Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        1973’de çevrilen ve başrollerini Dustin Hoffman ile Steve McQueen’in oynadıkları “Papillon” yahut Türkçesi ile “Kelebek” filmini izlemiş, yahut izlememiş olsanız bile herhalde işitmişsinizdir...

        Filim, Fransa’nın Güney Amerika’daki denizaşırı toprağı Fransız Guyanı’nın başkenti Cayenne’de, sahilin birkaç kilometre ilerisindeki hapishane hâline getirilmiş Şeytan Adası’nda geçer...

        Mahkûmlar bir örnek giyinmektedirler. Hapishane elbisesi yamuk yumuktur, bir tarafı uzun, diğer tarafı kısadır; sırttaki, yakadaki, vesairedeki potlar saymakla bitmez. Öylesine baştan sağmadır ki, bu hapishane üniformasının yanında pijama bile smokin gibi kalır.

        Paris Olimpiyatları’na katılan Türk takımına giydirilen çuvalımsı elbiseler, bana işte Kelebek filmindeki bu mahkûm üniformalarını ve biraz da Naziler’in toplama kamplarına kapattıkları Yahudiler’in üzerlerindekileri hatırlattı...

        Hapishanede mahkûmların ve toplama kampındaki kurbanların giymeye mecbur bırakıldıkları üniformalarda düzgün dikiş nasıl hak getire ise, sporcuların üzerlerindeki elbiselerde de estetik öyle nanay idi! Bazı sporcular üzerlerine sanki ceket değil, cüppemsi birşey geçirmişlerdi; sırt ve bel oturmuyordu, kollar boruyu andırıyordu, ceketlerin bir eteği uzun ama diğeri düdük gibiydi...

        Belli ki, değişik elbiseler değişik bedenlere göre dikilmiş ama prova falan yapılmamış, sporculara sadece “Alın bunu giyin!” denmiş ve neticede ortaya gayet sakil bir manzara çıkmıştı. Ortada dolaşanlar sanki olimpiyatlarda Türkiye’yi temsil eden sporcular değil, kimsesizler yurdunda bakılan ve bayram sabahı sevabına ama baştan sağma giydirilmiş öksüz ve yetimler dolaşıyordu.

        TAKLİTTE BİR NUMARAYIZ AMA...

        Tekstil cenneti olan Türkiye’de böyle bir zevksizliğin yaşanması ve moda dünyasında esâmemizin okunmaması, birşeyleri beceremediğimizi açıkça göstermektedir. Dokumadan dikime uzanan zincirde bazı halkalar eksiktir, hattâ bir değil, birçok halka noksandır.

        Malûm, taklitte üstümüze yok; dünyanın en meşhur markalarını birebir kopyalıyoruz, imal ettiğimiz sahte malları orijinallerinden ayırdetmek hayli zor, bu işi mükemmel şekilde beceriyoruz ama kopyecilik kanımıza işlediğinden olacak ortaya özgün eser koyamıyoruz ve hâlâ dünya çapında bir marka oluşturamadık!

        Paris Olimpiyatları’na katılan takımımızı baştan aşağı saran giyim-kuşam sefaleti, bu alanda daha birkaç yüz fırın ekmek yememiz gerektiğini açıkça gösteriyor...

        Ama bütün dünyanın gözleri önünde yaşanan bu zevksizliğe sebep olanların ve özellikle de bu Daltonvârî elbiseleri diken Vakko’nun hakkını yemeyeyim:

        Beceriksizlikleri önemli bir işe yaradı ve kamplaşmanın zirveye çıktığı, hemen her konuda bölünmüş olan Türk toplumunun bir anda kenetlenmesini sağladı. Baksanıza, olimpiyatlara katılan sporculara giydirilen garabeti beğenen yok gibi; bu zevksizliği gören muhafazakârı da, lâiki de, sağcısı da, solcusu da veryansın edip duruyor!