Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör Geçmişin kodlarına teslim olmak

        Görebildiğim kadarıyla muhalefetin yeni bir siyasetin inşa edeceğine dair umutlar giderek azalıyor. 2023 seçimlerinde yenilgi üzerinden, 2024 seçimlerinde ise elde edilen başarıya dayanarak başlayan “değişim” arayışları, geçmişin dar koridorlarına hapsolmaya doğru evriliyor.

        30 Ağustos’ta yemin tartışmaları etrafında ortaya çıkan tepkiler bunun apaçık örneği. Muhalefetten gelen yaklaşımların yeni bir siyasetin zeminine katkısı olduğu söylenebilir mi? CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, 15 Temmuz darbe girişimi karşısında gösterdiği tavrı koruduğunu söylemesi dışında, olup bitene dair sözleri bize geleceğe dair ne söylüyor?

        Siyasi partilerin kurumsal hafızaları ve bunun ürettiği refleksleri var. Hiçbir parti içinden geldiği geleneğin kodlarını sıfırlayamaz ya da silbaştan yazamaz. Ancak neredeyse 75 yıl boyunca birkaç istisna dönem dışında iktidara gelemeyen bir partinin, halen kendi sorunlarını tartışmaktan kaçınması, birçoğu kişisel arayışların sonucu olan iç hesaplaşmalarla zaman geçirmesi anlaşılması güç bir durum.

        ÖZEL İSTEDİ, CHP İLGİLENMEDİ

        Özgür Özel’in normalleşme başlığı altındaki söylemi ve yaptığı kritik hamleler seçimlerin hemen ardından çok farklı beklentiler üretmeye başladı. Ancak kısa sürede gördük ki bu çabaların partinin önemli bir bölümünde, teşkilatlarında ve % 25’lik tabanında ciddi bir karşılığı yok.

        Normalleşme ve değişim başlığı altında bir söylem oluşturma çabası, CHP’nin cumhurbaşkanlığı seçimindeki iki potansiyel adayı nezdinde de karşılık bulmadı. Ekrem İmamoğlu, Özel’in merkezinde olduğu bir inşa sürecinin kendisinin alanını daraltacağı endişesiyle normalleşme başlığına mesafeli durdu. Hatta zaman zaman hedef aldı. Mansur Yavaş ise bu başlığa dair olumlu ya da olumsuz bir yaklaşım sergilemedi.

        SİYASETİN SÖZÜ VE GÜCÜ

        Daha önce de dikkat çekmiştim. Sabahtan akşama “tek adam rejimi” diye yeri göğü inleten muhalefetin, geleceğe dair yeni bir siyasi mimari arayışından söz etmek gerçekle bağdaşmaz. Öne çıkan iki potansiyel cumhurbaşkanı adayının muhtemel başarısına yüklenmiş bir politik kurgudan ötesi yok. Ana "strateji" ise değişmedi: Erdoğan'ı yenmek.

        Bunların ardından ilk soruya ve soruna dönebiliriz. 30 Ağustos’taki yemin krizine dair CHP’den gelen tepkiler, demokratik siyasetin önünü açacak, hatta iktidarı köşeye sıkıştıracak bir yere gitmedi. Bir anda geçmişin kodlarıyla buluştu. Bunu her zaman yaptıkları gibi belli isim ve kavramların ardına koyarak tartışılmaz kılmaya çalıştılar.

        Siyasetin sözünü ve gücünü anlamlı kılacak bir çaba göremedik kısacası.

        AK PARTİ'NİN ÖNÜNDEKİ SORULAR

        Kuşkusuz aynı sorunun doğrudan muhatabı olarak AK Parti için de söylenecekler var. Sadece yerel seçim sonrasında değil, öncesinde de iktidarın muhatap olduğu bazı eleştiriler üzerinden bunu konuşabiliriz.

        AK Parti’nin iktidara geliş sürecinde son derece net bir tezi vardı. Siyasetin, siyaset dışı aktörler üzerinden şekillendirilmesine karşı çıkıyordu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti, siyaseti değersiz ve itibarsız kılan, hatta demokratik siyaseti sorun ve tehdit olarak gören vesayete karşı büyük bir mücadele verdiler.

        Ancak aynı AK Parti’nin önünde şu sorular hala duruyor. Dolayısıyla da eleştiriler.

        Demokrasimizin standartlarını yükselten, vesayete karşı mücadele veren AK Parti; şimdi bu çizgiden ayrıldığı yönünde gelen tepkileri dikkate alıyor mu? Bu eleştirilere hak veriyorsa, kendisini yeniden böyle bir sürecin ana aktörü yapmayı hedefliyor mu? Mesela özellikle şehir merkezlerinde giderek büyüyen oy kaybının, ekonomi merkezli sorunlar kadar, bu yöndeki tepkilerden kaynaklandığını düşünüyor mu?

        YENİ BİR HİKAYE

        Fakat bu sorulara ve sorunlara verilecek cevapların, yeni bir hikayeye ihtiyacı var. Öncelikle AK Parti kendi içinde değişime dair bir arayış ve inancı ortaya çıkarmak zorunda. 2000’li yılların başında ortaya çıkan siyasi hareketin bu yönde deyim yerindeyse muazzam bir tutkusu ve azmi vardı. Oysa şimdi çeyrek asra doğru ilerleyen iktidarın getirdiği etkenlerin de katkısıyla belli alanlarda tıkanma, katılaşma ve direnç oluştu. İşte önce kendi içinde bunları aşması gerekiyor.

        İkincisi, herhangi bir sorun karşısında şikayet etme ya da topu başkasına atma konforu yok. Sorumluluk omuzlarında ve bunu taşımak zorundalar. Teğmenler ve yemin krizinde olduğu gibi.

        AK Parti yönetim katında bunları tartışıyor mu, en iyi kendileri bilir elbette. Ama kendilerine oy veren kesimlerin gündeminde bunların olduğunu da ben söyleyebilirim.