ABD’nin kazanmaya yakın görünen başkan adayı Donald Trump, önceki gün silahlı bir saldırıya uğradı. Kendisi hafif yaralı kurtulurken, saldırgan dahil iki kişi hayatını kaybetti.
Muhtemelen bu saldırı üzerine ne kadar konuşsak arkaplanını öğrenmemiz mümkün olmayacak. Sadece mevcut seçim sürecinin dinamikleri, ABD’nin kendi içinde yaşadığı muazzam yarılma ve bu hadisenin seçim sonuçlarını etkileme kapasitesi bize fikir verecek.
Birkaç nokta dikkat çekici. Mesela Trump’ın yeterince korunmadığı iddiaları, geçmişinde üst düzeyde pek çok suikastın gerçekleştiği bir ülkede ciddiye alınmak zorunda. Yine geçmişin benzeri hadiseleri üzerinden bu saldırının Trump’ın şansını daha da artıracağı, hatta bu yüzden “kendisinin bunu yaptırmış olabileceği”ne kadar alışık olduğumuz tez ya da komploları da uzunca süre dinleyeceğiz.
Denklem bu kadar basitse, zaten kazanmaya yakın sayılan adayın, kendisini böylesine ağır bir riske atabilmesinin mantığı izah edilemez. Ama bu olayla birlikte Trump’ın şansı daha da artacaksa, mesela bunu Joe Biden’ın çekilmesi yönündeki baskıyı daha da artıracağını da düşünebiliriz.
Şöyle de bakabiliriz. 2025 ile yeni bir Amerika vaadinde bulunan Trump’a kim hangi mesajı vermek istemiş olabilir?
SEÇİM DÜNYAYI ETKİLEYECEK
Saldırının mesajı ve hedefi üzerine konuşmak yerine, bizi de ilgilendiren boyutuyla ABD’nin ve dünyanın gidişatına odaklanmak daha doğru olabilir. Zaten kongre binasının baskına uğradığı, ardından eski başkan hakkında davalar açılıp hüküm giydiği bir ülkede gelinen noktada kimse bu saldırı karşısında şaşkın filan değil.
Kasım seçimlerinde ortaya çıkacak sonucun uluslararası sistemi nasıl etkileyeceği sorusu tek başına doğru ve yeterli sayılamaz. ABD bu düzenin en büyük parçası ve onun yaşadığı her değişim zaten sistemle etkileşim halinde. Bu etkileşimin merkezinde üç büyük aktör daha var. Rusya, Çin ve Avrupa Birliği.
Rusya’nın Ukrayna karşısında elde ettiği pozisyon, sadece kaybetmediğini gösteriyor. Putin’in kazanmasını engelleyecek mesajlar ise son NATO zirvesinde verildi. Rusya’nın açık tehdit ilan edilmesi, ona destek olduğu için de Çin’in dolaylı hedef alınması.
Üçüncü aktör AB ise, bir küresel aktör olmaktan çıkıp, devasa bir NATO karargâhına dönüşmeyi tercih etti. Bu tercihin tırmandırdığı “aşırı sağ” ise özellikle kıta Avrupa’sının yeni sığınağı gibi.
TÜRKİYE VE DEĞİŞİM
ABD’deki başkanlık yarışının sonuçları, bu büyük dengelerin (AB) ve çatışmaların (Rusya ve Çin) gidişatını derinden etkileyecek. Bunların parantezinde Türkiye’nin de merkezinde olduğu alanlarda ciddi değişimler başlayabilir.
Sadece bir başlangıç olsun diye bazı notlar aktarmak istiyorum. Türkiye kritik bir NATO zirvesinden döndü. Mesajlarını verdi, ittifaktaki yerini hatırlattı. Terör başta olmak üzere rahatsızlıklarını ve müttefiklerinin çarpık yaklaşımlarını dile getirdi. Zirve öncesinde gerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, gerekse Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Rusya ve Çin hattında önemli görüşmeleri oldu. Bir anlamda bulunduğu yerdeki önemini, diğer yandan alternatifsiz olmadığını ifade etti.
15 TEMMUZ
Bunların hepsi karşılık bulacaktır elbette. Çünkü Türkiye denge kurucu rolüyle ağırlığını hissettirme çabasında. Hayallerimiz heyecan verici. Ama gücümüzü doğru tartmak da bir o kadar zorunlu.
Fakat şunu söylemeden geçemeyeceğim. Dünyanın belki de en sorunlu coğrafyasında yaşıyoruz. Bu sorunların tamamı bizi siyasi, ekonomik ve tarihi boyutlarıyla ilgilendiriyor.
Peki bu coğrafyada bizden daha köklü bir geçmişe ve yüzlerce yıllık hafızaya sahip bir ülke var mı? Cevabı belli, yok.
Peki bu zenginliğe uygun bir ağırlık taşıyor muyuz? İşte onun cevabını cesurca tartışmak zorundayız. Sorunlu bir coğrafyada yaşamak, hiçbir yanlışın mazereti olamaz. Türkiye, doğrularını artırmak, ittifaklarını genişletmek, ihmal ettiklerini yakınında tutmak, dostluğunu hak etmeyenlerle de yolunu ayırmak zorunda.
Bugün 15 Temmuz. Millete ve devlete ihanet eden bir şebekenin hain darbe girişiminin yıldönümü. Sözünü ettiğim hafızaya ve bunun içinde barındırdığı tecrübeye gerçek anlamda itibar etsek; dünyanın neresinden beslenirse beslensin, hangi sözde inancın ya da ideolojinin uzantısı olursa olsun, bu tehditler tekrar kapımızı çalabilir mi?
Bunun da cevabı belli.