I.
Das dis dos
Nasıl olur da sözleri hiçbir manaya gelmeyen, tamamen ses açma egzersizlerinden yola çıkarak melodinin üzeri doldurulsun diye uydurulmuş hece bileşimlerinden oluşan bir şarkı Türk pop müziğinin belki de en iyilerinden biri olur?
“Sude”nin yer aldığı albüme “Geldiler” adını vermişti MFÖ. 80’lerde Güneri Cıvaoğlu’nun yönettiği Güneş gazetesi de “Geliyorlar” manşetiyle çıkmıştı. Güneş ithalatın önündeki sınırların kaldırıldığını, emmental peynirden Japon arabalara yeni ürünlerin Özal sayesinde artık memlekete geleceğini müjdeliyordu. Çok sonraları bu açılan kapıdan başka gelenler de olacaktı.
Bunlardan biri Anayasa delinerek yayına başlayan özel televizyon olacaktı. Bir gün adeta toplu uykumuzdan uyandık ve hayatın TRT’nin dayattığı tek renkli, tek sesli monokültürden ibaret olmadığını anladık. Ama o gün gelene kadar alışılmış ezberlerin dışına çıkmak kafayı sıyırmakla eşdeğerdi herhalde. MFÖ’nün “Geldiler” derken kastettiği de hafiften delirmeye başladıklarının itirafıydı.
Albümün açılış parçası “Ali Desidero” daha önce Türkçede hiç alışık olmadığımız bir şarkıydı. Luther ve Machiavelli isimlerinin bir pop şarkısında bugün bile yer alacağını düşünmek zor. Sadece bununla kalmadılar bir de Mazhar konuşur gibi söyledi şarkıyı, rap denedi. Devamındaki “Anında Görüntü”yü anlamak için Argo sözlük karıştırmak gerekiyordu. Unutulabilir ticari şarkı “Mecburen,” bugün bile insanın kanına donduran “Bitir,” ve Nesimi’nin ilahisi “Ateş-i Aşka.” Böylesi bir karışımı bir araya getirip bir şekilde tutturmak için hakikaten insanın biraz sıyırmış olması gerekiyordu.
Bu kafa karışıklığına rağmen “Geldiler” açılış şarkısı ve “Mecburen” sayesinde büyük başarı kazandı. Ancak zaman kapsülüne konduğunda—iddia ediyorum—bu albümden 100 sene sonrasına kalacak şarkı “Sude” olacaktır. Sezen Aksu’nun dinler dinlemez kendi albümüne almak istemesi boşuna değil; cevheri hemen görmüş.
Sezen Aksu’nun “Sude”yi seslendirdiği albümün adı da akıl sağlığına gönderme yapıyor: “Deli Kızın Türküsü.” Demek ki Türkiye’de belli bir şablonun dışına çıkmak deliliğe eşdeğermiş.
“Geldiler” gibi “Deli Kızın Türküsü” de başarının formülünü çok iyi bilen ve bu sayede zirveye çıkan iki devin kendilerini yenileme isteği en başta. Mazhar-Fuat-Özkan daha ilk albümleri “Ele Güne Karşı” piyasaya çıktığında ayrılmışlardı; kavga edip barışmak içlerine işlemiş. Bu albüm de bir iç sorgulama ve krizin ürünü… Yine.
“Deli Kızın Türküsü” ise Sezen Aksu’nun profesyonel hayatındaki en büyük krizin sonrasındaki ilk ürünü. Onno Tunç ile kaydettiği “Gülümse”yle Türk pop’unun tartışmasız—hâlâ—en iyi albümünü yaptıktan sonra yolları ayrılıyor. Basın “Onno gitti, Sezen bitti,” diye yazıyor. Onno Tunç adeta intikam alırcasına ya ele güne karşı nispet yaparcasına arka arkaya yaptığı Nilüfer, Zuhal Olcay ve Zerrin Özer’in albümlerini patlatıyor.
Sezen Aksu bu rekabete girmiyor; biraz da kendisini ayrıştırmak için daha sonra “Işık Doğudan Yükselir” albümüyle devam edeceği bir müzikal arayışa giriyor. “Sude” bu arayışın albümü “Deli Kızın Türküsü”nün açılışı oluyor MFÖ’den birkaç sene sonra.
Ne MFÖ’nün en iyi albümü “Geldiler,” ne de “Deli Kız” Sezen Aksu’nun. Bütüne bakıldığında iki albüm de kolay unutulabilir gibi gözükebilir… “Sude” olmasa. Özkan Uğur’un bestesi ve hiçbir anlama gelmeyen ama bir anlama geliyormuş gibi inanarak söylediğimiz içimize işleyen sözleriyle “Sude.” Dahi ya hum.
II.
Ringo’yu sevmeyen yoktur
Herkes John ve Paul olmak ister. Mazhar Alanson ve Fuat Güner’in Türk pop müziğine damgasını vuracak birlikteliklerinin başlaması da Beatles’ın “Rubber Soul” albümüne dayanıyor. Mazhar elinde plakla sokakta yürüyor, Fuat’ın gözleri o aralar hiç kimsede olmayan plağa takılıyor ve birden “Arkadaş şu albümü birlikte dinleyebilir miyiz?” diyor. Bir eve gidiyorlar, birlikte dinleyip mırıldanmaya, şarkıları çalmaya başlıyorlar. Gerisi tarih.
Özkan Uğur ikisinden de daha genç, aralarına sonradan dahil oluyor. Ama o da Kurtalan Ekspres gibi gruplarda bass çalıyor, genç yaşında Anadolu Rock’çılarının ya da Batı’da bilinen adıyla “Türk psikedelik rock” müziğinin ortasında kendisini buluyor. Mazhar ve Fuat’ı Kızıltoprak’tan tanıyor, bir bass’çıya ihtiyaçları olmasa da 1984’te adı MFÖ olarak netleşene kadar farklı isimler alan gruplarda onlarla çalıyor, hatta grubun en genci olarak getir-götür işlerine bile yollanıyor.
Her grupta olduğu gibi MFÖ’de de herkesin oynaması gereken roller var. Mazhar o şarkıları yazmasa… Tamam. Fuat diğer ikisini tutup zorla stüdyoya sokmasa, albüm kaybetmeseler, grubu bir tutkal bir arada tutmasa, sokak müzisyenliği romantizminden profesyonelliğe taşımasa MFÖ olmazdı. Mazhar ve Fuat’ın gruplarından birinin üyesi Ayhan Sicimoğlu. Dönemin Hey dergisinde mesleği “sualtı fotoğrafçısı”olarak belirtilen Sicimoğlu daha sonra her şeyin uzmanı bir “üstat” olarak televizyonda programlar yapıyor, tanınıyor. Ancak bu şöhretine ulaşmadan önce dahi Sicimoğlu en uzağa giden ve en çabuk dönen, en güzel grubu kuran, en güzel ritmi bulan, en güzel kızı kapan. (Şeffaflık adına not: Eşi Zeynep Sicimoğlu’nu tanıyorum.)
Peki peki anladık Sicimoğlu’nun kim olduğunu; Mazhar Alanson’un onu hicvettiği şarkı sayesinde. Ama o şarkının en kritik anındaki katkı Özkan Uğur’un. Öyle bir anda devreye giriyor ki, adeta yemeğe tadını veren baharat gibi farkını gösteriyor ve “Sen neymişsin be abi!” cümlesini ekleyiveriyor. Ah! Ah! Ah!
Mazhar Alanson soruyor: “Aslı dokuz-sekiz’lik oyun havası olan ‘Ele Güne Karşı’yı pop yapan nedir?” Ve yanıtı da kendisi veriyor: “Özkan’ın girişteki bass’ı.”
2003’te “Ele Güne Karşı”yı yeniden kaydediyor MFÖ; bu sefer aranjör olarak o zamanlar Doğan Music Company’nin başında “damat” olarak bilinen Ercan Saatçi var. “Sude” de dahil şarkılar yeniden düzenleniyor. İlk dinlediğimde en çok “Yalnızlar Garı” ve “Ele Güne Karşı”yı yadırgıyorum, hatta nefret ediyorum çünkü hayatımızın film müziğine dönüşmüş şarkılarla oynanması bana şirk koşmak gibi geliyor…
Daha da fenası, o sene Doğan Grubu’nda çalışıyorum ve bu düzenlemeleri eleştiremeyecek olmamdan dolayı öfkeliyim. Bekliyorum ki bari bir tek müzik yazarı “Bu şarkıların içine edilmiş,” desin. Bir kişi kalkıp ona “Senin çapın ‘Ebabil Kuştur’ şarkısıyla sınırlı, haddine mi MFÖ’ye dokunmak,” diye yumruğu indirsin diye hayal ediyorum.
Hiçbirimiz “damadı” karşımıza alacak kadar cesur değiliz, tepkimizi kendimize saklıyoruz. MFÖ’nün “Collection” derlemesi heyecanla satın alıp ilk dinlemeden sonra kenara koyduğum acı bir hatıra gibi geçmişimde duruyor.
Dün o 20 yılın öfkesiyle Ercan Saatçi’nin düzenlediği “Ele Güne Karşı”yı yeniden dinledim ve daha önce dikkatimi çekmeyen bir ayrıntıyı keşfettim. Şarkının girişindeki bass riff’i daha belirgin olmuş ve daha da uzamış, bu haliyle daha da güçlenmiş. Sonra diğer şarkılara kulak kabarttım. “Sude”de Özkan’ın vokalleri ve “güftesi” artmış, girişi daha da delirtici olmuş.
Herkes John ve Paul olmak ister, tamam. Ama Ringo’yu sevmeyen de yoktur. Beatlesmania’nın doruğunda Ringo Starr hastalanmış, yerine bir başka davulcu bulunmuştu. Bir ara yola onunla devam edebilme ihtimali bile gündeme gelmişti. Bugün hiç kimse o davulcunun adını hatırlamıyor.
III.
En sevdiğiniz Beatles şarkısı nedir
Kimse sormaz da, hadi yine de biri bana “En sevdiğin Beatles şarkısı hangisi?” diye sorsa uzun yıllar cevabım tartışmasız “A Day in the Life” olurdu. Rolling Stone dergisinin “En iyi 100 Beatles şarkısı” derlemesinde de birinci sırada o var. 1970’de John Lennon dergiye “Zirveydi,” diyor. Dönemin radyolarında çalınamayacak kadar çok katmanlı ve karmaşık bu şarkının grubun başyapıtı olduğuna dair genel kanı 80’li yıllara, grup dağıldıktan ve Lennonöldürüldükten sonra oluşuyor.
Bir başyapıt hakkında ne söyleyebilirim?
Ancak zamanla “A Day in the Life”ı kendi şahsi listemin zirvesine yerleştirmem acaba bir zorunluluktan mı diye sorgulamaya başladım. Ne kadar dinlesem sıkılmadığım bir şarkı olduğuna şüphe yok, ama genel kanı Beatles’ın başyapıtı olduğu için ben de en çok onu sevmeye kendimi mecbur mu bıraktım diye düşündüğüm anlar oldu.
Birkaç yıldır durmaksızın “Happiness is a Warm Gun” ve “While My Guitar Gently Weeps” arasında gidip geliyorum. İlki Stone’un listesinde 24, diğeri 10. sırada. Giderek “While My Guitar Gently Weeps”e daha bağımlı hale geliyorum. Kendi kendime dahi itiraf etmekte zorlanıyorum ama bu benim en sevdiğim Beatles şarkısı olabilir mi?
Müzikten iyi anlayan bir tanıdığıma bu durumu söylediğimde “En sevdiğin Beatles şarkısının zamanla değişmesi son derece normal,” dedi. Demek ki bu konuda yalnız değilim ve başkaları da benim yaşadığımı yaşıyor.
“En sevdiğim” tamamen sübjektif bir değerlendirme, şahsi kriterlerimin ötesinde hiçbir değerlendirmenin önemi yok. Ama yaratıcısı John veya Paul olmayan bir Beatles şarkısına “favorim” demek grubun mirasına ihanet olabilir mi?
15 yaşımda en sevdiğim MFÖ şarkısı bugün bile nedenini anlamadığım bir biçimde “Kelimeler Kafi”ydi. Kafası kelleşen, çocukları olan, Bodrum’a gidemez olan, Ankara’da evinde oturan bir adamın hikayesiyle o yaşta nasıl bir bağ kurduğumu, inanın, ben de bilmiyorum.
“Ele Güne Karşı” müziği, sözleri, hissi, temposu, hikayesiyle en iyi Türkçe şarkı tartışmasız. Mazhar Alanson’un MFÖ için yazdığı birçok söz—“Bir zamanlar aşık olmuştum ama şimdi ismi neydi unuttum,”—Murathan Mungan’ın “Yeni Türkü” için yazdıklarıyla—“Örselenmiş bir çocukluk; işte benim bütün hikayem,”—eşdeğerdir. Mungan şarkı sözü ve şiir arasında kesin bir çizgi çizer; Alanson ise Türk pop’una şiiri getirmekle övünür.
Ve MFÖ’de çok fazla iyi şarkı, çok fazla iyi şarkı sözü vardır. “Tam Ortasındayım” bu açıdan belki grubun zirvesi, benim de şahsi favorim olabilir. Çünkü ben de insanın isteyince nasıl da paylaştığına şaşırıyorum ve hedefe tam vardığımda bir yenisinin başladığını, bu oyunun hiç değişmediğini fark ediyorum. Hem de bile bile.
Yine de “Best of MFÖ” albümünü dinlediğim günden beri “Bazen” zaman zaman gelip penceremi tıklatıyor, ara ara içeri girmek, kendine yer açmak istiyor. Her zaman değil, bazen. Mazhar’ın en iyi sözleri değil belki, ama bir şekilde yalın, süslerden uzak anlatımı melodiyle öyle uyumlu bir şekilde bütünleşiyor ki grubun belki de gözden kaçan klasiği olabilir.
Beste Özkan Uğur. Sözler Mazhar. Ama şarkı Özkan’ın sesiyle hayat buluyor. Tamamını Özkan’ın söylediği bir MFÖ şarkısı olması bakımından grubun külliyatında ayrışan, nadir bir parça. Belki de nadide bir eser olduğu için bu kadar özel ve ilk dinleyişimde içime attığı kanca saplanıp kalmış, bir türlü çıkmıyor.
Diğerlerine göre daha az bilinen “Bazen”i asıl kusursuz yapan Özkan’ın gitar riff’i. “Bazen” müziğini John veya Paul’un yapmadığı, hatta John veya Paul’ün seslendirmediği bir Beatles şarkısı. Ve bazen en iyi Beatles şarkısı Ringo ya da George’dan çıkıveriyor.
Kaynakça
Grubun tarihçesiyle ilgili pek çok bilgiyi ezberden yazdım. MFÖ’yü takip edenler yıllar içinde bu hikayelere de aşinadır zaten, birçoklarını gazeteci Serkan Seymen’den dinleyip kaydetmiştim ben de. Pek çok hikaye hayranlar tarafından bilinir zaten.
Ancak Gain için yapılan, daha önce de bahsettiğim “Ele Güne Karşı” belgeseli, TRT arşivinden “MFÖ ile Müzikli Dakikalar” programının kayıtları, MFÖ’nün katıldığı ve YouTube’da yer alan başka programlar, TRT Müzik’teki “Mazhar Alanson İle” programı, Derya Bengi’nin YKY’den çıkan “Sazlı Cazlı Sözlük” serisinin 70’ler ve 80’ler ciltlerinden faydalandım.
Bir de kendi tanıklıklarım var. Fuat Güner’le bir TV programında jüri üyesi olduğumuz sene yaptığım ayaküstü sohbetlerden beynime kazınan anılar, Özkan Uğur’un fizyoterapistimizin muayenehanesindeki jam session’larına katılma ayrıcalığım, hiç kimseyle konuşmadığı, adeta münzevi bir hayat yaşadığı yıllarda Mazhar Alanson’u Bodrum’da bir plajda yakalayıp söyleşiye ikna ettiğim o gün.