Fransızlar’a iftar ile teravihi 1718 Ramazan’ında Türk elçisi öğretti
Türkiye'nin batılılaşma serüvenindeki ilk ve önemli isimlerinden biri, Yirmisekiz Mehmed Çelebi'dir. Osmanlı Devleti'nin uzun süreli bir görevle Batı'ya gönderdiği ilk diplomat olan Mehmed Çelebi, Paris'te yaşadıklarını "Sefaretnâme"sinde yazmış, gittiği operayı anlatmış ve binlerce Fransız kadınının ramazan akşamları başlarına üşüşüp iftar ve teravih seyretmelerini tatlı tatlı hikâye etmiştir
Murat BARDAKÇI / GAZETE HABERTÜRK
Batılılaşma serüvenimiz başlayalı, iki asrı geride bıraktık ama bu serüvenin ilk kahramanlarının kimler olduğunu hiç merak ettiniz mi? Bu kahramanlardan biri, Yirmisekiz Mehmed Çelebi idi. Yeniçerilikten gelme bir diplomattı, devletin önemli diplomatik meselelerini halletmişti ve barış görüşmelerine de delege olarak katılmıştı.
İLK YERLEŞİK ELÇİ
Devrin hükümdarı Üçüncü Ahmed, 1718’de Çelebi’yi elçilikle Paris’e yolladı. Görevi bilim ve sanatın Avrupa’da ulaştığı düzeyi incelemek ve Fransa hakkında daha fazla bilgi edinmekti... İstanbul, bir yabancı ülkeye kısa bir müddet için de olsa, ilk defa yerleşik bir elçi göndermekte idi...
Çelebi’nin beraberinde 80 kişi vardı... Uzun bir deniz yolculuğundan sonra Fransa’nın güney sahiline vardı, Paris’e geçti ve birkaç ay sonra vazifesini tamamlayıp İstanbul’a döndü... Başkente vardığında hem hükümdara vereceği rapor, hem Paris yolunda karşılaştığı hemen herşeyi kaydettiği “Sefaretnâme”si de koltuğunun altındaydı.
Mehmed Çelebi’nin Sefaretnâme’si, birbirinden ilginç, yer yer birbirinden garip olaylarla dolu idi ve batı dünyasından, o dünyayla ilişkilerimizin geleceğinden sözeden ilk eserdi...
Anlattıklarına bakılırsa, Toulon limanında Fransız topraklarına ayak bastığı andan itibaren, yer yerinden oynamış, Çelebi’nin ifadesiyle “Osmanlı dedikleri acaba nasıl bir insandır” diye merak etmiş ve kadın-erkek, çoluk-çocuk Çelebi ile beraberindekileri seyre gelmişlerdi... Aynı merak yol boyunca devam etmiş ve Paris’te daha büyük boyutlara ulaşmıştı.
Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Paris’te “operaya giden ilk Türk” unvanına da sahip oldu, Sefaretnâme’sinde operayı anlattığı bölüme “Paris şehrine mahsus bir eğlence vardı ki, opera derler idi” cümlesiyle başladı ve bu cümle iki asır boyunca dilden dile dolaştı.
‘AVRATLARIN CENNETİ’
Çelebi, yazdıklarında Fransa’nın sadece operası değil, sarayları, bilim merkezleri, eğlence yerleri ve hattâ hayvanat bahçeleri hakkında da uzun bilgiler verdi. Ama en fazla şaşırdığı, Avrupa’da sosyal hayat ve özellikle kadınların konumu oldu... “Fransa, avratların cennetidir” diye yazacak, “Burada kadınların itibarı, erkeklerden çok daha yüksektir... Onlara haddinden fazla hürmet ederler... Kadınlar istediklerini mutlaka alır, muradlarına muhakkak ererler” diyecekti.
‘ÂDETLERİ ÂDET DEĞİL’
Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Sefaretnâme’sinde, Paris’te geçirdikleri bir ramazan sırasında kadınların hücumuna uğradıklarını da tatlı tatlı hikâye etti ve yaşadıkları bir tuhaflığı da anlattı.
Çelebi’ye göre Fransız kadınları erkeklerin yemek yemesini seyretmekten büyük zevk almaktaydılar. Hele iftar gibi merasimli bir yemek ve arkasından kılınan teravih namazı, onlar için bulunmaz bir manzara idi.
İşte, Çelebi’nin Paris iftarları ile ilgili yazdıkları:
“Şerefli Ramazan ayı geldi, oruç tutup geceleri cemaatle teravih namazı kılmaya başladık...
Bir gün kralın maraşallarından biri gelip devletin önde gelenlerinden selam getirdi ve ‘Hanımlarımızın, iftarınızı ve nasıl yemek yediğinizi seyretmelerine izin vermenizi rica ediyoruz... Bu izni verirseniz, hepimizi ve kralımızı da sevindirmiş olacaksınız’ dedi...
Çaresiz kalıp ‘Hoş geldiler, safa getirdiler’ dedik. Adam gitti ve akşama doğru altın ve ziynet içinde, elmaslara batmış bir halde iki yüz kadın, gelip karşımızdaki sandalyelere oturdular. Konağımız, kadınlar evine döndü. Verdiğimiz izni haber alanlar hiç durmadan geldiler, zamanla birkaç bin kadının arasında kaldık. Ev, düğün evi oldu.
Her neyse, bu azaba katlanıp iftar ettik, yemeğimizi yedik, gece de teravih namazımızı kıldık. Kadınlar yemekten sonra gitmişlerdi ama teravih kıldığımızı haber almışlar... Ertesi gün de iftara yarım saat kala yine bir-iki bin kadın geldi... Âdetleri âdet olmadığı için, tek bir kutu hediye bile getirmemişlerdi. Biz iftarımızı ettik, yemeğimizi yedik ama hiçbiri yerinden kımıldamadı. Tam üç saat oturdular. Meğer, namazımızı seyretmek isterlermiş. Yine çaresiz kaldık, abdest alıp namazımızı kıldık. Sonra, gittiler ama her gece gelip yalvara yakara iftarımızı ve namazımızı seyretmek istediler, biz de izin verdik. Kadınlar ramazan boyunca bizi seyredip hayran oldular...”
HATTIN ÜSTADLARI
Macid Ayral
İstanbul’da 1891’de doğan Macid Ayral, Vakıflar’a memur olarak girdi ve bir ara polis müdürlüğünde sicil memurluğu yaptı. Talik yazıyı Hulusi Efendi’den öğrendi ve Tuğrakeş İsmail Hakkı Bey’den celî yazı meşketti. Talik ve sülüs yazıda zamanının en önemli hattatlarından olan ve bazı kitabelerin yanısıra çok sayıda levha da yazan Macid Bey, 17 Mart 1961 günü İstanbul’da vefat etti. Macid Bey’in bu besmelesi, şimdi özel bir kolleksiyondadır.
SARAYLIK İFTARİYELER
Celveti çorbası
Kabuğu soyulmuş patatesler etsuyunda dağılıncaya kadar haşlanır. Suyu bittikçe önceden hazırlanmış etsuyuyla beslenir. Tencereden çıkartılır, tahta kaşıkla iyice ezilir. Ayrı bir kapta yarım bardak pirinç pelte haline gelinceye kadar yine etsuyuyla kaynatılır, ateşten indirilip havana konur ve dövülerek muhallebi kıvamına getirilir. Patatesle pirinç karıştırılıp kaynamış süte boca edilir. Bir taşım kaynatılır, üzerine kızgın tereyağı dökülüp taze nane veya tarhunotu serpilip sofraya getirilir.
MALZEME
Patates
Et suyu
Pirinç
Süt
Tereyağı