Kuzey Irak'taki Hakurk üs bölgesine sızan PKK’lılar iki gün üst üste yaptıkları saldırılarda 12 askerin, 12 gencimizin hayatını kaybetmesine yol açtılar. Bir kere değil yüz bin kere lanet olsun.
PKK öyle bir bela ki sadece ülkeyi destablize etmiyor, sadece can kaybına neden olmuyor. Sözde Kürtlerin hakları için mücadele ettikleri anlatısıyla kuşandıkları iddiaları yüzünden, Kürtlerin de hayatını hem literal anlamda hem kimlik anlamında rehin alıyor. PKK yüzünden Kürtler yıllardır ama yıllardır ‘Kürdüm” dedikten sonra bir ‘ama…’ açıklaması yapmak zorunda kalıyor.
Ben babası Balkanlardan göç etmiş annesi Konya Ereğli’de doğmuş, Kürtlükle etnik anlamda bir yakınlığı olmayan bir yurttaşım ama PKK’nın varlığının ‘özelde’ Kürtlerin hayatlarını nasıl zehirlediğini görmek için Kürt olmak gerekmiyor. Detaylı düşünürseniz eğer, “Kürdüm’ dedikten sonra kendisini ‘ama’ diyerek izah etmek zorunda hissetmenin toplumun muteber ve meşru bir parçası olarak varola gelmiş bir Kürt için ne kadar zor bir durum olduğunu takdir edebilirsiniz.
“Kürdüm, kültürümü ve dilimi yaşatmak istiyorum” diyorsanız ‘ama’ ile başlayacağınız cümlenin daha uzun, daha ikna edici, daha güçlü bir tonlama içermesi gerekiyor.
Bitmek bilmeyen terörün eğri kolonlar üzerinde 'üç kulhü' ile duran evlerden çıkan memleket evlatlarının canını almaya doymaması, devletiyle milletiyle toptan bir çoğunluğun milliyetçilik kavramıyla kurduğu sağlıksız ilişkiyi daha da perdahlaması nedeniyledir ki durum giderek katlanılamaz bir hal alıyor.
Mevcut karşıtlıkları ve kutuplaşmaları bazen dikine bazen enine kesen vektörler oluşturuyor PKK. Halihazırda mecliste olan bir partinin ‘yasal’ olduğunu söylemek, yani yasaları savunmak bile PKK’yı savunmaya eşdeğer tutulabiliyor. Bu akıl tutulmasının bir tarafı rejimin çanağından beslenen ve kendisine siyasetçi, gazeteci falan diyenlerse, diğer tarafı da PKK ve bütün olan bitene karşı onunla bağını koparmayan ve bir ilişki içinde olduğunu reddetmeyen DEM (HDP) .
PKK sadece ülkenin hayatlarını, canlarını, kaynaklarını söküp götürmüyor. Hak ve hürriyetler üzerine sağlıklı normların bağışıklık kazanmasını engelliyor. Çünkü siyaseti zehirliyor. Hatta demokratik mekanizmaları, doğası gereği sabotaja açık ince dişli çarkların döndüremeyeceği taşlı çakıllı molozlu bir araziye mahkum ediyor ülkeyi.
Daha yakın zamanda oldu.
Kürtler adına siyaset yapmak için ortaya çıkan, bir dönem Türkiye partisiyiz diyerek aslında olumlu bir yere direksiyon kırmaya çalışan ama PKK ile olan bağ kesme işini bir türlü yapamayan ya da yapmayan partinin durumu üzerinden gördük. Yasal ama meşruiyeti tartışmalı olan HDP’nin (şu anki adıyla DEM) 2023 seçimlerinde Millet İttifakı'na dışardan-dolaylı desteği bile ittifakı damgalatmaya yetti.
Durum böyle olmasına rağmen Özgür Özel’in genel başkanlığını yaptığı CHP, meclisteki partilerin (AKP, MHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi gruplarının) yayınladığı ortak bildiriye imza atmamayı tercih etti.
Bu büyük bir siyasi amatörlük değilse nedir?
Üstelik bildiri sade bir kınama ve kararlılık beyanından ibaretti.
"Bizler Türkiye Büyük Millet Meclisinde aşağıda imzası bulunan siyasi parti grupları olarak birlik ve bütünlüğümüze, huzur ve güvenliğimize yönelik bu saldırıları şiddetle kınıyoruz. Terör ve şiddet, hiçbir zaman hedefine ve amacına ulaşamayacaktır. Aziz milletimizin teröre asla boyun eğmeyeceğini, Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenliğine tehdit oluşturan tüm terör örgütleriyle tavizsiz bir şekilde mücadele edecek güç ve kudrete sahip olduğunu kararlılıkla ilan ediyoruz”
Bu cümlelere itirazınız yoksa doğru olan tek şey vardır, ülkenin zor gününde milletle ortak duyuş, duruş ve niyet birlikteliği yapmak için imza atarsınız.
Bu cümlelere bir itirazınız varsa o zaman tezinizi açıklarsınız. “Kınamayla olmuyor o işler” demek bir tez değildir.
Eksik anlatmayalım: CHP kendi bildirisinde terörü lanetlemiş. TSK’nın bölgedeki koşullarına ilişkin bilgi talebi ve Meclis’te kapalı oturum çağrısı yapmış. “…Halen bölgede bulunan Mehmetçiklerimizin güvenliğinin tam olarak sağlandığına ilişkin sağlıklı bilgilerin kamuoyuyla paylaşılmaması, Milletimizin acısını ve üzüntüsünü daha da artırmaktadır" ifadelerini kullanarak endişelerini dile getirmiş. Ulusal yas talebi de var. Hepsi gayet makul, bir muhalefet partisinin görevi olan ‘açıklama ya da bir tavır talep etme hakkı’nın tezahürleri.
Ancak ortak bildiriye imza atılarak da bunlar talep edilebilirdi.
Hatta ortak bildiriye imza atmak, daha sert sorular sormanın da önünü açardı.
Manisa’da şehit cenazesinde Özel’e yapılan baştan sona yanlış ve korkunç şekilde sonuçlanabilecek işler için mazeret temin edilmemiş olurdu.
Özel, "Bundan sonra Cumhuriyet Halk Partisi'nden ezbere bir muhalefet bekleyenler, iktidar ne zaman isterse iktidara destek bekleyenler hiç beklemesinler. Biz bu ülkede haklıyı, mazlumu, mağduru, şehit ailesiyse şehit ailesinin hakkını savunmaya devam edeceğiz" ifadelerini kullanıyor.
“Bundan sonra farklı muhalefet edeceğiz, ulusaldı güvenlikti diyerek her istediğinizi anında sorgulanamaz ve kaçınılamaz kapsamına alamayacaksınız” mesajı veriyor .
Bu büyük bir iddia ve meydan okuma.
Altını doldurmadığınız zaman can sıkıcı geri tepmeler yaşatır. Görünen o ki öyle de olacak.
12 şehidin olduğu gündemde bir ana muhalefet partisi için başarılı olan sonuç HDP/DEM’i peşinden sürükleyip, o ortak bildiriye imza atmaya ikna edebilmek olurdu, DEM’in peşine düşmek değil.