Türkiye’nin Suriye’de olup bitene dair rolü üzerindeki tartışmalara biraz daha yakından bakalım. Zira bu rolün Suriye’nin geleceğine yönelik süreçlerde hayati önemde olacağı konusunda kuvvetli bir görüş var. Şöyle ifade etmeyi tercih ediyorum. Ankara, gerçek anlamda bir bölgesel oyun kurucu oldu ve bu durum aynı zamanda sorumluluklarını da arttırdı.
Bu oyun kurucu gücün ana aktörü de tartışmasız Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan. Türkiye’nin güçlü liderlik avantajına defalarca vurguda bulunduğumu okuyucu hatırlayacaktır. İşte yeni tablo bu gücün coğrafyada tecellisi.
ORTAK TARİH VE KADER
Ancak bu görüşe sahip olan herkes, Türkiye’nin elde ettiği güç ve pozisyona aynı yerden bakmıyor. Biraz güncelin akışında her şey 12 günde olup bitti diyoruz ama sahadaki hiçbir gelişme tesadüfi değil. Her birinin uzun yıllara dayanan arka planları var.
Meseleye iki ülkenin tarihi açısından baktığımızda nasıl bir ilişkinin olduğu ve tam da bu nedenle bölgenin yüzyıllara dayanan tecrübesi ve hafızası olduğumuzu görebiliriz. Siyasi sınırlarımızın ötesine taşan ilgimizin, kuşkusuz ana dinamiklerinden birisi ülkemizi doğrudan hedef alan tehditlerin gün geçtikçe yeni boyutlar kazanması. Ancak en az onun kadar süreklilik ve derinliği olan tarafı, tarihsel ortaklıklar ve görmezden gelemeyeceğiniz kader ortaklığı.
ZALİM REJİM GİTTİ
Suriye’de artık bir hanedanın oyuncağı ve gerçek anlamda bir zulüm ve korku rejimi olan Baas iktidarı yok. Yerin neredeyse yedi kat dibinde ortaya çıkan zindanlar, oralarda yıllar yılı acı çeken onbinlerce insan ve onların kurtulurken gözlerindeki korkuyla karışık sevinç, rejimin ne olduğunu anlatmaya yetiyor tek başına.
Yeri gelmişken bu rejimi “laiklik” ve benzeri tanımlar üzerinden göklere çıkaranlar, bu yönüyle Ortadoğu’da benzersiz olduğunu düşünenler bu manzara karşısında ne düşünmüştür acaba.
TÜRKİYE NE YAPIYOR?
Türkiye ne yaptı ve yapacak sorusuna dönelim tekrar. Gayet açık, sınırları son derece net biçimde çizilmiş bir çerçevesi var uygulanan politikanın. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan sosyal medya hesabında şunları ifade etti önceki gün:
“Türkiye, dün olduğu gibi bugün de tarihin doğru tarafında yer almaktadır.
Huzurun hâkim olduğu, barışın hâkim olduğu; Arap, Türkmen, Kürt, Alevi, Sünni, Nusayri, Hristiyan ayırt etmeksizin hiç kimsenin dışlanmadığı, kimsenin hak ve özgürlüklerinin çiğnenmediği, zulme uğramadığı, farklı kimliklerin yan yana sulh içinde yaşadığı bir Suriye görmek istiyoruz.”
Tarihin doğru tarafı, mazlumların yanıdır. Tarihin doğru tarafında olmak, sorumluluk almak, risklere aldırış etmeksizin duruş sergilemektir. Daha başından itibaren Esad rejiminin zulmünden kaçan insanlara kapısını açarak bu sorumluluğu ve siyasi riski aldı Türkiye.
Cumhurbaşkanının mesajının devamında söylenen ise, bir azınlık rejiminin ve onu destekleyen zihin dünyasının asla anlayamayacağı bir çerçeve. Hiçbir dini, mezhebi ve etnik unsuru ayırmadan, “farklı kimliklerin yanyana sulh içinde yaşadığı bir Suriye”.
FİDAN “KAPSAYICI, İNTİKAMDAN UZAK”
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Doha’daki son açıklamalarında bu politikanın aynı çerçevedeki kodlarını aktardı tüm dünyaya. Kapsayıcı, intikam duygularından uzak bir inşa süreci. Bölgedeki hiçbir ülkenin kendisini tehdit olarak görmeyeceği bir Suriye. Terör unsurlarının asla muhatap alınmayacağı, kendileriyle ilgili bir değişikliğe gitmedikleri sürece mücadelenin süreceği bir dönem.
Bakan Fidan geçiş sürecinin önemine ve uluslararası toplumun katkısının gereğine işaret ederken; devlet kurumlarının çalışmasının ve ülkenin yeni idaresinin düzenli olarak kurgulanmasının değerinin altını çizdi.
SURİYE HALKI KAZANDI
Ankara bu işin neresinde sorusunun peşinde olan kimi çevrelerin aldıkları cevaplardan bir türlü tatmin olmaması; uygulanan politikanın ve yapılan hamlelerin açık, şeffaf ve Suriye’deki tüm kesimleri kuşatan boyutlarda olması.
Türkiye’nin sahadaki aktörlerle ilgili tutum ve desteğini belirleyecek olan çerçeve de bu aslında.
Baskıcı ve zalim bir rejimin ardından, farklı gerekçe ve ayrışmalarla bir yenisinin kurulmasına rıza göstermeyen, demokratik süreçlerin ortaya çıkmasına kuvvetli biçimde destek veren ve tüm bunlara katkısı olan aktörlerle ilişkilerini yeni boyutlara taşımaya hazır olan bir Türkiye.
Suriye’de değişim kazandı, onu talep eden ve bedelini yıllardır ödeyen Suriye halkı kazandı. Tüm bunların ortaya çıkmasında Türkiye’nin rolü var mı, evet fazlasıyla var. Ama birilerinin bu coğrafyada alıştığı gibi kapalı kapılar ardında, gizli ve kirli hesaplarla değil; gücünü o ülkenin gerçek dinamikleriyle bütünleştiren bir yaklaşımla var.
Hz. Ali’nin sözüyle “Gözü olana gün aydınlanmıştır.”