Telefon o sabah uzun uzun çaldı. Bir başka köşede olsaydınız bu cümlenin devamı “Arayan Başbakan’dı,” olurdu, ama ayrıcalıklı olduğunuz için buradasınız. Ben de ayrıcalıklı biri olduğum için o sabah 7:00’de beni arayan kişi Başbakan değil, süperstar’dı. Süperstar çoktan uyanmıştı Polonezköy’de yeni taşındığı çiftlik evinde o sabah. Zaten oraya taşındığından beri çoktan uyanıyordu. Beni aramıştı çünkü belli ki canı sıkılmıştı. Ünlüler ve zenginlerle ilgili bilinmesi gerekenler: Ünlüler ve zenginlerin canları sıkılır; çok ünlü ve çok zenginlerin canları çok sıkılır.
20’li yaşlarımın başındaydım, süperstar'a aşık derecesinde hayrandım ve Nokia 7110 modeli telefonumda onun adını görünce uyku sersemliğiyle önce rüya sandım, sonra heyecanla yerimden fırladım. Ama tam da 20’li yaşlarımın başında olduğum için kim bilir eve kaçta gelmiştim, kaçta yatmıştım. 7:00’de hiç kimse için uyanmaya niyetim yoktu, süperstar için bile.
Süperstar: “Uyuyor musun hala?”
Tabii ki hayatımın hatasını yaptım: “Ben kendime gelince sizi arayayım,” dedim. “Bol bol konuşuruz.” Bir daha aradığımda açmadı sanırım, o da bir daha aramadı. Ünlüler ve zenginler hakkında bilinmesi gerekenlere devam: Ünlüler ve zenginler hayatın kendi takvimlerinde işlemesini beklerler, bir başkasının hayat ritminin onlar için hiçbir önemi yoktur.
Süperstar beni o sabah neden aradı? Bir kere kendisine hayran olduğumu biliyordu, ama bu önemli değil, zaten herkes ona hayran. Üzerinden yıllar geçince fark ettim; kendisine aynı zamanda biat edebileceğimi de düşünüyor olmalıydı. Belki Q Jazz Bar’dan çıkıp Çırağan’ın koridorunda yanımızda Ahmet Tulgar’la birlikte yürürken arkadan gelen “Ya Sonra”şarkısını birlikte söyleyip dans ettiğimiz o andan çok etkilenmişti…
BİR İŞ GÖRÜŞMESİ
Hayır, hayır… Aslında o gece normal şartlarda hiç kimsenin aklında kalmayacak küçük bir olay yaşandı aramızda. Süperstar koridorda bizimle dans edip yürürken şoförünü arayacaktı. Yalan olmasın, ben de talip olmuş olabilirim ama galiba o telefonu uzatıp 5 tuşunu basılı tutarak Ali Bey’e hanımefendinin kapıya doğru yürüdüğü bilgisini iletmemi istedi. Ünlüler ve zenginlerle ilgili bilinmesi gereken bir başka nokta: Yanlarında çalışanların adı her zaman Ali Bey’dir ve Ali Bey’ler hiç tanımadıkları birinden gelen bu gibi talimatları yadırgamaz ve yerine getirirler. Ali Bey bana telefonda “Derhal geliyorum,” derken ve ben de süperstar’a “Derhal geliyor,” diye bu bilgiyi iletirken—şimdi düşünüyorum da—belli ki gözüne girmiştim.
Demek ki beni kullanabilirdi, benden böyle kritik anlarda faydalanabilirdi. Ben de karşılığında onunla İstanbul’un en lüks otellerinden birinin koridorunda şarkı söyleyip dans etme ayrıcalığına sahip olabilirdim.
Sabah 7:00’deki o telefon bir çantacı imtihanıydı, bir prova, bir iş görüşmesiydi. Süperstar beni tarttı ve sonra yılların insan sarraflığıyla belli ki o aralar açıkta olan o pozisyona benim atanamayacağıma, bu sorumluluğa yeterliliğim olmadığına kanaat getirdi. Sonra neden arasın bir daha? Lütfedip aramış, ben de sanki annemi başımdan savarmış gibi “Sonra konuşalım,” demişim.
Çok sonra, Cahide’de aynı masada oturduğumuz bir başkası süperstar tarafından arandığından nasıl davranılacağını öğrendim: Telefon çalar çalmaz ayağa kalktı ve ceketini ilikledi “lubunya.” Evet, jargona hakim olanların—Bülent Ersoy, Demet Akalın—bildiği gibi ünlüler yanlarında dolaştıracakları kendilerine sadık en iyi arkadaşlarını “lubunyalar” arasından seçiyorlar.
Kendisi de hayatının bir bölümü çantacı olarak geçiren, hatta birinin “çantacısı” yerine “Oya’sı” ifadesinin kullanılmasına—lubunyalar arasında tabii ki—vesile olan Oya Aydoğan ünlü kadınların gay arkadaşlarını bana elinde şişlerle örgü örerken anlatmıştı: “Biraz da dedikodusu bol oluyor tabii.”
HAS BAHÇENİN GÜLLERİ
New York sosyetesinin en kaymak tabakasının yazar Truman Capote’yi bağırlarına basmasının ilk nedeni de buydu. En azından Ryan Murphy’in ilk iki bölümü ABD’de birkaç gün önce yayınlanan yeni dizisi “Feud: Capote vs. the Swans”ın ilk bölümüne göre. Dönemin en önemli medya patronu, CBS’in başındaki Bill Paley yemekte Capote’ye soruyor: “Bizim bilmediğimiz ne biliyorsun? Çünkü biz çok şey biliyoruz.” Tıpkı Zeki Müren gibi zengin sofralarında lafı mutlaka bel altına getirip bol küfürlü konuşan Capote onların bilmediğini elbette biliyor; New York sosyetesindeki bir cinayet skandalını aktararak ağızlarını açık bırakıyor.
Capote’nin kuğuları bir dönem Türkiyesinin papatyaları, “Has Bahçenin Gülleri” gibi zengin ve güçlü kocalarının kendileriyle ilgilenmediği canları sıkılan kadınlardı. New York sosyetesinde “öğle yemeğine çıkan” kadınlar diye anılır, en önemli etkinlikleri Paris’teki couturier’lerin kıyafetlerini şık lokantalarda taşımaktır. “Real Housewives” fenomeninden önce, gerçek ev kadınları onlardı. Birçoğunun kendilerine ait dünyaları, ilgi alanları, entelektüel merakları yoktu ama açlıklarını gidermek istiyorlardı. “Feud”da sürekli Paris’e giden kuğuların “roux” nedir bilmediklerini öğreniyoruz, mesela.
Truman Capote onların dünyaya açılan penceresi oldu. Eğlenceli ve bilgiliydi, bildiklerini aktararak masadaki yerini sağlamlaştırıyordu. Capote’yle bir kere masaya oturan onu her masada görmek istiyor. Özel uçaklarda uçuruluyor, malikanelerde ağırlanıyor. Hatta ona ev almayı bile öneriyorlar. Ama Capote akıllı, “Her hediye kabul edilmez,” diyor. “Sonra senin sahibin oluyorlar.”
Bu kadınlara kocalarından görmedikleri ilgiyi gösteriyordu. İyi günde de, kötü günde de…
“Feud” daha ilk sahnede Babe Paley’nin kocasının kendisini valinin eşiyle—yine—aldattığını fark ettikten sonra yaşadığı krizi Capote’nin bastırmasıyla açılıyor.
Zengin ve ünlülerin en iyi “lubunya” arkadaşı ne Capote’yle başladı, ne de onunla bitti. New York’la da sınırlı değil. Bugün bile hala İstanbul’un zengin ve ünlüleri arasında süregelen bir gelenek. Bütün hayatını bu kadınları eğlendirmeye adamış, geçimlerini böyle sağlayan, topluma hiçbir katkısı olmayan onlarcası aklıma geliyor. Aralarında asıl görevleri zenginlerin sofralarını şenlendiren ünlü isimler tanıyorum.
Verilen sınırlar içinde kaldığınız, biatten şaşmadığınız sürece ekmek elden su gölden bu hayatı sürdürmek mümkün. Ama Capote’nin kuğularıyla yaşadığı lale devri pek de uzun sürmedi. “In Cold Blood”dan sonra haklı bir şöhret edinen, böylece jet sosyetenin arasına giren Capote her ne kadar sabahtan akşama kadar bu kadınlarla içip haplar yutsa, bir “lubunya” olsa da özünde yazardı ve “Feud” dizisine de konu olan çöküşü daktilosu sayesinde oldu.
Sofralarda anlattığı o cinayet var ya? Onu yazdı. Bill Paley’nin valinin eşiyle aşna fişnesi? Onu da yazdı. Bazılarının isimlerini değiştireme gereği bile duymadı, bazılarının adını sadece tül bir örtüyle gizledi. Esquire dergisinde “Answered Prayers” romanından “La Côte Basque, 1965” adlı bölüm yayımlandığında kuğuların sırrı bütün New York’a ifşa oldu. Onlar da bu “lubunyayı” yok etmek için ant içtiler.
DİKKAT ISIRABİLİR
Kuğular, yanlarında çantacı dolaştırmaya meraklı başka zengin ve ünlüler gibi, saray şaklabanı muamelesi yaptıkları Capote’nin “zararsız lubunya” olmalarını istiyorlardı. Süperstar’ın telefonuna ceketini ilikleyerek yanıt veren de zararsız bir lubunya. Ama Capote ısıracak bir tipti; belli ki er-geç ısıracaktı ve Esquire’daki yazıyla dişini geçirdi.
Capote’nin çevresindeki kuğular bir yazarın her anı hafızasına kaydettiğini, yapılan konuşma, en ufak bir jest ya da mimiğin yazı malzemesi olacağını, iyi bir yazarın illaki yazacağını bilmiyorlar mıydı?
“Feud” aslında erken çıkarılmış dersler üzerine bir dizi. Zengin kadınlar sadece “lubunya” gördükleri arkadaşlarının çok büyük bir yazar olduğunu, çok büyük bir yazar olmanın da ne anlama geldiğini bilmiyorlardı. Capote de kadınların bu gerçeğin farkında olmadığını bilmiyordu. Yazmasına şaşırmalarına şaşırdı. Nitekim kuğular tarafından bileti kesilip dışlanınca bir daha içinden çıkamadığı bir boşluğa düştü, iyice alkol ve uyuşturucuya saplanıp bir süre sonra hayatını kaybetti. Gerçi hayatını yine zengin bir kadının malikanesinde kaybetti ama kuğular onu hiçbir zaman affetmedi. Yerini doldurmaksa hiç zor olmadı, modacı Bill Blass davetlere yanlarında taşıyacakları zararsız bir aksesuardı.
Ya tarih?
“Feud” dizisinde bir dönemin çok ünlü kadın oyuncularının—Naomi Watts, Chloë Sevigny, Demi Moore, Calista Flockart, Molly Ringwald, Diane Lane—canlandırdığı bir dönemin ünlü kadınlarının kim olduğunu hatırlamak için biraz okuma yapmak şart. O dönemi yaşayanlar dışında hemen hiç kimse ezbere bilmiyordur. Oysa Truman Capote’nin kim olduğunu hatırlamak için Wikipedia gerekmiyor. Çantacılar genelde “lubunya” olsa da, her “lubunya” çantacı değildir ve bazıları yazar. Ve yazı kalır.