Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Takdir edilesi bir dövüş filmi
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Hindistan yapımı ‘Geber’i (Kill) şimdiden yılın en iyi dövüş filmlerinden biri olarak değerlendirmek mümkün. Genel olarak aksiyon başlığının altına giren dövüş filmlerinin özel, sadık bir hayran kitlesi vardır. ‘Geber’in kısa sürede o kitlenin kült filmlerinden biri olma ihtimali, azımsanacak gibi değil.

        Dünya prömiyerini geçtiğimiz yıl Toronto Film Festivali’nin Geceyarısı Çılgınlığı bölümünde yapan ve olumlu eleştiriler alan ‘Geber’, ülkesi Hindistan dahil birçok ülkede geçen ay gösterime girdi.

        Bollywood belki en büyük film endüstrilerinden biri ama dövüş filmi konusunda dünyayı etkileyen bir ekole sahip olduklarını iddia etmek zor. Filmi 1995 yılında başına gelen gerçek bir tren soygunundan esinlenerek yazıp yöneten Nikhil Nagesh Bhat’ın da türün ustalarından biri olarak anılmadığı kesin. Hatta 2018 yapımı ‘Brij Mohan Amar Rahe’ dışında aksiyon türünün şemsiyesi altına giren filmi olduğu dahi söylenemez. Ama türün modern klasiklerinin yanında ezilmeyecek bir filme imza atmayı başarıyor. Bunun en önemli nedeni, Amerikan ve Uzakdoğu ekollerini, gerektiğinde Hollywood’dan aşağı kalmadığını bildiğimiz Bollywood profesyonelliğiyle birleştirmesi… Sadece teknik ve stil anlamında değil, hikâye üzerinden de yapıyor bunu.

        Hikâyesinden, daha doğrusu konseptinden başlarsak, ‘Geber’e trende geçen ‘Zor Ölüm’ (Die Hard -1988) demek mümkün. Steven Seagal hayranlarının bana hemen ‘Kuşatma Altında 2’yi (Under Siege 2: Dark Territory – 1995) sakın unutma!’ diyeceğini tahmin ediyorum ki çok haklılar. Fazlasıyla Amerikan işi olan, aşırı stilize ‘Suikast Treni’ (Bullet Train – 2022) ile mekân dışında hiçbir ortak noktası olduğunu düşünmüyorum. Buna karşılık, ‘Geber’in trende geçen iki Güney Kore filmi ‘Snowpiercer’ (2013) ve ‘Zombi Ekspresi’ (Busanhaeng – 2016) ile sinemasal akrabalığının biraz daha güçlü olduğuna inanıyorum. ‘Snowpiercer’de dublör olarak çalışan dövüş koreografı Oh Se-young’un ekipteki varlığı da bunun göstergesi… Tren ve dar mekânda dövüş gibi ortak noktalar bir yana yönetmen Nikhil Nagesh Bhat’ın ‘Geber’i yazarken ve çekerken aklının bir köşesinde Güney Kore ekolünün olduğu kesin. Özellikle de çekiç, bıçak ve muhtelif kesici aletler itibarıyla…

        ‘Geber’de yakın dövüşte gerçekçi tarzıyla adını duyuran David Leitch’in bazı filmlerinin etkisini bulanlar çıkabilir belki; ama kendi adıma Bhat’ın aşırı biçimci ve stilize Amerikan ekolünden özellikle uzak durduğunu düşünüyorum. En azından ‘John Wick’ tarzında bir şey yapmak istemediği belli. Belki ‘Atomic Blonde’ (2017) diyenler çıkabilir ama Bhat’ın yakın dövüşü kullanış biçimiyle Gareth Evans’ın ‘Baskın’ (The Raid) serisine daha yakın olduğu kanısındayım. O da Gareth Evans gibi yönetmen olarak kendi varlığını belli etmeden, sadece dövüşün sahiciliğine odaklanmayı hedefliyor. Zaten estetik olarak her türlü şıklıktan uzak durduğu çok açık. Giderek daha üslupçu, biçimci bir sinemaya kayan David Leitch’in tam aksi yönünde hareket ediyor Bhat. ‘Suikast Treni’nde olduğu gibi treni geniş açı lenslerle ferah bir film mekânı haline getirmiyor mesela. Filmini bir şekilde stüdyo veya dekor hissinden uzak tutmasını başarıyor.

        Tüm oyuncuların, filmde oynamadan önce dövüş sanatları ustalarından ders aldıklarını not edelim. Dövüş sahnelerinde koreografiyi bale gibi değil de gerçek dövüş gibi hissetmemiz, oyuncuların eğitimlerinin hakkını verdiklerini gösteriyor. Yönetmen Bhat, dövüş sahnelerinin montajında çok kesme yapıyor. Kısa planlar tercih ediyor, hareketi çok farklı açılardan görmemizi sağlıyor ve bizi aksiyondan hiç koparmıyor. Özellikle dövüş sahnelerinde, Shivkumar V. Panicker’ın montajı çok başarılı. Kadraj ve lens tercihlerini unutmamak gerek ama Bhat’ın yönetmen olarak asıl başarısı bence kamera kullanımında… Bazen kamerayı elde kullanıyor bazen çeşitli ekipmanlar tercih ediyor. Kamerasını hep olayların içinde, oyunculara yakın tutuyor. Planların resimsel güzelliğine takılmaması, dar mekân klostrofobisinden hiç vazgeçmemesi, filmin lehine çalışıyor.

        Film ilerledikçe şiddet ve kan dozu çok artıyor. Dolayısıyla, makyaj ve özel efekt departmanına çok iş düşüyor. ‘Geber’in prodüksiyon kalitesinin kendini gösterdiği, seviye yükselttiği bir aşama burası…

        Filmden çıkınca müziği hatırlamanız çok mümkün olmayabilir ama Ketan Sodha’nın müziği işlevini fazlasıyla yerine getiriyor. Bhat, sekanslar arasında seyirciye nefes almasını sağlayacak, mesela trenin gecenin içinde ilerlemesini gösteren, müziğin öne çıktığı ferahlatıcı ara planlara çok başvurmuyor. Çünkü gerilimi hep üst seviyede tutmayı hedefliyor. Sadece karakterlerin olup bitenleri değerlendirdiği, plan yaptığı veya duygusal olarak acı çektiği diyaloglu sahnelerde frene basıyor ama o sahnelerin dramatik tansiyonunu da hiç düşürmüyor.

        Hikâyeye gelirsek, ‘Geber’ janrın birçok örneğinde gördüğümüz gibi tipik bir kahraman filmi. Hatta Amrit Rathod (Lakshya) açılış sahnesinde eski usul filmleri akla getirecek şekilde yakın plan ve özel müzik eşliğinde çıkıyor karşımıza. Özel harekât biriminde komando olan Amrit, Yeni Delhi’ye giden ekspres trene yakın arkadaşı Viresh (Abhishek Chauhan) ile biniyor. Aynı trende sevgilisi Tulika (Tanya Maniktala) ve ailesi de yolculuk ediyor. Babası Baldev Singh Thakur’un (Baldev Singh Thakur) kararıyla istemediği bir erkekle nişanlanan Tulika ile yolculuğun sonunda birlikte kaçmak ve sonra da evlenmek istiyor. ‘Aşkımız babasından daha güçlü’ diyor bir sahnede arkadaşına. Ülke çapında tanınan Baldev Singh Thakur’un gücü ve zenginliği, hikâyeyi şekillendiren bir unsur. Gece yarısı 40 kişilik bir hırsız çetesi, yolcu vagonlarının kontrolünü ele geçirip herkesi soymaya başlayınca Amrit’in planları bozuluyor. O da Tulika ve ailesini korumak için elinden geleni yapmaya başlıyor. Ne var ki, çete reisi Beni’nin (Ashish Vidyarthi) şiddet meraklısı oğlu genç Fani (Raghav Juuval), Tulika ve babasının yolcular arasında olduğunu keşfedince olaylar kontrolden çıkıyor.

        ‘Geber’in ilgiye değer yanlarından biri, filmin adının 45’nci dakikada perdede belirmesi... Çünkü orası, hikâyenin tam da Amerikan tarzı intikamcı dövüş filmlerinden ayrıldığı noktayı işaret ediyor. Amerikan anaakım sineması, film boyunca seyircinin finalle ilgili beklentilerini, umutlarını canlı tutmaya çalışır. ‘Geber’ biraz daha farklı bir yola saparak kendini izlettirmeyi başarıyor. 45’nci dakikadan sonra artık başka bir kahraman var karşımızda. Amrit, tarzını ve stratejisini değiştiriyor. Olayların bir numaralı suçlusu psikopat ve kompleksli Fani’yi bir yana koyarsak, bir noktadan sonra artık kime acıyacağımızı, kimin için üzüleceğimizi şaşırıyoruz.

        İntikam üzerine kurulan tüm dövüş filmlerinde temel amaç, seyirciyi duygusal olarak kahramanın yanına çekmek, kahramanın perdede gösterdiği şiddeti içten içe onaylatmaktır. Seyirciler sonuna kadar adalet yerini bulsun diye seyreder filmi. O yüzden faşizan alt metinlere açık tehlikeli bir türdür. Bhat, ‘Geber’de tüm bu numaraları kullanıyor ama şiddetin kontrolden çıktığı, Amrit’in kendini kaybettiği noktayı özenle işaret ediyor. Fani’nin zenginlerden nefret eden yoksul biri olduğunun altını çiziyor. Fani, babasının sözünü dinlemiyor çünkü sadece hırsızlık yapmak, para kazanmak için o trene binmiyor. İnsanları korkutarak, gücünü göstererek, egosunu tatmin etmek istiyor. ‘Geber’ alt metninde şiddet döngüsünün altını çizen bir film. Her şey çetenin gereksiz şiddete başvurmasıyla başlıyor ve bir noktadan sonra şiddetin dozu, çete üyelerini bile korkutup rahatsız eden çok abartılı bir seviyeye geliyor. Kadınların gösterdiği şiddete tanık olduğumuz sahne, tüm filmi çözecek anahtarlardan biri… ‘Şiddet bir başladı mı, artık dönüş çok zordur ve kimse artık orantıyı düşünmez’ demeye getiriyor Bhat.

        ‘Geber’, Güney Kore ve Japon ekollerinde olduğu gibi grafik şiddeti aşırı uçlara taşımaktan hiç çekinmiyor. Filmin bir başka alt metni, kimin ne adına ve kim için savaştığıyla ilgili. Hırsızlar 40 kişilik büyük bir aile ve birbirlerine bağlılar. İçlerinden tek bir kişinin ölümü dahi onları çok üzüyor, çok kızdırıyor. Zaten belirli bir noktadan sonra para için değil birbirlerinin hayatı için savaşıyorlar.

        ‘Geber’ türün birçok örneğinde olduğu gibi tatmin edici derinlikli bir hikâyeye sahip değil. Karakterler sonuçta tek boyutlu ama Bhat, olayların kontrolden çıkışı ve şiddetin yükselişini inandırıcı şekilde anlatabiliyor. Mesela, birçok dövüş filminde karakterlerin ateşli silahlar sanki hiç yokmuş gibi yakın fiziksel dövüşe başvurması, inandırıcı durmaz. Dövüş sahnelerinin seyirciler için hikâyeden bağımsız bir gösteri olduğunu düşündürür. ‘Geber’ ise bu konuda biraz daha inandırıcı. Çünkü çetenin elinde kullanması tehlikeli ucuz ve kötü bir tabancadan başka hiçbir şey yok. O yüzden, ‘Geber’ her tür kesici aletin yanı sıra iyiler ile kötülerin tekme yumruk birbirine girdiği, fiziksel gücün ve dövüş becerisinin ölümcül hale geldiği bir film…

        Şiddetin feci şekilde kontrolden çıktığı, çok kanlı filmleri seyretmekte zorlananların elbette uzak durması gerekiyor. Ama yönetmenin, tüm teknik ekibin, dövüş koreograflarının ve oyuncuların, gerçek olmayan grafik şiddeti hayata geçirme konusunda ortaya takdir edilesi bir iş çıkardıkları kesin.

        6.5/10