HANGİSİNİN devlet, hangisinin yönetim biçimi olduğu antik çağdan bu yana tartışılagelir…
Buna neden Cumhuriyet ve Demokrasinin aynı zeminde birbirini tamamlayan ancak farklı sütunlarda yükselen değerlerler olmasından kaynaklıdır…
“Halka ait olan…” anlamındaki Cumhuriyet kolonu ile “Halkın iktidarı…” anlamındaki Demokrasi kirişini birbirine bağlayan da tabanı oluşturan “Halk…” ana döşemesidir.
Uluslar için bu üç ana unsur yapının temel karkasını oluşturur; modern devletin olgunlaşmasında en önemli görevi üstlenir...
Bu üç yapı, yani kolon, kiriş ve döşeme birbiriyle ne denli uyumlu ise deprem, tayfun, fırtına gibi her türlü olumsuz koşula da o denli dayanıklı olur…
ASIRLIK TARTIŞMA
Bu yapı taşlarından hangisinin daha önemli olduğu ise asırlardır tartışılır.
J.J. Rousseau’ya göre Cumhuriyet devlet biçimi, Demokrasi yönetim biçimidir.
Buna karşın Kant, Demokrasiyi devlet, Cumhuriyeti ise yönetim biçimi olarak görür.
Ama 19’uncu yüzyıl sonrasında bu iki kavram birbirini tamamlayan mütemmim cüz haline dönüşür; yönetim biçimleri sınıflandırması da zaten sona erdiği için önemi kalmaz.
Her ikisi de hukuksal düzlemde biçim ve öz ilişkisi içinde yerini alır…
Değerler bütününü hukuki yapılar, yani ara bölmeler tayin eder…
Cumhuriyet devlet biçimi olarak yerini alırken, Demokrasi ile gelen halk iktidarının özgürlük alanını ötekinin sınırında sonlandırır…
Toplumda var olan erdem, ortak payda, toplumsal çıkar ve fayda bu sınırların kiriş bağlarını oluşturur.
İktidarın sınırlandırılması da bu akıl ve erdeme dayalı, ortak paydada buluşturan yasalarla sağlanır.
Onun için Cumhuriyet, meşruiyetini yasalardan alan devlet biçimi olarak kabul görür.
Bu nedenle Cumhuriyet ve demokrasi halkların ortak paydasıdır; biri olmadan diğerinden söz edilemez…
Her ne kadar son 20 yıldır Cumhuriyet ve Demokrasinin bir tamamlayıcılık ilişkisi gerekmediği ileri sürülüp, Birleşik Krallık örneği veriliyor olsa da bu doğru sonuca götürmez.
Çünkü Birleşik Krallık'ta var olan “meşruti monarşi…” Cumhuriyet ilkeleri açısından sorun üretmez; çünkü mutlak iktidar halka aittir.
Çünkü yurttaşlık ilişkisi hukuken tek yasal ilişki ile belirlenir ve haklar yurttaşlıkla alınır ve yükümlülükler de eşit paylaşılır.
Zaten Cumhuriyetin kendini inşa süreci de bu temelde yükseldi ve bugüne geldi.
CUMHURİYETİN YENİ DÜŞMANI
Bugün ise tartışma farklı bir zemine taşındı; bunun fitilini de 1989’da Che Guvera’nın da mücadele arkadaşı olan, Fransız entelektüel, filozof, gazeteci Rêgis Debray ateşledi.
Cumhuriyetin bugün hiçbir düşmanının kalmadığının altını çizdikten sonra ekledi:
“Ancak Cumhuriyet tehlikededir. Bu tehlikenin nedeni, kral veya kilise değil, para ve gösteridir. Paranın ve gösterinin birbirlerini tamamlayarak topluma egemen olması, Cumhuriyetçi Meşrûiyeti onulmaz biçimde zedelemektedir.”
Bu durum zaman zaman Türkiye’de de tartışıldı.
Ancak temeli sağlam atılmış olmasından olsa gerek hep yerini buldu…
Ondandır ki dün 101’inci yılını kutladığımız “Cumhuriyet Bayramı…” Türkiye toprakları üzerinde yaşayan her kesimin ortak paydası oldu.
İçselleştirilen ve her kesimi ortak bir noktada buluşturan çatı oldu.
Bu nedenle Kurban veya Ramazan bayramlarına dini inancı nedeniyle itiraz edip kutlamayanlara rastlanırken veya ideolojik düşüncesi, etnik ve dini kimliği dolayısıyla başka bayramlara itiraz edenler bulunurken, Cumhuriyet Bayramına karşı çıkana rastlanmaz…
Bütün bunlara karşın Cumhuriyet kendi içindeki bir sorununu bugüne kadar çözemedi; hep ötelemek veya baskılamakla yetindi.
DİYARBAKIRLI ZİYA GÖKALP…
Aslında Mustafa Kemal Atatürk, büyük öngörüsüyle sorunun ileride daha karmaşık bir hal almadan çözülmesi için Cumhuriyeti ilan etmeden önce adım attı…
Modern Türk Milliyetçiliğinin ideoloğu Ziya Gökalp’e 1922’de hazırlattığı, “Kürt Aşiretler Hakkında Sosyolojik Tetkikler” çalışması o döneme göre oldukça ileri bir adımdı.
Gökalp, çok uzun sürmeyen yaşamının büyük bölümünü doğum yeri olan Diyarbakır’da geçirmiş olması, ailesi ve çevresi onun konuya hakimiyeti açısından da önemliydi.
Nitekim MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de dile getirdiği, “Kürdü sevmeyen Türk, Türk değildir; Türkü sevmeyen Kürt, Kürt değildir…” söylemini de bu dönemde oluşturdu.
Milliyetçi kesimin eylemlerinde benimseyeceği en önemli söyleme dönüştü.
“TÜRKİYE HALKINA TÜRK MİLLETİ DENİR…”
Mustafa Kemal Atatürk de Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluştururken Anayasa’nın da temel maddesi haline getirdiği yaklaşım da aynı temele dayandı:
“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir…”
Atatürk, bu yaklaşımına açıklık da getirdi:
“Arkadaşlar Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacidar (padişah) yoktur, diktatör yoktur. Tacidar yoktur, olamayacaktır. Çünkü olamaz, bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin başında hiçbir kuvvet yoktur. Hiç bir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir…”
Orada da kalmaz devamını getirir:
“Hükümet şeklimiz tam bir demokrat hükümettir ve dilimizde bu hükümet, halk hükümeti diye anılır…”
Bunun da toplumun karşılıklı saygı temelinde buluşmasıyla taçlanacağına da vurgu yapar.
Bugün sorunun çözümü için atılan adım da aslında Cumhuriyetin temel taşını oluşturur.
Adına ne derseniz deyin; ister Kürt Açılımı, dilerseniz Demokratik Açılımı deyin…
Bir asırdır devam eden sorunun çözümü, ülkede var olan farklılıkları özümsemek ve saygı göstermek temelinde, milli birliği güçlendirmekten geçer.
Cumhuriyet ve demokrasinin üzerinde yükseldiği dördüncü unsur olan ülke de ancak bu politik zeminde fay hatlarından uzak kalır…
Farklılıklarımız da ortaklaştığımız konular karşısında tali kalır…