeney, seyredebildiğim filmleri arasında en iyi performansına imza atıyor… Cecilia’nın masumiyetini, manastıra geldiğindeki farklı duruşunu, zihninde beliren şüpheleri, yaşam mücadelesini ve sonlara doğru yaşadığı değişimi iyi yorumluyor.
6/10