Önceki gün Ankara’da TUSAŞ’a yapılan hain saldırının, Türkiye’nin gündemini ve son haftalarda yaşanan tartışmaları nasıl etkilediğini konuşalım bugün.
Türkiye, 1 Ekim tarihinden bu yana ağırlıklı olarak MHP lideri Devlet Bahçeli’nin hamle ve mesajlarıyla oluşan gündemi konuşuyor. Salı günü grup toplantısında peş peşe verdiği mesajlar ve kendi deyimiyle hüküm cümleleri, tartışmayı bambaşka bir zemine taşıdı.
O tarihi konuşmanın ertesi günü Ankara’daki terör saldırısı ortaya çıktı. Elbette kamuoyunda haklı olarak bu eylemin ortaya çıkan yeni süreçle ilgili olduğu tartışılmaya başlandı.
SİYASETİN ORTAK TAVRI
Öncelikle bu terör eyleminin ardından siyasetin geniş kesimlerinde ortaya çıkan tepki ve duyarlılığın, Türkiye’nin çözüm yönündeki iradesine atıfta bulunması çok kıymetli. Bahçeli’nin son yaptığı çıkış, TUSAŞ saldırısından sonra bir dip dalga halinde “Bak sorunu çözelim diyorsun, ama onlar kanlı bir eylemle cevap veriyor” zemininde de tartışılıyor. Ancak siyasetin belli farklılıklar içerse de bu saldırıların hedefleri konusundaki duyarlılığı çok daha güçlü.
Elbette bu saldırının, ortaya çıkan iradeyi zayıflatmak, siyasetten toplumun geniş kesimlerine kadar kuşku tohumları ekmek gibi bir hedefi olduğu çok açık.
Devlet Bahçeli’nin hamlesinin ezberleri bozmaktan öte, Türkiye’nin yakın gelecekte bölgesindeki değişim süreçlerine nasıl karşılık vereceğinin de kodlarını verdiğini düşünüyorum. O nedenle bu çıkışın, mevcut iktidarı ayakta tutmak gibi bir örtülü hedefi olduğu tezini ciddiye almak mümkün değil.
ÇÖZÜM SÜRECİNDEN FARKLI
Bugün henüz başlangıç aşamasında olsa bile ortaya çıkan yeni hamlenin, geçmişteki çözüm süreciyle karşılaştırılması doğru değil.
Öncelikle bu yeni hamle, devlet aklının doğrudan şekillendirdiği ve dolayısıyla da zihin kodları bu akılla birebir örtüşen aktörler eliyle ortaya konuluyor. MHP ve Devlet Bahçeli’nin üstlendiği rol, tam da bu nedenle gündelik politikaların ve bunun üreteceği sonuçların bir parçası olamaz.
İkincisi, kartlar hiç olmadığı kadar açık ve terör örgütü elebaşının eğer katkı sağlamak istiyorsa neler yapacağı da genel hatlarıyla tanımlanıyor.
Üçüncüsü, bu “devlet hamlesi” bir demokrasi paketi olma iddiasını taşımıyor. Eğer Türkiye’nin sırtından terör belası kalkarsa, çok daha güçlü bir ülke olacağımızı, aynı zamanda silahın ve terörün olmadığı bir zeminde siyasetin öne çıkacağını ifade ediyor. Dolayısıyla başarılı olduğu takdirde demokratik siyasetin önüne açacak bir mahiyete sahip.
SÜRECİN YÖNETİMİ ZORLU
Burada sürecin yönetiminde olmazsa olmaz bazı başlıklar var. Birincisi güvenlik meselesi. Ne yazık ki TUSAŞ’taki saldırı bu başlığın ne denli hayati olduğunu gösteriyor. Yanılmayı çok isterim, ama sabote etmek isteyen çok sayıda karşı hamle gelecektir. Bunların engellenmesi yönünde çok boyutlu bir güvenlik süreci inşa edilmesi gerekiyor. Sadece terör saldırıları değil, beklenmedik alanlarda, özellikle kirli bilgi akışları ve manipülasyonlarla karşı karşıya kalmamız muhtemel.
İkinci olarak, iç siyasette genel anlamda bir hedef ortaklığının kuvvetlendirilmesi gerekiyor. Bu noktada CHP’nin de katkısıyla mesafe alınmış görünüyor. Ancak daha da genişletilmesi elzem.
Üçüncü konu, sürekli ve dinamik biçimde bölgesel ve küresel şartlardaki gelişmeler ele alınıp, Türkiye’nin hamlelerine etkileri değerlendirilmeli. Bu noktada da ilgili kurum ve bakanlıklar eliyle hayli derinlikli çalışmalar yürütülüyor. Dünkü güvenlik zirvesi bunun önemli bir örneği.
Dördüncü olarak, olup bitene, olabileceklere ve muhtemel provokasyonlara karşı toplumu bilgilendirmek ve hazırlamak. Sürecin yönetiminde en kritik başlıklardan birisi de bu.
SALDIRININ ZAMANLAMA VE HEDEFLERİ
TUSAŞ saldırısının hedefleri ve zamanlamasına dair bir çerçeve çizmek istiyorum. Kamuoyunda yeni tartışılmaya başlansa da uzun zamandır bu hamlenin ilgili makamlar eliyle şekillendirildiğini öngörüyorum. Benim öngörümün, bu meseleye ilgi gösteren yerli ve yabancı aktörler tarafından bilinmemesi söz konusu bile değil. Dolayısıyla saldırının hedefi elbette Türkiye’nin çözüme dair güçlü bir irade ortaya koyması.
Bununla adeta aynı zeminde olan bir diğer konu, Ankara’nın bölgeye dayatılan değişim karşısında, kaderlerini bekleyen bazı ülkelerin aksine kendi oyun planını şekillendirmesi. Bu da ciddi bir gerilim alanı.
Türkiye’nin sürekli dillerde dolaşan “yeni dünya”da nerede yer alacağı konusundaki tartışmaları da, saldırının yapıldığı gün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Kazan’da BRICS zirvesinde olduğunu hatırlatarak ele almak gerekiyor.
Yeri gelmişken, dünyada nerede olduğumuz meselesi, bizim hala yeterince farkında olmadığımız cazibemizin de kaynağı. Sınırlarımızın ötesinde tarihi, kültürel ve duygusal bağlarımız olan topluluklarla birlikte güçlenmek istiyorsak, onların mesela Türkiye’nin Batıyla olan ilişkilerine ve bu yöndeki duruşuna ne denli önem verdiğini de hatırdan çıkarmamak gerekiyor.