Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Murat Bardakçı Şam'daki mezarı durup dururken gündeme getirip Türkiye'yi germeye ne lüzum var?

        Bundan iki hafta önce, Sultan Vahideddin’in Şam’daki mezarı ile ilgili bir haber ortalıkta dolaşmaya başladı: Türkiye’nin Şam Büyükelçiliği Geçici Maslahatgüzarı Burhan Köroğlu, “Ekiplerimizin ilk işi, Sultan Vahideddin’in mezarının bulunduğu külliyeyi restore etmek” demiş ve “Restorasyonda, Türkiye’nin desteğinin çok net bir şekilde görüleceğini” söyledi.

        Düzgün şekilde haber yazmak artık bir tarafa bırakıldığı ve olup-bitenler baştan sağma kaleme alındığı için bu sözlerin durup dururken mi, yoksa bir vesile ile mi sarfedildiği anlaşılamadı. Ama, ortada bir vesile var gibi görünüyor; zira avlusunda Sultan Vahideddin’in ve bazı hanedan mensuplarının kabirlerinin bulunduğu Şam’daki Süleymaniye Külliyesi’nin restorasyon sorumlusu aynı günlerde projenin yarım kaldığını söylemiş “Bu iş için Esed rejimi ile 16 milyon dolara anlaşmıştık. Muhatabımız Vakıflar İdaresi idi ama iç savaş yüzünden ödeme yapmadılar ve çalışma durdu. Şimdi, geçici hükümet ile görüşeceğiz” demişti.

        Şam’daki maslahatgüzarın sözleri, bana restorasyonu yapan şirketin Türkiye Büyükelçiliği ile muhtemelen yaptığı bir görüşmenin ardından söylenmiş gibi geliyor...

        Ama her ne sebeple söylenmiş ise, şu an için gereksiz ifadelerdir ve Türkiye’nin zaten yüksek olan tansiyonunu daha da arttırmaktan başka bir işe yaramaz! Zira, Sultan Vahideddin memlekette yüz küsur seneden buyana bir tartışma mevzuudur ve açık söylemek gerekirse Vahideddin’i sevmeyip “hain” diye yaftalayanlar, onu “mazlum” ve “kahraman” kabul edenlerden fazladır!

        Sultan Vahideddin sürgünde bulunduğu İtalya’nın Akdeniz sahilindeki San Remo kasabasında 1926’nın 16 Mayıs’ında vefat etmişti. Haftalar boyu cenazeyi kabul edecek bir İslam memleketi aranmış ve cenaze vefatının üzerinden epey zaman geçtikten sonra Beyrut üzerinden Suriye’ye götürülüp şimdi bazen “Süleymaniye”, bazen de “Selimiye” denen camiin avlusuna defnedilmişti.

        Önce, Şam’daki hanedan mezarlığını neredeyse kırk yıl boyunca defalarca ziyaret etmiş bir kişi olarak söyleyeyim: Bu mekân sadece aile mensuplarına mahsus olması ve elli küsur seneden buyana defin yapılmaması sayesinde mevcut imparatorluk mezarlıklarının en bâkiridir, yani tahribata uğramamış tek kabristandır. Mezarların öyle büyük restorasyona ihtiyaçları da yoktur, sadece küçük bir-iki rötuş gerekmektedir.

        ÜÇ GEREKÇEYE DAYANAN RED

        Vefatının üzerinden 99 sene geçmesine rağmen hakkındaki tartışmaların bir türlü son bulmadığı Sultan Vahideddin’in “Hain mi, yoksa kahraman mı olduğu” sorusunun cevabı basittir: Her ikisi de değildir; çaresiz, talihsiz, ve sözünü sadece Bebek ile Aksaray arasında güç-belâ dinletebilen güçsüz bir hükümdardır, o kadar...

        Bir devlet adamının tarihteki rolünün bu kadar sene sonra memleketi fikrî bakımdan iki kampa ayırmasının örneğine başka memleketlerde rastlayamazsınız ama bizde mümkündür!

        Şam’daki maslahatgüzarın mezarların restorasyonu işini telâffuz etmesinin ardından, bazı işgüzarlar konuya hemen atladılar, “Vahideddin’in mezarının Türkiye’ye getirilmesi gerektiğini” söylediler ve sosyal medyada az da olsa kendileri gibi işgüzarların desteğini aldılar.

        Sultan Vahideddin’in kabrinin İstanbul’a nakledilmesi konusu devlet katında ciddî şekilde ilk defa 1996’da tartışılmış, Nazım Hikmet’in Moskova’daki mezarı ile beraber getirilmesi gerektiği düşünülmüş, sonraki senelerde tekrar konuşulmuş ama Nazım’ın Rus eşi ile anlaşma sağlanamamış, son padişahın ailesi de “Nakil konusunda resmen bir talep olduğu takdirde izin vermeyeceklerini” duyurmuşlardı.

        Hükümdarın şimdi hayatta olmayan birinci derece torunları mezarın İstanbul’a naklini her zaman istediklerini fakat nakle “şimdilik” karşı olduklarını söyleyip üç gerekçe göstermişlerdi: Vahideddin’in kabrinin bulunduğu Şam’ın hükümdarın iktidar senelerinde Osmanlı toprağı olmasını, yani son padişahın son uykusunu yabancı bir memlekette değil başında bulunduğu imparatorluğun sınırları içerisinde uyumasını; mezar naklinin Türkiye’de huzursuzluk yaratma ihtimalinin yüksek bulunmasını ve siyaset uğruna bir padişah ile bir şairin birbirlerine emsal gösterilmesinin doğru olmamasını...

        Hattâ, Sultan Vahideddin’in büyük torunu Neslişah Osmanoğlu, bu üç gerekçenin ardından “Büyükbabamızın mezarı Şam’da, sürgünde vefat eden diğer aile mensuplarının da defnedildiği kabristanda bulunuyor ve orada yakın akrabalarını bir aile reisi olarak kucaklamış şekilde yatıyor. Bırakın, son uykusunu huzur içerisinde uyusun” demişti.

        Bu gerekçeler değişmedi, bugün de devam ediyor. Dolayısı ile Türkiye’nin Suriye’de yapması gereken dünya kadar iş var iken önceliğin Sultan Vahideddin’in mezarına verileceği yolundaki açıklamalar, Türkiye’yi germekten başka bir işe yaramazlar!