Yeni Amerikan başkanını tanımlayan iki kavramın altını çizerek başlamak istiyorum bugün. Bizi de doğrudan ilgilendirdiği için karşımızda nasıl bir başkan profili olacağını anlamaya çalışıyorum.
“Öngörülemezlik” ve “içgüdüsel tepkiler”. İkincisinin, kabalık, ırkçılık ve aşırı sağcılık gibi ona yüklenen sıfatların bileşkesi olduğu çok açık. Trump’ın buna aldırış etmek bir yana, seçim sahasında avantaja dönüştürdüğü ortada.
Ancak öngörülemezlik çok daha farklı. Daha yakın tarihe kadar “siyasi hayatı bitti” denilen bir ismin, ülkesinin müesses nizamının da bileğini bükerek kazandığı başarının sırrı bir bakıma. Ne yapacağı kestirilemeyen, artık kafasını kaldıramaz denildiği anda bile yılmayan yanına işaret ediyor. Belki buna şunu ekleyebiliriz. Milyonlarca Amerikalıyla ortak bir duygu dünyası ve gelecek tasavvuru oluşturan; sıradan, anlaşılır ve bir o kadar da kaba bir söylem.
GEÇMİŞİ UNUTUR MU?
Trump kişiliğinde bir liderin, kaybettiği seçimin ardından kendisine yapılanları kolayca unutmayacağını düşünenler var. Hatta bu yüzden istihbarat başta olmak üzere önemli kurumlara dair kuşkularının derinleştiğini ifade edenler de. Önemli görevlere yapacağı atamalar biraz da bu yönüyle merak ediliyor.
Fakat geçmişin tecrübesiyle daha soğukkanlı, hatta bilgece davranacağını düşünenler de az değil. Bunu zamanla göreceğiz.
DIŞ POLİTİKA NEREYE?
Kuşkusuz bizi en fazla ilgilendiren taraf dış politika.
“Amerika gücünü yeterince gösteremediği için, savaşların başlamasına engel olamadı.” Bu Trump’ın önceki yönetime dair en kritik dış politika eleştirisi. Kastedilen Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ve Hamas’ın 7 Ekim operasyonu özellikle.
Güvene dayalı değil, gücü esas alan ilişki tarzıyla Trump’ın, sadece ekonomik yaptırımlar gibi araçlarla yola devam edeceğini düşünmek yanıltıcı elbette. Rusya’ya avantaj sağlayacak herhangi bir barışın, “güçlü lider” imajını ne denli yaralayacağını bilecek kadar da tecrübeli artık.
Biden yönetiminin Ukrayna savaşını finanse etmek için diz çöktürdüğü Avrupa’nın nefes almasına izin vermeyip, onlara yeni faturalar keseceğini de daha seçim sürecinde dile getirdi. Şöyleydi özetle: “Ukrayna savaşı Avrupa’nın meselesi ve onları savunmak da kendilerinin sorumluluğu.”
Bu yaklaşımın ABD’nin Avrupa üzerindeki baskısını azaltmayacağını, sadece ilişki biçiminin ve araçların değişeceğini söylemek mümkün. ABD-Avrupa ilişkilerinin seyri, Türkiye’nin NATO içindeki konumu ve Amerikan yönetimiyle ilişkilerini de doğrudan etkileyecektir. Ayrıca Rusya-Ukrayna savaşındaki denge ve arabulucu rolümüzün stratejik değerinin, Trump’ın hızlı sonuç alma arayışı dikkate alınırsa daha da artması mümkün.
İSRAİL KARŞITI CEPHEYİ DARALTMAK
Ortadoğu’ya gelince. İsrail’in bir yıldır her gün tırmandırdığı çatışmalarla birlikte bambaşka bir tablo var karşımızda. Trump, Netanyahu’nun işgal, soykırım ve katliamlarla elde ettiği alanlarda geri çekilmesine kapı aralamayacaktır. Tam da bu nedenle size dün aktarmaya çalıştığım ittifaklara ağırlık verecek, İsrail karşıtı alanları daraltarak denge kurmaya çalışacaktır.
Burada Suudi Arabistan’ın öne çıkmaya hazır olduğunu da görüyoruz. Yanı sıra birkaç Arap ülkesinin daha elbette. Yeni başkan, hiç beklemeden onları sıkıştıracak ve bu dengede kendi elini güçlendirecek bir yerde olmasını isteyecektir. Bu güç dengesi ona istediğini sağlar mı? Bu sorunun cevabında kimin önemli olduğunu başka bir gün tartışmak istiyorum.
S-400'LERDEN BUGÜNE
S-400’lerin alımı ve F-35 programından çıkarılmamızdan başlayan hattı takip edersek, Türk-Amerikan ilişkilerinin ciddi sarsıntılar yaşadığı açık. Bugün de S-400'ler hem kendi başına bir sorun, hem de pek çok sorunun kaynağı olarak görülüyor ABD tarafından.
Yeni dönemde kurumsal süreçlere ve karar mekanizmalarına daha fazla değer veren bir Trump beklentisi olsa da, liderler düzeyinde aktif diplomasi tarafını daima önde tutacaktır. Geçmişte yaşanan krizlere rağmen, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la ilişkilerinin canlı olmasının nedeni de buydu zaten. Cumhurbaşkanının bu yanı her zaman çok güçlü ve bu avantajı Trump'lı bir dünyada çok daha önemli olacak.
Yeri gelmişken, bunları konuşurken tüm hamlelerin ABD tarafından geleceğini ve mutlak belirleyici olacağını düşünmek yanıltıcı. Türkiye, mevcudu aşan ve kendi iç dengeleriyle bölgenin dinamiklerini birleştiren bir barışın arayışında. Tam da bu nedenle fark yaratan hamleler yapabilir, yapmalı da. Belki de son dönemin kritik tartışmaları bununla doğrudan bağlantılıdır.
Yeni açılan her alan, bir fırsat olduğu kadar riskler de barındırır. Ancak Türkiye’nin barışa dair hafızası, tecrübesi ve güçlü iradesi hesaplaşmaları geride bırakmaya muktedir. Bu da yol almak için muazzam bir güç kaynağı.