Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya 'Mimber'den, 'Muharebe'ye
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        BAŞKUMANDANLIK Meydan Muharebesi ile ilgili çok şey anlatılır…

        Ancak o dönemde de toplum üzerinde etkili olan, kamuoyu oluşturma çabalarının merkezi basının, matbuatın durumu üzerinde fazla konuşulmaz.

        Oysa o dönemde de medyanın kitleler üzerindeki etkisi çok belirgindi...

        ABD’de bu konu özel bir çalışma konusu yapılmış ve medyanın kitleleri yönlendirmede ne denli başarılı olduğu üzerinde önemli verilere imza atılmaya başlanmıştı.

        Bunların başında da “Modern Gazeteciliğin Babası” olarak bilinen, “Soğuk Savaş- Sahte Gerçek- Sahte Çevre” ve “Stereotip…” gibi kavramları literatüre kazandıran, 2 Pulitzer Ödüllü gazeteci Walter Lippmann geliyordu.

        KAMUOYU KURAMININ AVRUPA’DA YARATTIĞI

        ABD, Birleşik Krallık güçlerinin Almanya ile ittifak halinde olacağını öğrendiğinde Lippmann’ı Londra’ya yolladı.

        Amaç, savaşı kazanması halinde ABD’nin ekonomik çıkarlarına ters gelişmeler yaşayacağına inandığı Almanlar ile İngilizlerin ittifakını önlemekti.

        Lippmann geliştirdiği kuram sonucunda İngilizlerin Almanlar ile ittifakını engellemekle kalmadı, Fransa ile İngiltere’nin birlikte Almanya’ya karşı savaşının da başlamasının yolunu açtı.

        Bunun için geliştirdiği kuramın adına da “Kamuoyu…” dedi.

        Buna göre bireyler çevreleri dışında olup biteni anlayabilmeleri, dış dünyayı anlamlı hale getirebilmeleri için bazı “anlam haritalarına” gereksinim duyarlar; bu anlam haritaları da medyanın aktardığı bilgiler doğrultusunda oluşturulur.

        İnsanların yargılarının belirlenmesinde, rasyonel ve nesnel ölçüler değil, gazeteler tarafından ön plana çıkarılan stereotipler (klişeler) belirleyici olur…

        FRANSA LİPPMANN’IN YOLUNU TAKİP ETTİ…

        Nitekim Fransa da Anadolu işgali ile birlikte Lippmann’ın çizdiği yolda ilerledi ve Adana’ya girer girmez, kendi yerel medyasını yarattı.

        Çukurova’yı işgalinden hemen sonra, 5 Aralık 1918’de Kuvayımilliye ve TBMM aleyhine yayınlar yapan Ferdâ Gazetesi çıktı.

        Giritli Hüseyin İlhami tarafından çıkarılan Adana Postası da açıktan Fransızlar ile işbirliği içinde olduğunu beyan ediyor, gizleme gereği dahi duymuyordu…

        Yayınladığı makaleler nedeniyle halk arasında “Gâvurcu” diye bilinen İrşad Gazetesi de Yunan işgali altındaki Balıkesir’de yayına başlamıştı.

        Trabzon’da benzer şekilde Selamet adlı gazete Erzurum ve Sivas Kongresi çalışmalarını kötülüyor, Yazı İşleri Müdürü ve Başyazarı Ömer Fevzi ağır hakaretlerde bulunuyordu.

        Bandırma’da Adalet, İzmir’de Köylü ve Islahat, Kastamonu’da Zafer, Mudurnu’da Kürsi-i Millet de bunların arasında sayılabilir…

        İstanbul’da ise Ali Kemal’in Sabah’ı ile Refi Cevad’ın Alemdar’ı milli mücadelenin karşısında ağır hakaretlerde bulunuyordu.

        Hemen hepsinin de hedefinde Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının yanında TBMM vardı…

        İŞBİRLİKÇİ MATBUAT…

        Örneğin, bunların arasında bulunan Hadisat Gazetesi’nde yazan Süleyman Nazif, milli mücadelecilerin altı asırlık Osmanlı Devletini 3-5 yıl içinde dağıtmak için elinden geleni yaptığını ileri sürmekle kalmıyor, “gafil, ahmak, mikrop, zehirli sülük, sersem” gibi ağır ifadeleri de sıralıyordu.

        Ali Kemal’in gazetesi Payam-Sabah’ta yazan Refik Halid’e göre de milli mücadele için yola çıkan iİttihatçılar önce Rus tehdidine karşı ülkeyi Almanların kucağına atmış, şimdi ise Yunan tehdidine karşı Kuvayımilliye adı altında Bolşeviklerin kucağına atmaktaydı.

        Onlara göre Yunan, İngiliz ve Fransızlarla işbirliği içinde kalınmalıydı.

        Bu süreçte yayınlanan gazetelerin sayısındaki patlama da dikkat çekiciydi.

        Mondros Mütarekesi’ni takip eden dönemde 764 süreli yayın çıktı ve bunların 539’u Türkçe yayın yaparken, geri kalan başka dillere de sayfalarında yer veriyordu.

        İşin ilginç tarafı, Ankara’da bulunan TBMM üyeleri de bundan etkileniyordu.

        MUSTAFA KEMAL’İN BASINA OLAN İLGİSİ

        Nitekim Büyük Taarruz başlamadan önce TBMM Mustafa Kemal Atatürk’e daha önce Başkomutan olarak verdiği yetkilerin bazılarını sınırladı.

        Mustafa Kemal de bunu sorun yapmadığını, sınırlamanın kendisinin de kabulü olduğunu, bu haliyle de milli mücadeleyi zaferle sonuçlandıracaklarını TBMM kürsüsünden dile getirdi.

        Çünkü Mustafa Kemal de Kamuoyu oluşumunun basın aracılığıyla gerçekleştirildiğinin farkındaydı ve o da bağımsızlığa inanan gazetecilerle birlikte hareket ettiğinde sonuç alacağını biliyordu.

        Bu konuda ilk adımı da kendisi attı.

        Yakın arkadaşı Fethi (Okyar) Bey ile birlikte Mimber Gazetesi’ni çıkardı ve birçok başyazısını da bizzat kendisi yazdı.

        İşgal kuvvetlerinin her türlü baskısına karşı direnen Tasvir-i Efkâr, Akşam, Vakit, İkdam, İleri, Yeni Gün ve Sebilürreşat’ı destekledi, onlarla birlikte hareket etti.

        FRANSA GİDİNCE ONLAR DA GİTTİ

        Bu devamını da getirdi ve Anadolu’da Milli Mücadele’yi destekleyen 82 gazete ve derginin yayın hayatına katılmasında önemli etki yaptı.

        Büyük baskılar altında, ilkel yöntemler kullanarak gizlice çıkardıkları gazeteler etkili de oldu.

        Nitekim, 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihleri arasında Türk Ordusu Sakarya Meydan Muharebesi’ni kazandığında Fransa anında tutumunu değiştirdi.

        İşgal kuvvetlerinin kendisine bıraktığı Suriye’yi elde etmenin de rahatlığıyla Ankara Hükümetini tanıdığını açıkladı ve 20 Ekim 1921’de Ankara Anlaşması’na imza koydu.

        Fransa’nın Çukurova bölgesini işgali ile kurulan gazetelere ne mi oldu?

        Başta Adana Postası ve Ferda Gazetesi olmak üzere hepsi kendiliğinden kapandı.

        SAKARYA’NIN GETİRDİĞİ İNANÇ

        Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılması sonrası “Ankara siyasetinin sağlamlığına kolay iman etmem” diyen Refik Halid, Büyük Taarruz başladığında yenileceğini sandığı Türk Ordusu’nun kazandığını ve İzmir’e doğru ilerlediğini de kabul etmek istemiyordu.

        Sadece Ali Kemal veya Refik Halid de değil, benzer tutum, 1 Eylül 1922’de “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir; İleri!” sözünü söyleyen Mustafa Kemal’in kazanacağına şüphe ile bakan mebuslarda da vardı.

        Ordunun ilerlemesi karşısında ilk başta muhalefet yapan örneğin Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey’in TBMM’deki konuşması dikkat çekiciydi; muhaliflerde de kazanma inancının oluştuğunu gösteren en önemli veriydi.

        Bu süreçte basının tutumu da farklılaştı.

        Bazıları matbaalarını kapatıp Yunan Ordusu’ndan önce Ege adalarına kaçtı, bazıları ise Avrupa’ya gitti.

        Bir kısmı da İzmir, Balıkesir, İstanbul’da yakalanıp yargılandı…

        Başkomutan olarak Mustafa Kemal’in 30 Ağustos 1924’te Dumlupınar’da yaptığı konuşmada vurguladığı şu cümle de bu sürece gelene kadar yaşanan mücadelenin et ekili özetiydi:

        “Türk ulusunun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir akım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbelli ki genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı...”

        30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun…