Gündemimizden hiç düşmeyen bir konu artık yapay zekâ… Bırakın yakın geleceği tasavvur etmeyi, şimdi yaşadıklarımız dahi kafamızı yeterince karıştırıyor. “Sinema ve yapay zekâ” başlığı açıldığında, şu sıralar herkesin yapay zekânın film endüstrisinde nasıl kullanıldığı veya kullanılacağı konusuna ve bunun beraberinde getireceği artılara, eksilere odaklandığının farkındayım. Öte yandan, bilimkurgunun en eski temalarından biri olan “insan / yapay zekâ ilişkisi”nin filmlerde ele alınışının konuyla olan karmaşık ilişkimizi hâlâ en doğru şekilde yansıttığını ve gelecekte de yansıtacağını düşünüyorum. Çok yakında, filmlerde daha önce benzerine hiç rastlamadığımız türden yapay zekâlar göreceğimiz kesin. Robotlar ve androidlerin aksine hiçbir fizikselliği olmayan, hatta sesi dahi olmayan yapay zekâların sayısının artacağı kesin. Sözgelimi 2023 yapımı “Mission: Impossible - Ölümcül Hesaplaşma Birinci Bölüm”de (Mission: Impossible - Dead Reckoning Part One), Varlık (The Entity) adında bir yazılım olarak çıktı karşımıza. Sürekli öğrendiği için inanılmaz derecede tehlikeliydi. Buna karşılık, geçmiş yıllarda hep olduğu gibi insanlığın hizmetinde olan WALL- E gibi şirin ve fedakâr robotların sayısının azalacağını da pek sanmıyorum. “Vahşi Robot” (The Wild Robot), bu yaklaşımın en yeni örneklerinden biri…
Peter Brown’ın 2016’da yayımlanan aynı adlı çok satan romanından Chris Sanders tarafından filme uyarlanan ve yönetilen “Vahşi Robot”, ıssız adaya düşen ROZZUM Unit 7134 (İrem Alnıaçık) adlı robotun tesadüfen aktive edilmesiyle başlıyor. Fiziksel özellikleri ve öğrenme kapasitesine baktığımızda, çağının en gelişmiş, en pahalı robotlarından biri olduğunu tahmin etmek zor değil. İnsanların verdiği görevleri yerine getirmek için tasarlandığı belli ama kısa sürede ıssız adadaki en zor işin, hizmet vermek olduğunu kavrıyor. Hayvanlarla iletişim kurmak için öğrenme modunu aktive edip hedefine ulaşsa da kendine görev bulmakta yine zorlanıyor. Bırakın yardım etmeyi, adadaki hayvanlar tarafından düşman gibi görülmekten, “canavar” diye anılmaktan kurtulamıyor. İlerleyen bölümlerde “Ben aslında kimim?” diye sorması, mesela kendi kullanım kılavuzunu açıp okuması, bir tür benlik arayışını andıran ve onu insana yakınlaştıran çabalar… Ama tüm bunlardan önce, fabrikadan yeni çıkmış bir robot olduğu dönemdeki hali, neden yapay zekâlara ihtiyaç duyduğumuzun bazı olası yanıtlarını içeriyor.
İsmi sorulduğunda kendisine kısaca Roz denilmesini isteyen Unit 7134, adadaki hayvanlar tarafından dışlanmaktan ziyade işlevsiz kalmaktan etkileniyor. Çünkü varoluş amacı hizmet etmek ve bunu yapamadığında, fabrikaya dönmekten başka çaresi kalmayacağını biliyor. Canlıların besin zincirinin hiyerarşik düzeni içinde yaşam mücadelesi verdiği adada sadece “kime nasıl hizmet edeceğini” düşünen Roz, tabiat dışı bir varlık. İnsan olsaydı, hayatta kalmaya çalışarak ve adadan kurtulmayı planlayarak doğanın parçası haline gelecekti hiç kuşkusuz. Ama yapay zekâ olarak, aktive olur olmaz “Etrafımdaki canlılara ne faydam olabilir?” diye düşünüyor ve bu özelliği, ahlaki açıdan Yeryüzü’ndeki tüm canlılardan farklı bir yere koyuyor onu.
Roz’un yumurtayı tilki Fink’ten (Ali Seyitoğlu) kurtarmak için verdiği uzun mücadelenin sonunda Fink’in canı yanmasın diye gösterdiği hassasiyetin, adada başlayan değişimi tetikleyen ilk olay olduğunu unutmamak gerek. Açıkçası bir canlının kolay kolay yapabileceği bir şey değil bu…
Roz’un, yazılımında olmadığını söyleyerek yetim kalan kaz yavru Brightbill’in (Berk Pamir) başlangıçta annelik yapmak istememesi, şüphesiz anlaşılır bir durum. Ama zorunlu görev haline geldiğinde, elinden gelenin en iyisi için çaba göstermesi, altı çizilen bir başka yapay zekâ erdemi… Çünkü Roz’un hiç sorgulamadığı bir diğerkâmlık bu… Film de zaten baştan sona yapay zekâya özgü bu diğerkâmlık fikri üzerine şekilleniyor.
Roz’un insan yapımı bir robot olduğunu ve adada uygarlığı temsil ettiğini bence akıldan çıkarmamak gerek. Peki, “Vahşi Robot”, Daniel Defoe’nun, bir bölümü ıssız adada geçen klasik romanı “Robinson Crusoe”da (1719) gördüğümüz gibi temelinde insanın üstünlüğünü vurgulayan bir film mi? Soruyu kesin olarak “Hayır” diye yanıtlamak zor. Sonuçta, Roz’un insanlığa ait bir ileri teknoloji ürünü olduğu kesin. WALL - E tek bir insanın kalmadığı Yeryüzü’nde nasıl uygarlığa ait değerleri temsil ediyorsa, Roz da adada benzer bir işleve sahip… Robinson Crusoe’dan farklı yanı ise Roz’un ıssız adada sadece “fabrika ayarları” ile değil, doğadan öğrendikleriyle ayakta kalması.
Roz’un, tek bir insanın dahi olmadığı adada anneliği ve daha başka birçok şeyi hayvanlardan öğrenmesi kuşkusuz çok önemli. Brightbill’in büyüme serüveninin kritik anlarına baktığımızda, Roz’un başta Fink ve keseli sıçan Pinktail (Şebnem Ünaldı) olmak üzere ada sakinlerinden aldığı önemli desteği görüyoruz. Hatta kaz yavrusunun ekip çalışmasıyla büyütüldüğünü dahi söyleyebiliriz. Bir sahnede Roz’un kendini “vahşi robot” olarak tanımlaması, yaşadığı serüvenin özeti gibi... Belli ki kendisini orijinal programından ibaret görmüyor artık. Asıl olarak adadaki doğal yaşam tecrübesinin kendisini şekillendirdiğini düşünüyor ki zaten film de Roz’un yaşadığı değişim süreci üzerine kurulu… Annelik, diğerkâmlığın zirve noktalarından biri ve sadece insanlara ait bir özellik değil. Annelik, doğanın bir parçası…
“Vahşi Robot”un ikinci yarısında ada ve adadaki yaşamın, doğayı temsil etmekten çıktığını düşünüyorum. Adada yaşanan sert ve zor kış mevsiminde olup bitenler, Yeryüzü’nün başta iklim krizi olmak üzere tüm global sorunlarından kurtuluş reçetesini barındırıyor içinde: Yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duygusu… Dolayısıyla, ada yaşadığımız dünyayı temsil eden bir yere dönüşüyor. Her koşulda adadaki doğal hayatı ve canlıların iyiliğini düşünen Roz’un yaptıkları, küresel iş birliği ve dayanışmanın tek çare olduğunun kanıtı gibi… Adadaki hayatı boyunca Roz, canlıların en önemli sorununun kendine benzemeyeni dışlamak olduğunu da gösteriyor herkese.
“Vahşi Robot” mizah duygusunu ihmal etmeyen hayli eğlenceli ve güzel bir animasyon. Özellikle hayvan karakterlerde gösterilen başarı dikkat çekici. Tüm hayvanlar, eski usul el çizimlerinden alışık olduğumuz nostaljik bir grafik anlayışın ürünü. 2019 yapımı “Aslan Kral”da (The Lion King) gördüğümüz fotorealist bilgisayar animasyon tekniğinin karşıtı retro bir yaklaşım bu… Roz’un tasarımına baktığımızda yüz ifadesinden ziyade beden dili ve fiziksel becerileriyle öne çıktığını görüyoruz. Elleri ve ayaklarıyla yaptıkları, “İsviçre çakısı” misali çok işlevli bir robot olduğunu gösteriyor. Bir kadının sesiyle konuşması, dişil özelliklerini en baştan ortaya çıkarıyor.
Yapay zekâların doğadaki işlevini sorgulayarak başlayan “Vahşi Robot”, daha sonra robotların annelik yapıp yapamayacağı sorusuna yanıt arıyor. Ama özü itibarıyla annelik övgüsüne dönüşüyor ve öğrenerek kendini geliştirecek bir yapay zekânın insanlığın gelecekteki en büyük umutlarından biri olduğunu ima ediyor. Canlıların iyiliğini, sağlığını her şeyin üzerinde tutan Roz’un adada yarattığı değişim, getirdiği yeni kardeşlik düzeni, filmin en dikkat çekici yanlarından biri…
“Vahşi Robot”, hikâyesi, ele aldığı meseleleri, animasyon tekniği ve anlatımıyla yılın en iyi animasyonlarından biri.
7/10