Sokak hayvanlarıyla ilgili abartılı hassasiyet bana Çiçek Bar’da yıllar önce ilk ve son kez sohbet etme fırsatı bulduğum Şerif Gören’e sorduğum bir soruyu hatırlattı. Gören’in çektiği “Yol” filminde çok iyi bilinen ama hala üzerinde pek tartışılmayan bir sahnede at öldürülüyor. Sol çevreler, filmin yazarı Yılmaz Güney tabu olduğu için bu sahneden hiç bahsetmiyorlar. Tıpkı Güney’in bir hakimi vurduğu gerçeğinin üzerini örtüp onu romantize ettikleri gibi vurulan at da görmezden geliniyor.
Bir başkası “Yol” filminde bir atın sinema uğruna vurulduğu sahneyi çekse büyük ihtimalle aforoz edilirdi. Bugün çekmeye yeltenemez zaten, ama geçmişte çekmiş olsa bile bugün infaz edilirdi. O akşam Çiçek Bar’da filmin yönetmeni Şerif Gören’e bu soruyu sorduğumda “Bırak hayvan haklarını o zamanlar insan hakları bile yoktu,” yanıtını vermişti. Belki ustaca bir geçiştirme cümlesiydi, ama bir anlamda gerçek payı da vardı. Şerif Gören de bugün olsa sadece sinemasal etki adına at öldürmezdi büyük ihtimalle. Ama o gün öldürüldü. O günden bu yana insan hakları konusunda belki az da olsa ilerleme kaydettik, ama hiçbirimizi tatmin edecek bir noktada değiliz. Bunun bir sorumlusu da “Yol” filminden beri önceliği insan haklarına değil hayvan haklarına veren sol hareket. Ya da kantin solculuğu.
NASIL BİR ÖĞRETMEN NASIL BİR VEKİL
Ben de DEM Parti milletvekili Perihan Koca’nın 10 yaşındaki çocuğu sokak köpeği yüzünden öldürülen bir kadının üzerine yürüdüğü görüntüleri izledim. Cazgırlığı, cüretkarlığı ve en ufak bir ahlaki norm tanımamasıyla milletin temsilcisi milletin bir ferdinin üzerine yürüyor. Hiçbir konu tabu olmamalı, tartışılmalı elbette ama hiç kimsenin çocuğunu kaybetmiş bir annenin üzerine yürüme, o acıyı görmezden gelip eşit şartlarda bir kavga verme hakkı olmamalı.
Çocuklarımızı emanet ettiğimiz milli eğitim sisteminden geliyor Koca. KHK ile ihraç edilene kadar öğretmenlik yapıyordu. Türk öğretmenlerinin çocukları sınıflarda nasıl örselediğinin genelde üzeri örtülür. Türkiye’de ilkokulu okuduğum yıllarda öğretmenin öğrencilerine tokat atması, cetvelle vurması gayet normal kabul edilir ve veliler de kutsallaştırılan, uğruna özel gün kutlanan öğretmen karşısında çaresiz olurdu. Öğretmenle öğrencinin eşit bireyler olduğunu yurtdışına gitme imkanı bulunca tanıyıp nefes almıştım.
O güne kadar Nezihe adlı ilkokul öğretmenim—yaşamıyorsa umarım huzur bulamaz—yaramaz çocukları tahtaya çağırır ve parmaklarımızı birleştirip cetvel tırnaklarımıza gelecek şekilde vururdu. Annemin bu şiddete karşı bulduğu çözüm ona özel ders verdirerek satın almaktı; o günden sonra paralı elemanımız olduğu için vuramadı.
Koca’nın bir annenin üzerine cazgırca yürüyüşünü görünce milli eğitimde belki de pek bir şey değişmediğini fark edip korktum. Ya çocuğum olsaydı ve kızını kaybetmiş bir anneye bile gözü dönecek kadar bağıran bir kadına hasbelkader emanet etseydim?
Evlat acısı üzerinden onlarca yıl geçse de aşılacak bir durum değil. Kendi tezleri haklı olsa bile bu durumla empati kuramayan birisi nasıl öğretmenlik yapabilir? Nasıl milleti temsil etmesi gibi önemli bir görev ona verilebilir ve milletin bir ferdinin üzerine yürüyebilir? Türkiye’de pek çok KHK mağduru var, ama en azından bu örnekte işe yaramış gibi duruyor. Belki de bir nesil kurtuldu.
DEM onu milletvekili yaptı. Bu partinin varlık sebebi son yıllarda asıl misyonu olan Kürt halkının çıkarlarını korumaktan giderek uzaklaştı. Sadece mevcut sisteme aykırı olduğunu kanıtlamak istercesine reddedilenlere kucak açtı. Dünyadaki benzer azınlık partilerinin böyle bir misyonu var, ama niteliğin önemsenmediği Türkiye’de kabul kriterini gösteri toplumu belirliyor. Benzer bir şov geleneğinin temsilcisi TİP gibi DEM de gerçekten reddedilenler ve mağdurlara sahip çıkan bir sığınak değil. Bu ortamlarda, Cengiz Çandar ya da Ahmet Şık gibi gösterişli mağdur olmak kriter. Koca da belli ki bu kültürün ürünü. KHK mağduru? Tamam. Ağzı laf yapıyor mu? Tamam. Sarışın mı? Henüz değil ama olacak. Hemen milletvekili yapalım. Bu kadar kolay. Bir de ona sahipleneceği bir dava bulalım.
TALİ KONULARLA ŞÖHRET MERAKI
Sadece Koca değil, özellik sol partileri temsil eden siyasetçilerse insanların çok ciddi sorunları olmasına rağmen kendilerini tali konulara hapsetmiş durumda. Söz gelimi, gelir adaletsizliği konusunda bu kadar agresif değiller. Gelir adaletsizliğinin sorumlusu büyük sermayeye ve onların kontroldeki siyasete çocuğunu kaybetmiş bir anneye saldırdıkları gibi saldıramıyorlar.
Güçleri yetmiyor. Solun, global ölçekte, içine düştüğü trajedi bu. İngiltere, Fransa, Amerika gibi gelişmiş ülkelerde de sol kendisini başkaları tarafından çıkartılan kültürel savaşlara hapsetti ve içinden çıkamıyor. Bizde abartılı sokak hayvanı romantizmi, Amerika’da trans bireyler ve alfabe insanları… Oysa bu meseleler, kelimenin tam anlamıyla, karın doyurmuyor. Ve insanlar giderek daha da fakirleşiyor.
Türkiye’de de toplumsal tartışma herhangi bir katkı sağlayamayan, dönüştürücü ve devrimci değişim planı ortaya koyamayan sol—veya muhalefet—en azından bir şey yapıyormuş gibi görünerek bizi kandırıyor. Herkes ama herkes büyük şehirlerde abartılı derecede başıboş sokak hayvanı olduğunu biliyor; bu hayvanların bazılarının insanlara tehdit oluşturduğunu da.
Hayvan nüfusundaki kontrolsüz çoğalmanın dünya dengesine olumsuz etkileri de bilimsel olarak kanıtlanmış durumda: Yoğurt kabıyla kedi besleyenlerden azalan kuş nüfusuna uzun bir çizgi çizilebilir. Ama rakamlar ve verilerle, sağlam bir zemine oturarak bu konu tartışılamıyor. Aksine duygular egemen.
Sanki hepsi kartpostallarda yer almayı hak edecek kadar sempatikmiş gibi bir köpek fotoğrafının altına “Öldürmeyeceğiz,” diye slogan yazmanın “like” getirisi çok fazla. Öldürmekle başıboş bırakmak arasında da bir çözümü hiç kimse tartışmıyor, Panter Emel türü cehalet vahşetinden fırsat yok. Çocuğunu kaybetmiş bir anneye bağırmanın ötesine ne önerileri var, merak ediyorum.
Bir şey yapıyormuş gibi görünüp hiçbir şey yapmamanın en kolay yolu. Söylemeden edemeyeceğim, bu duyarlılık DEM milletvekili Koca’nın sarı saçları kadar gerçek.