ODTÜ ruhu bu değil...
Nihal Bengisu Karaca yazdı

HTGAZETE - NİHAL BENGİSU KARACA
Bazı şeyler normalleşiyor gibiydi. Hükümet karşıtlarının hoşnutsuzluklarını başörtülü kadınlar üzerinden sergilemedikleri bir-iki yıl yaşamayı başarmıştık. Kılık kıyafet meselelerinden rejim krizi yaratılan günlerin geride kaldığını, “normalleştiğimizi” düşünmüştük.
Derken Gezi olayları patlak verdi. Parka AVM itirazı, çoğumuzun desteklediği bir itirazdı. Yüzü başka gerisi başka bir eylem olduğunu anlamamız uzun sürmedi. Anti İslam bir hareket olarak başlamadıysa da, “çağırdığı” kitle anti İslamist’ti. Kaçımız sokak aralarında ya da caddelerde bayrak sopalarıyla dürtüldü, kaçımız sözlü fiziksel tacize uğradı, sayamadım. Sadece benim duyduğum vaka sayısı 45’in üzerindeydi. Gezi’ye destek sloganlarıyla yürüyen adamlar/kadınlar, annelerimizin ve çocuklarımızın da bulunduğu arabalarımızı yumruklarken, bir tanıdığımız Kabataş’ta dövülüp üzerine işenirken, bir başka başörtülü kadın kafasına tava yerken, bir hamile kadın sırf başörtülü olduğu için itilip düşürülürken, karşı apartmanımızdaki sakinler bizlerin 28 Şubat’taki “mürteci(!)” avının start düdüğü olarak algıladığı tencere tavalarını çalarken, arkadaşlarımız “Niye Gezi’yi desteklemediniz ki, valla çok kırıldık” yaptılar. Bu kişilere “Şiddet eylemleri başladı, lütfen itidal!” dediğim için “devrim” ile tehdit edildiğimi, profilini ışık hızıyla TC Ayyaş Çapulcu bilmem kim olarak değiştirmiş kimselerin attığı yüz bin kadar küfür ve hakarete maruz kaldığımı, “devrim sonrasında ilk gidecek kellelerden biri” olmakla tehdit edildiğimi, “tenhada yakalarlarsa” yapacaklarını anlatanların birbirinden iğrenç cinayet fantezilerini işitmek durumunda kaldığımı bir türlü anlatamadım... Sürekli olarak “Gezi ruhu bu değil” dediler. Gezi ruhu denilen şeyin tekinsiz, faşizan, İslamofobik ve aşırılık yanlısı laikçiliğin ruhunu çağırdığını, onlara anlatamadım. Nitekim Gezici kamuoyu, Kabataş’ta dayak yiyen kadın için iki üç kez ahlanıp vahlandıktan sonra büyük bir kalpsizlikle “Nerede görüntü?” diye sormaya başladı. Hem konuyu dile getirenlere “kışkırtma” suçlaması yaptılar hem de asıl kışkırtmanın o görüntüleri yayınlamak olduğunu bile bile “Nerede kanıt? Neden kamuoyuyla paylaşılmıyor?” diye bastırdılar.
Cüneyt Arcayürek’in 30 Ağustos resepsiyonu sonrasında Hayrünnisa Gül ve Emine Erdoğan için sarf ettiği iğrenç sözler, Türkiye’nin bu konuda aldığı tüm mesafeleri yeniden sorgulattı. Gözlerim Tuğrul İnançer’in hamile kadınlarla ilgili sarf ettiği sözlerin ardından yeri göğü inleten kadın dernek, oluşum, girişimlerinin Cüneyt Arcayürek için yaptığı bir kınama açıklamasını aradı. Ama yoktu.
YİNE Mİ FREDDY...
ODTÜ’de bir grup öğrencinin, başörtülü öğrencileri kampustan kovma girişimleri ise nerede yaşadığımızı yeniden idrak etmemizi sağladı: Fırsatını bulduğunda Türkiye’yi eski apartheid rejimlerine benzetmek için elinden geleni yapacakların da yaşadığı bir ülkede. Başörtülü genç kadınları önce kovuyor, sonra arkalarından “Niye kaçıyorsunuz?” diye bağırıyorlardı. İsimleri üzerine alay ediyorlar, “Rabia mıydı? Hayrünnisa mı, aaa Dilruba da olabilir keh keh” gibi şekiller alarak meziyetsizliğin sıvı hallerinden örnekler sunuyorlardı. Zabıt tutması için çağrılan ODTÜ özel güvenliği açıkça ODTÜ’nün resmi solculuk ideolojisinin memurluğunu yaparak, talebi yerine getirmiyor; gençler yaptığı terbiyesizliği övünçle Youtube’a koyuyordu. Bir de neymiş? Sorun başörtüsü değilmiş efenim. Cemaatin ODTÜ’de örgütlenmesine tepkiymiş bu. Ne kadar da etkileyici. Hep bir bahaneleri vardı. Sorun başörtülü kadınlar değildir, sorun bu işlerin önü alınamazsa laik rejimin tehlikeye girecek olmasıdır. Sorun başörtüsü değildir, sorun başörtüsüzlerin yaşam tarzının tehlike altında olmasıdır. Sorun başörtüsü değildir, sorun başörtülünün kendi kendisini çirkinleştirmesidir. Kimsenin başörtülü analarımızla bir sorunu olamaz, ama sorun başörtüsünün “çağdaş Türkiye’yi temsil etmemesi”dir. Ve nihayet şimdi de sorun başörtüsünün “cemaat”i temsil etmesi olarak işaretlenebilir. Belli ki artık onun sırası gelmiş. Bilinen ve hiç bitmeyen bir psikolojik harbin yeni sürümüyle mi karşı karşıyayız diye ürküyor insan. Arkadaşlar gökkuşağına boyadıkları merdivenleri yastık yaparak devrim uykularını berkitiyor. “ODTÜ ruhu bu değil” diyorlar esneyerek. “ODTÜ ruhu bu değil.’ Bazılarımız ise renkli kâbuslara uyanmaktan korkarcasına, uyumamak için direniyor. Yine mi Elm Sokağı diyerek. Ve yine mi Freddy Krueger...