ABD seçimlerini muhtar bile olamaz denilen Donald Trump kazandı. Sözde yargılanacak cezaevini boylayacak olan adam adeta küllerindendoğdu ve ikinci kez başkan oldu.
Özellikle Ekim ayında Demokratlar ve özelde Kamala Harris çok kötü bir performans gösterdiğinden mütevellitanketlerde ibre bariz biçimde Trump’a döndüğü için sonuç kimseyi şaşırtmadı.
Trump’ın kazanması ABD’de yaşayan Müslümanlar için de, demokrasiyi ve anayasal kurumları hayati kabul eden Amerikalılar için de aslında kötü haber.
Filistin için kötü haber olduğu kesin.
İçimize kocaman bir çığlık gömmüş olan Gazze için hele, Trump hiç ama hiç iyi bir gelecek vadetmiyor.
Demokrat seçmenin %70’i İsrail’e silah gönderilmesine karşıydı. Harris kazansaydı hiç değilse Demokrat yönetim bu seçmenin ve uzantılarının baskısı altında olacaktı. Trump üzerinde ise böyle bir baskı olmayacak.
Şimdi, İran için de yakın gelecek hiç parlak değil.
Trump ve Netanyahu el ele verip İran’da bir rejim değişikliğini icbar edecek kadar sert bir vuruş pozisyonu alırlarsa bunun epey bir sonucu olacak demektir.
Yok, Mahsa Amini’yi döve döve öldürmüş, Suriye’de katliamlar yapmış, Ortadoğu’yu destabilize edip yarattığı krizi yöneterek güç kazanma stratejilerine oynamış bir rejim için üzülecek değilim. Ancak böyle katı rejimler yıkılırken sadece boşluk oluşturmazlar, anafor yaratırlar. İran rejimi yıkılacaksa tam olarak böyle yıkılır. Suriye’de başta PYD idaresi altındaki bölgeler olmak üzere ipler iyice İsrail’in eline geçebilir.
Türkiye de bundan haliyle olumsuz etkilenir. Tek bir ihtimal dışında: ABD Ortadoğuda İran’ın boşluğundan oluşacak her yerde iplerin Netanyahu’nun eline geçmesini istemiyorsa. Özellikle Suriye’nin kuzeyinin kontrolünün Türkiye’ye bırakılmasına da olumlu bakılıyorsa.
Sadece bir tahminden bahsetmiyorum. Böyle bir senaryo var. Tam da bu nedenle Ankara’da, “Bahçeli’nin çıkışı bu olasılığı zorlaştırmış olabilir” diye düşünen AK Partili siyasetçiler var. Bu durum belediyelere atanan kayyumların aslında Bahçeli’nin Öcalan ile ilgili çıkışına bir ‘cevap’ mahiyetinde olduğu tezini güçlendiriyor. Ama o zaman da şu soru ön plana çıkıyor ki, bunu çıktığım TV yayınlarında da bir haftadır söylüyorum: Eğer öyle olsaydı yani bu hamleden AK Parti’nin haberi ya da rızası olmasaydı 43 ay kimsenin ziyaret edemediği İmralı’ya Ömer Öcalan nasıl gidebildi? Malum ancak Adalet Bakanlığı’nın ziyaretiyle gidilebilir.
Buna karşı da “Evet Bahçeli bu çıkışı yapınca isteksiz şekilde de olsa bir kapı aralandı ama sonra TUSAŞ saldırısı oldu, bu işin olmayacağı o zaman anlaşıldı ama ısrar söz konusu olunca da malum belediyelere kayyum atama yoluyla cevap verildi” diyor kaynağım.
O zaman, Türkiye vatandaşı olan Kürtler’e -ki bunlara DEM’e oy veren Kürtler de dahil- “Uzanan bu eli tutun” diyen bir Cumhurbaşkanı olduğu gerçeğini nereye koyacağız?
Önce Esenyurt, sonra Mardin, Batman, Halfeti’ye atanan kayyumlar meselesi Bahçeli’nin yaptığı çağrıyı hükümsüz mü bıraktı yoksa istediği mutabakatı elde edemeyen iktidar muhatabını müzakereye zorlamak için sıkıştırma taktiği mi uyguluyor, henüz hala net değil.
İşin doğrusu epeydir hayaleti dolaşan kuzey Suriye’ye harekat söylentisi ile ABD seçimlerinin netleşmesi arasındaki bağlantı son günlerde olanları izleyen ve kulislere de vakıf olanların artık bildiği bir konu.
Türkiye’nin Trump’ın kazanmasından memnun oluşunun temel nedeni Erdoğan ile Trump arasındaki lider diplomasisinin Türkiye’ye kuzey Suriye’de daha rahat aksiyon alma imkanı vereceğine duyulan güven ile ilgili görünüyor.
Oysa PYD-YPG en ağır silahları Trump döneminde aldı. Hatta Trump’ın o rencide edici ve habis mektubunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Mazlum Kobani ile görüşmesini salık veren de Trump’tı. Ancak bunlara teferruat gözüyle bakıldığını da biliyoruz. Türkiye’nin yapabildiği harekatları da (Barış Pınarı, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı) Trump döneminde yapabilmiş olduğu gerçeği daha önemli bir referans olarak kabul ediliyor.
Neyin ne olduğu, bir barış iradesinin olup olmadığı ya da ‘içerde barış, sınır ötesinde harekat’ gibi bir durumun hedeflenip hedeflenmediği çok yakında netleşir.