Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mesut Yar Komşu bir dur gözünü seveyim!

        Son seçimde yaklaşık Yüzde 15 gibi bir oy oranıyla 46 milletvekili yakalamış Bulgaristan “Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi”. Ağırlıklı yapısı Türkler ve Müslümanlardan oluşuyor…

        Hasbelkader politik bir sohbetin içerisinde laf dönüp dolaşıp yakın geçmişte yaşadığımız Belene işkencesine geldi. Bilmeyenler için dönemin Bulgar yönetimi, Türk asıllı Bulgarlara ciddi eziyet çektirmiş, iş zorunlu bir göçe kadar gelmişti. Dünya Şampiyonu haltercimiz merhum Naim Süleymanoğlu’nun da o dönemde memlekete kaçırıldığını bilenler bilir…

        Bugün İstanbul’un Bayrampaşa, Gaziosmanpaşa, Bağcılar gibi birçok ilçesi Bulgaristan’dan zorunlu olarak göç ettirilen soydaşlarımızın yerleştiği bölgelerdir…

        Peki, şimdilerde durum ne? Son seçimde ülkenin ikinci partisi olan Türk kökenli hareket son birkaç aydır üstü kapalı bir baskıya maruz kalıyormuş…

        Sanıyorum dünyada yükselen aşırı milliyetçilik dalgasında sıra Bulgaristan coğrafyasına kadar uzanmış. Peki, ikinci Belene Kampı vakası olur mu? Zor…

        Ama 30 küsur yıl sonra yeniden kıpırdanan rahatsızlığı konuşmak da hoş değil. Acılar ve anıları birbirinden ayırabileceğimiz bir çağ yaşayamayacak mı insanoğlu?

        ***

        Aradığınız köfteye ulaşılamıyor!

        Plovdiv, eski adıyla Filibe olan bir Bulgar kenti. Tarihi Romalılara kadar uzanıyor. Zaten kent antik Roma yerleşkesi üzerine inşa edilmiş…

        Kentin üst kesimlerinde de ağırlıklı bir Osmanlı havası seziyorsunuz. Sürdürülebilir kent kavramı Plovdiv’de yakından incelenebilir. Güzel ve huzurlu bir şehir…

        Ama meselemiz bu değil. Öğrencilik yıllarımda Sirkeci’de köşede birkaç metrekareye sıkışmış ünlü Filibe Köftecisi vardı. Dükkân artık yerinde değil…

        Mesele dükkan da değil. Benim köfte tutkum ilk bu dükkândaki büyük düğmeden hallice köfteleri tadarak gelişmişti. 40 yıl geçti o gün bugün aklımdadır o inanılmaz tat…

        Hafta sonu Plovdiv’de yaşayan bir arkadaşımı ziyaret etmek için kente gittim. İlk sorum “Nerede köfte yeriz?” oldu…

        Sefer abi gülümseyerek, “Burada köfte yapılmaz oğlum. Senin dediğin bir Sirkeci nostaljisi” dedi. Nasıl yani?

        Köfte balkanların iddialı bir lezzeti olmakla birlikte daha çok, Üsküp, Saraybosna, Kosova gibi kentlerde itibarlı anılmaktaymış…

        Üsküp’te yemiştim. Şahaneydi. Diğerlerinde tatma şansım olmadı. Ama köfte dediğinin Balkan’da nerede yenemeyeceğini biliyorum artık…

        Yaşlandıkça taşlar yerine oturuyor, anılar mozaikler gibi dökülüyor. Filibe de yaşadığım gibi. Üzüldüm…

        ***

        Tüketici değil tükenen olduk!

        Yol üstünde taze meyve, sebze, yağ, yumurta ya da artık geçtiğiniz yörenin nesi ünlüyse satan tezgahlara bayılırım…

        Genelde yöre insanları ve çiftçiler tarafından işletilen bu tezgahlarda bir parça da uygun fiyata birden çok tadı deneyimleyip, evinize taşıyabilirsiniz…

        Bunun yanında gördüğünüz ikram ve nezaket de Anadolu’nun dünyanın en misafirperver coğrafyası olduğunu düşündürür. Daha doğrusu ekseriyetle düşündürürdü…

        Şimdi devir değişti. Bu sabah sosyal medyada gördüğüm bir manzara şoke etti beni. Zeytinyağı tezgahı açan bir amca, sattığı yağın içine çiçek yağı karıştırıyordu. Al sana vicdani yıkım!

        Bu ülke 10 kilosu yüz liraya satılan ve ağırlıklı olarak mısır şurubundan üretilen sözde balı insanlara afiyetle yediren TV tezgâhtarları gördü…

        Tüketicinin şikayeti üzerine incelenen tereyağın içinden yüzde 70 oranında patates püresi çıktığını ya da baklavanın içine fıstık diye konulan bezelye gerçeğiyle de yüzleşti…

        Ama hiç birisi bende eylem pratiğini tezgahın hemen arkasında gerçekleştiren masum yüzlü bu amca kadar iz bırakmadı…

        Denetimsizlik önce başıboşluğu, başıboşluk da hemen akabinde “bana bir şey olmaz” kibrini getirir. Sonra bu bir salgın olur ve tüm renkler hızla kirlenir. Rengarenk bir coğrafyanın tek renge teslim olması sonucunda tüketici değil tükenen oluruz; net!

        ***

        Havada kalan sorular!

        Dün sosyal medyaya düşen o görüntü düşündürücüydü. THY uçağında bir yolcu parasını ödediği koltuğun başka birine verildiğini iddia ederek ağza alınmayacak küfürlerle ortalığı ayağa kaldırıyordu…

        Kabin memurları çaresiz, görüntüye alan yolcu dahil herkes sinmişti. Bu kadar yüksek tondan bir hakaret düşündürücü olduğu kadar endişe de vericiydi. Öfke kontrolü olmayan yolcunun polis gelmese (bağırıp çağırmaya hatta tehdit etmeye devam etse de) gideceği nokta belki de kan dökmekti…

        Mesele sosyal medyayı ikiye böldü. Kimi THY’nin bu türden uygulamalarının çoğaldığını iddia ederek şirket politikasını eleştirirken, kimisi de “Uçakta bile can güvenliğimiz yok” diyerek önce yolcuyu sonra yolcu üzerinden güvenlik boşluğunu hedefe koymuştu…

        Polisin yasa gereği uçakta müdahale yetkisi olmadığından yolcu uçaktan iner inmez kelepçelenip gözaltına alındı. Türk Hava Yolları da “kendisini kara listeye aldığını” açıkladı ve her iki taraf da yaşattığıyla kaldı…

        Vaka böyle bitti ama mesele havada hala. Terbiyesizliği saymazsak, hangi tarafın haklı olduğuna nasıl karar vereceğiz? Hadi birlikte soralım…

        Yaşanan gerçekten keyfi bir politikanın sonucu muydu? Bu bir…

        Öfke kontrol sorunu olan bir yolcunun kendini kaybetmesi sonucunda gelişen bir münferit vaka mıydı? Bu iki…

        Dünyada en çok önemsenen uçuş güvenliği, rutinleşmiş bir işletme körlüğünün kurbanı mı olacak? Bu üç…

        Hakarete uğradığıyla kalan kabin personeli ve yolcuların yaşadığı travmanın bir bedeli olmayacak mı? Bu dört…

        Mesele ne zaman yere inecek? Bu da beş!