BİLİNEN ilk biyolojik saldırı, Milattan Önce 600 yılında kanun ve bilim insanı Atinalı Solon tarafından Krista kuşatmasında kullanıldı…
Anadolu topraklarında da yaşam süren, Lidya Kralı Kroisos ile arasında geçen konuşmalarla da bilinen Solon, düşmanlarının kuyusunu gizlice zehirledi.
Kullandığı biyolojik silah da Anadolu’da kuzey ormanlarında da yetişen, “Güzellik otu” veya “Zehirli Güzellik” adı verilen, “Bohça Otu- Danabağırtan- Danakıran” diye de anılan “Hellebore…” bitkisinden başkası değildi.
Çiçeklerinin güzelliğine kananlar kuyudan içtikleri suyla zehirledi…
Akıl sağlığı yerinde olmayanların tedavisinde de kullanılan bu bitkinin çiçekten yüksek miktarda karıştığında sudan içenlerin kurtulması olanaksız hale geldi…
İSKENDER SUİKASTINDA, İÇKİSİNE KONULDU…
Rivayet odur ki Büyük İskender, Tanrı Herkül adına verdiği davette de içkisine karıştırılan beyaz Hellebore ile suikasta kurban gitti…
Büyük İskenderTarihte kayıt altına girmiş biyolojik saldırılar bununla da kalmadı, 14. Yüzyılda Tatarlar, Kafka kuşatması sırasında vebalıların cesetlerini mancınıkla düşmanlarının üzerine fırlattı…
Çiçek hastalığı da biyolojik silah olarak 18. yüzyılda yerli Amerikalılara karşı kullandı…
Büyük İskender’i de zehirleyen Danakıran, HelleboreBunu birinci dünya savaşı sırasında Alman ordusunun düşmanlarının at ve sığırlarına bulaştırdığı şarbon ve ruam hastalığı izledi…
İspanyol gribi de bu dönemde ortaya çıktı, 500 milyon vakanın görülmesine ve 100 milyon kişinin ölümüne yol açtı…
HelleboreTERÖRÜN İLK KULLANIMI
Biyolojik silahın ne denli etkili olduğunu gören devletler, bunun için özel laboratuvarlar oluşturur…
ABD 1940’da biyolojik silahların geliştirilmesi ve test edilmesi amacıyla kurduğu laboratuvarı Başkan Nixon’ın 1969’da emriyle kapatmasına kadar devam ettirdi…
Bu kapsamda BM’nin biyolojik silahların engellenmesine ilişkin Biyolojik Silah Sözleşmesi’ni de 1972’de imzaladı…
Çok geçmedi 5 yıl sonra biyolojik silah üreten laboratuvarlardan birinde beklenen kaza gerçekleşti…
Rusya’da bir biyolojik silah fabrikasından şarbon sporları 1979’da kazara serbest bırakıldı ve 68 kişinin ölümüne yol açtı…
Sonrasında da biyolojik ajanların silah olarak kullanılması devam etti...
En dikkat çekenlerden birisi ABD’nin Oregon şehrindeki bir restorandaki salataların içine kasıtlı olarak salmonella bakterisi ile kirletilmesi sonrası 751 kişi enfekte oldu.
HALEPÇE KATLİAMI
Türkiye’nin de göç dalgasıyla karşılaşmasına neden olan en acımasız saldırı ise 1986 ve 1988’de Kuzey Irak’ta yaşandı…
Saddam’ın biyosilahına maruz kalan Kuzey Iraklılar.Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, kendisine yönelik kalkışmayı bastırmak amacıyla düzenlediği El-Enfal Harekatı veya bilinen adıyla Halepçe katliamı sırasında Kürtlere karşı Hardal ve Sinir gazı kullandı; beş bin kişinin ölümüne yol açtı…
Halepçe katliamı sonrası göç akınıEn korkutucu olanlardan bir diğeri de Japonya’da gerçekleşti; Shoko Asahara tarafından kurulan Aum Shinrikyo adlı tarikat, 20 Mart 1995’te Tokyo metrosuna sarin gazı ile eylem yaptı ve 12 kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu…
SARS VE COVİD-19 VE BEYAZ FOSFOR
Sonrasında özellikle ABD’de posta yoluyla zarfların içine konulan ve bulaşması halinde şarbona yol açan Bacillus Anthracis bakterisi yolladı…
Devamı da geldi, 2002’de 37 ülkeyi tehdit eden Şiddetli Akut Solunum Sendromu (SARS) ile karşılaşıldı, 774 kişi hayatını yitirdi.
Bunu 2009’da neredeyse bütün dünyaya etkisi altına alan grip, tıptaki adıyla influenza A H1N1 salgını izledi, 284 bin kişiyi öldürdü...
Batı Afrika bölgesinden yayılan Ebola virüsü ise 2014’te 12 bin kişinin öldürürken, ertesi yıl Brezilya’da Zika virüsü kendini gösterdi.
Kuş, tavuk gibi isimlerle devam etti…
En büyük darbesi ise 2019’da geldi; Çin’in Hubei Eyaleti Wuhan
kentindeki laboratuvardan sızdığı ileri sürülen Covid-19 dünyayı esir aldı.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 6 milyondan fazla kişinin ölümüne yol açtı…
Son olarak da İsrail Gazze’de noktayı koydu; BM’nin yasakladığı kimyasal silahları kullandı, bunu itiraf etmekten de geri durmadı.
Beyaz fosfor olarak bilinen bombaları televizyonların canlı yayınladığı görüntüler arasında Filistinlilerin üzerine atmaktan kaçınmadı…
ÜÇÜNCÜ SEVİYEYE DE İZİN ŞARTI YOK
Her ne şekilde yayılırsa yayılsın, bu dönemde biyolojik ajanların yarattığı etkinin yüksek olması nedeniyle başta terör örgütleri olmak üzere başvurulan veya kaza ile saçılan büyük tehlike…
Buna ilişkin ülkeler son dönem çok sayıda kanun çıkararak alınacak tedbirlerini belirledi.
Kanunlarına bağlı olarak laboratuvar izin ve kullanım yönergelerini belirledi.
Peki Türkiye’de biyolojik faaliyet gösteren BSL-3 (Bio Security Level- Biyo Güvenlik Seviyesi-3) laboratuvarları için sıktı bir izin alma şartı görülmüyor.
Konu üzerinde yıllardır çalışan, virolog-mikrobiyolog Prof. Dr. Mustafa Hasöksüz, “Eğer kobay hayvan ile çalışmıyorsa dileyen laboratuvar kurma hakkına sahip” dedi.
Türkiye’de Biyogüvenlik ve Biyoemniyet ile ilgili bir kanun bulunmadığını da belirten Prof. Dr. Hasöksüz, “Adı Biyogüvenlik olan bir kanun var ama 18 maddeli bu kanun geneteği değiştirilmiş organizmalarla (GDO) ilgili, diğerlerini kapsamıyor” dedi.
DİLEYEN LABORATUVAR KURUYOR
Biyolojik tehlike yaratacak ajan ve toksinlerle uğraşan laboratuvarlarda oluşacak kaza soncu yayılmanın önüne geçecek Biyogüvenlik veya bunların kaybolma ve çalışmasını, yanlış kullanımını engelleyip, erişimi kontrol altına alıp, korunmasını sağlayacak Biyoemniyet önlemlerini içeren bir düzenlemenin bulunmadığına vurgu yaptı.
Türkiye’de en üst seviye olarak BSL (Biosafety Level) olarak nitelenen dördüncü sınıf laboratuvarlar olmamakla birlikte üçüncü seviyede çok sayıda laboratuvar bulunduğunu anımsatıp ekledi:
“Varlığından haberdar olmadığımız birçok yeni enfeksiyon ajanı günümüzde önem kazanmakta ve antibiyotik dirençli patojenler ile sıklıkla karşılaşılmaktadır. Bu patojenler yakın zamanda toplum sağlığını tehdit edici düzeylerde olacaktır. Bunların yayılmasının engellenmesi gerekmektedir. Kimyasal Biyolojik Radyoaktif Nükleer biyoterörizm tehdidi ve ona karşı savunma tedbirleri de göz önünde bulundurulmalıdır...”
OLABİLECEKLERE YER KALMIYOR
Bırakın kanunu, laboratuvar kurallarını içeren bir kitapçığın da olmadığını, üniversitelerin veya enstitülerin kendilerine göre kurallar geliştirdiğini de vurgulayan Prof. Dr. Mutafa Hasöksüz, bu amaçla Biyogüvenlik ve Biyoemniyet Derneği adı altında örgütlenmeye başladıklarını da açıkladı…
Dikkat çektiği biyogüvenlik ve biyoemniyet aslında asırlardır yaşanan tehlikeler karşısında elzem konular…
Laboratuvarlardaki elzem bir yana, pandemi döneminde sokağa çıkma ve maske kullanımına yönelik itirazlar da dikkate alındığında kanuni boşluğun bulunduğu açık…
Ancak Türkiye dün Kuzey Anadolu Otoyolunda 10 ölümlü kaza, ardından 4,6 şiddetindeki Malatya depremi gibi, günlük felaketlerle uğraşmaktan, muhtemel felaketlere karşı önlem almaya vakit bulunamıyor…