Netflix’in iddialı filmi “İstanbul için Son Çağrı” sayesinde Türkiye’deki yaratıcı sınıfın beceremediği şeylere bir de romantik-komedi türü eklendi. Filmi Kıvanç Tatlıtuğ’un fonda “Seninle Bir Dakika” şarkısı çalsa uygun olacak çabuk sonuçlanan sevişme sahnesine kadar izleyebildim. Zekama daha fazla hakaret edilmesine sabrım kalmayınca filmin senaristi Nuran Evren Şit’in soyadından nasıl ergen esprileri üretebileceğime kafa yormaya başladım: “Şit’ten” mi yoksa “Şit-i” bir film mi “İstanbul için Son Çağrı?”
Film 12. dakikasına kadar bile insanın mantığını zorlayacak onlarca saçmalıkla dolu. Coğrafi tutarsızlığını ve Tatlıtuğ karakterinin erken boşalmasını ayrıntılarıyla Serdar Turgut da 10Haber’de yazdı; bunların üzerine benim de içinden çıkamadığım birkaç mesele daha var: Beren Saat karakteri cüzdanını ve telefonunu valizine koymuş, bir başkasınınkiyle karışmayacak kadar belirgin büyüklüğü ve rengi olan bu valiz her nasılsa bir başkası tarafından alınmış, karşı taraf ise kendi valizini almak için hiç çaba göstermiyor.
Kolay kolay hiç kimsenin bir başkasının valizini alıkoyacağını zannetmem, hele kendi valizleri de başkasındaysa. Ama Beren ve Kıvanç yanlış valizin üzerindeki adrese gidiyorlar, orada karşılarını çıkan adamın eşi onları nedense bir otele yönlendiriyor, çakma Chelsea Hotel’e vardıklarında valizin ertesi gün geleceğini öğreniyorlar. Ve yanında cüzdanı olmayan Beren Saat orada oda tutuyor.
Bir dakika? Bu kadın New York’a iş görüşmesine gelmemiş miydi? Cüzdanını ve telefonunu valize koyacak kadar şuursuz bir kadını New York’ta ya da herhangi bir yerde kim işe alır bilmiyorum, ama whatever man, iş görüşmesi için bu şehre gelen kadının daha önce ayarlanmış kalacak başka yeri yok muydu? Yanındaki bohem müzisyen Kıvanç Tatlıtuğ da kafa dağıtmak için geldiği New York’ta spontane bir şekilde aynı otelde kalmaya karar veriyor. Bu soruların yanıtı verilmiş de olabilir, ama bu film o kadar dikkatli izlenmeyi hak etmiyor.
Kenan Doğulu’nun Palisades’deki evinde Amerikan aksanını geliştirdiği anlaşılan ve film boyunca araya İngilizce ifadeler serpiştiren Beren Saat daha sonra veresiye—New York’ta parasını ödemeden!!!—seks işçisi kostümü diyebileceğimiz bir kıyafet de alıyor. Oh fuck! Bu kıyafetle bir ara gerçekten seks işçisi zannediliyor ama pimp’den onu Adanalı Kıvanç’ın tek bir yumruğu kurtarıyor. Yere serdiği adama özellikle Türkçe tehditleri özellikle kayda değerdi.
NORA EPHRON OLMAK KOLAY DEĞİL
Filmin asıl derdi, pek çok romantik komedide olduğu gibi, gerçeğe sadakat değil. Asıl önemli olan Harry ve Sally’nin tanışması. Evet, romantik komedi filmlerinin atası sayılabilecek “When Harry Met Sally”nin hayaleti bu filmin de üzerinde dolaşıyor.
Bayan Şit, daha önce yazdığı “Aşk Tesadüfleri Sever” filminde “Jeux d’enfants”daki teneke kutuyu açık açık çalmıştı. “İstanbul için Son Çağrı” da orgazm sahnesinden karakterlerin dördüncü duvarı yıkıp doğrudan kameraya bakarak konuşmasına kadar buram buram “When Harry Met Sally” kokuyor. Günümüzde hırsızlığın kibar bir adı var: “pastcihe” yerine “homage” sanırım filmi yapanların kendilerini savunacağı kelime olacaktır. Anything you say Bare Ann.
1989 yapımı “When Harry Met Sally” aşılması çok zor bir başyapıt. Sadece kendisinden sonra gelen bütün romantik komediler ona öykündüğü için değil, filmi aşmaya çalışanların her seferinde esansını ıskalamalarından dolayı. Birçok film yapımcısının düştüğü hataya “İstanbul için Son Çağrı” da düşünüyor ve “When Harry Met Sally” gibi bir film yapmanın “vücut ikliminin kimyası” tutan olan iki kişiyi New York sokaklarında yürütmekten ibaret olduğunu zannediyor.
Ethan Hawke ve Julie Delpy de 24 saat boyunca Viyana sokaklarında dolaşıp aşık oldu. Ama “Before Sunset” sadece ikisini bir araya getirme peşinde değildi. İzleyiciyi bir yandan X Kuşağı’nın en büyük seyahat fantezisi Interrail’in dünyasına soktu, bir yandan da bu kuşağın dertlerini, kaygılarını dile getirdi. Üzerinden dokuzar sene geçip karakterlerin yaşı büyüdükçe diğer “Before” filmlerinin kaygıları da değişti. Çiftin son filmde oteldeki tartışması sinemadaki en gerçekçi karı-koca kavgası mıydı?
İyi yapılan hiçbir romantik komedinin derdi sadece erkekle kadını bir araya getirmek değildir. Bu görünen hedef olsa da altında başka sorular yatar. Gazetecilikten gelen Nora Ephron’ın “Harry / Sally”i yazarken çıkış noktası “Bir kadın ve bir erkek sadece arkadaş olabilir mi?” sorusuydu. Tıpkı bir gazetecinin yapması gerektiği gibi sorusunu yanıtlayacak kanıtları topladı. Mükemmel bir dergi yazarı olduğu için gündelik sıradan bir dille değil, anekdotlar, gözlemler ve ayrıntılarla zenginleştirerek derdini anlattı.
Bütün Nora Ephron filmlerini zamansız kılan, tekrar tekrar izleten kadınla erkeğin bir araya gelip gelmeyeceğinin ötesindeki diğer meselelerdir. “Sleepless in Seattle” ülkenin iki ucundaki aşıkların kavuşmasındansa bir çocuğun babasının yalnızlığından duyduğu acı üzerineydi. Watergate şöhretli Carl Bernstein’den boşanması üzerine kaleme aldığı “Heart Burn” bir güç dengesizliği, aynı zamanda New York-Washington D.C. çatışmasıydı. Romanı bol bol yemek tarifi de içerir, bugün hala Nora Ephron’ın salata sosu üzerine yazılar yazılır.
KENDİNE AİT ZENGİN BİR DÜNYA
“You’ve Got Mail” fonda kahraman bakkal süpermarkete karşı masalıydı. Ama en akılca kalıcı kısmı ne tatlı su kapitalizm eleştirisi ne de Meg Ryan’la Tom Hanks’in muhtemel aşkıydı. Hala her sonbahar geldiğinde içimde okul alışverişi yapmak geliyor, filmdeki “Sonbaharda New York’a bayılmıyor musun? İnsanda okul malzemeleri alma isteği uyanıyor,” cümlesini unutamadığım için. Filmde evden çıkmakla televizyonda gösterileni kaçırmak üzerine haklı bir tespit de var.
Nora Ephron’ın yazarlıktaki en büyük ilkesi her şeyin yazı malzemesi olabileceğiydi. Bu yüzden kendi dolu dolu dünyasında gözüne çarpan ne varsa karakterlerine söyletti. Ama hiçbir zaman yapay ve zorlama olmadı. Romantik komedinin masalsı dünyasında bile kahramanların bir ayağı hep yeryüzündeydi. Harry ve Sally gündüz vakti Met’in Mısır kanadında dolaştılar çünkü, evet, kamerada güzel gözüküyor müze ama aynı zamanda da iki New Yorklunun Met’in Mısır kanadında bir tatil günü dolaşması son derece muhtemel.
New York filmleri arasında çok özel bir yeri olan “You’ve Got Mail” karakterlerini sadece Manhattan’ın beli bir bölgesine, Upper West Side’a, hapsediyor ve mahallenin sakinlerinin yakalayabileceği iç espriler barındırıyor: Greg Kinnear karakterinin adı “The Nation” dergisinin efsane editörü ve Columbia profesörü merhum Victor Navasky’den gelir mesela. Bu gibi ayrıntılar kapalı bir çevreye hitap eder gibi görünse de dışarıdan biri keşfettikçe yavaş yavaş o dünyanın bir parçası oluverir. Filden sonra koşa koşa Cafe Lalo’ya giden tek kişi de ben değilim herhalde.
İyi yapılan gazete, dergi, roman ya da senaryo yazarlığının en önemli şartı okuru ve izleyiciyi içine çekebilmesi, bir süreliğine de olsa yarattığı o dünyada tutabilmesidir. Bunu ancak kendine ait bir dünyaya sahip ve kafasındaki meseleler ana mevzuun ötesinde sorular barındıran bir yazar başarabilir. Candace Bushnell’in tek derdi şehirde seks yapmak değildi, diyeyim örnek olarak.
Kendine ait zengin bir dünyası olmayanların hayal gücü de ister istemez sınırlı kalmaya mahkumdur. Oradan buradan kestiklerini yama yaparak, başkalarının yaptığı filmlere özenerek, daha iyisi yapmasını bilmeden, elinden geldiğinin en iyisi taklit etmekse ortaya “İstanbul için Son Çağrı” çıkar.