STALHBAUM ailesinin görkemli evinde düzenlenen Noel partisinde olması gereken her şey muhteşemdir.
Büyük bir çam ağacının çevresini hediyeler kaplar…
Evin kızı Clara’ya vaftiz babası Drosselmeyer ürettiği sihirbaz oyuncaklardan biri olan fındıkkıran bebeği verir.
Parti sonunda tüm misafirler evine dağılır ve Clara’nın o meşhur rüyası canlanır…
Kral farenin öncülüğünde bir sürü sıçan kendisine saldırır.
Fındıkkıran canlanır ve Clara’yı onlardan korumaya çalışır, ancak güçsüz kalıp yenilir.
Clara ayakkabısı çıkararak Fare Kral’a vurur ve Fındıkkıran’ın güç kazanmasını sağlar…
Fındıkkıran bir anda yakışıklı bir prense dönüşür…
Aslında bu bale eseri, Ernst Theodor Amadeus Hoffmann’ın yazdığı Fındıkkıran Prens ve Fareler Kralı hikayesine dayanır…
Eserin bale koreografisi de Fransız balet Marius Petipa tarafından yapılır…
Özetle olayın temeli, Alman bir kızla, Fındıkkıran Prensi ve Fare Kralı’nın hikayesidir…
Alman yazar kaleme alır, Fransız balet koreografisini yapar…
Çaykovski de son bestesi olma özelliğini de taşıyan balenin müziğini 1891 yılında yazar; 1892’de de sahneye konulur.
O günden bu yana da Noel kutlamaları ile özdeş şekilde bütün dünyada sergilenir…
ANKARA’DA 05:30’DA OLUŞAN KUYRUK…
Bütün bunları yazmamın nedeni, savaşların kültür etkinliklerine de ne denli ağır hasar verdiğini gösteren birbirine tezat iki habere dayanıyor…
İlk haber bizden; Anadolu Ajansı iki gün önce geçti…
Haberin özü, her yıl alışageldik şekilde Noel günü Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından sahneye konulan Fındıkkıran Balesi’yle ilgili…
Ankara’da birçok kişi 11 Ocak’ta sahnelenecek oyuna bilet alabilmek için sabahın saat 05:00’inde semte de adını veren Opera önünde kuyruğa girmiş…
Termoslarına doldurdukları çayları ve kamp sandalyeleri ile geldikleri Opera Sahnesi kapısındaki bekleyişlerinin tek hedefi var, 4 kişi ile sınırlandırılmış biletten alabilmek.
Çünkü salonda 600 koltuk var; ben beni bildim bileli de o salon Ankaralı sanatseverler tarafından tıklım tıklım doldurulur.
Hangi oyun olursa olsun, bir tek koltuk boş kalmaz…
ZİHİNSEL KARANTİNA
Buna tezat ikinci habere de batılı medyada rastladım…
İlk okuduğumda da savaşın kültürleri nasıl yerle yeksan ettiğinin bir örneğine daha tanıklık etmekte olduğunu gördüm…
Haber uzun yıllar Rus etkisinde kalmış, 1989’da özgürlüğüne kavuşmuş, bugün de AB üyeleri arasında yerini almış Litvanya’nın Başkenti Vilnus’tan…
Başkentin eski şehrine ne zaman gitsem hayran kalırım; Rönesans ve Neo-Klasik tarzdaki mimarisi ve ortaçağın en iyi korunmuş yerleşimi olması önemini arttırır.
Ulusal Opera binası da ayrı bir güzellik sergiler…
Habere göre, Litvanya Ulusal Operası Rusya ile savaşı nedeniyle Ukrayna ile dayanışma göstermek için bir asırdan daha uzun süre sahneye koyduğu Çaykovski’nin (Tchaikovsky) eserini göstermeyi bırakmış…
Yasağı getiren yetkililer de Rus kültürüne karşı “zihinsel karantina” ilan ettiklerini dile getirmiş…
Her ne kadar Kültür Bakanı Sarunas Birutis “Bir Noel masalı izledikten sonra Kremlin yanlısı olacağımızdan korkmak için hiçbir neden yok” dese de Opera yöneticileri kararlarından dönmemiş…
Bunu yapanların kültür insanı olduğunu bilmek karardan daha ağır geliyor…
Cehaletin ve bağnazlığın ne denli feragat ürettiğinin en bariz örneğiyle karşı karşıya olmanın çaresizliği de ayrı…
ÇAYKOVSKİ’NİN AİLE KÖKENİ UKRAYNALI…
Oysa Opera yöneticilerinin Müzik Tarihi hakkında da bilgi sahibi olması beklenir…
Öncelikle, Rusya’nın saldırıları nedeniyle “Kültürel karantina” uyguladıklarını söyledikleri kişinin aslında Ukraynalı olduğunun bilgisine sahip değiller…
Sonradan adını Çaykovski olarak değiştiren büyükbabası Pyotr Fyodoroviç Çayka Ukrayna kökenlidir; bugün de ülkenin sınırları içinde bulunan Poltava yakınlarındaki Nikolaevka’da doğmuştur.
Çayka da geleneksel Ukrayna soyadıdır, Türkçedeki karşılığı da “martı” anlamına gelir…
Babası Kiev’de eğitim aldıktan sonra Sankt-Peterburg’a taşınır, Çaykovski de orada doğar, ama Ukrayna lehçesine de hakim olmakla birlikte, ana dili gibi Fransızca konuşur…
Çünkü annesi Aleksandra Andreyevna, evlilik öncesi soyadı olan d’Assier’den anlaşılacağı gibi Fransız asıllıdır...
Daha ilerisi annesinden daha fazla ilgi gösteren mürebbiyesi Fanny Dürbach da Fransız'dır…
ÇOK ULUSLU ESER
Şimdi başa dönersek…
Fındıkkıran eserini yazan Ernst Theodor Amadeus Hoffmann, adından da anlaşılacağı gibi Berlin yakınlarında doğmuş bir Almandır…
Eserin koreografisini yapan balet Petipa bir Fransız…
Bestesini yapan Çaykovski de köken olarak has be has Ukraynalı bir ailenin evladıdır…
Eseri yasaklayanlara Rusya’nın bunun neresinde olduğunu sormak gerekir…
Var sayalım ki köken olarak da Rus olsaydı, ne fark ederdi…
Tarih bize gösterdi ki kültürün birleştirici gücü ne zaman siyasetle kirletildiyse, kirletenler altında kaldı...
Çünkü müziğin bir vatanı yoktur, evrenseldir…
Hele ki Litvanya’nın Sovyetlerden ayrılmasının en önemli nedenlerinden birini o dönemin yöneticileri “yasaklamama özgürlüğünü elde etmek için savaştık” diye açıklamışken…
Yasağı getirenlerin siyasallaşmış bir ahlaki varlık olmalarından kaynaklı olarak bu tutumu aldığını sanmıyorum…
Öyle olsa toplumda da karşılığı olur, en azından Kültür Bakanı’nın eleştirisiyle karşılaşmazlardı.
YAŞANTI TOPLUMU
Yaptıklarının tam anlamıyla iletişim araçlarının şekil verdiği “yaşantı toplumu” özentisinden kaynaklandığı açık.
Yani gösteri yapıyorlar; tüm Litvanyalıları da kendi gösterilerine alet etmeye çalışıyorlar.
Yaşanılanın bir gerçek olmadığının, gerçeğin bir sergilenen temsili olduğunun kendileri de farkında…
Akıllarınca imaj çalışması yapıyorlar; bununla ne denli güçlü milliyetçi hislere sahip olduklarını ortaya koymaya çalışırken, battıklarını fark etmiyorlar…
Dönüp tekrar soralım…
Litvanya veya Türkiye’den birini tercih etmek isteseydiniz hangisine öncelik verirdiniz…
Eminim ki Türkiye öne çıkardı…
Çünkü kültür kuş gibidir; tutsaklık ve yasak tanımaz…
Siz ne denli yasaklarsanız yasaklayın, o tezgah altından yeniden yükselir…
Türkiye bu dönemleri yaşayıp geldi, umarım Litvanya da aynı yoldan geçmeden farkına varır…
Umarım, bir Fındıkkıran çıkıp onları da kurtarır; şeker dünyasına ulaştırır…
Zihinlerini karantinadan kurtarır…