Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ramazan Sultan Abdülâziz, Hazreti Muhammed’in ruhaniyetinden mektupla şefaat istemişti

        MURAT BARDAKÇI / HT GAZETE

        Padişahlar başkenti boş bırakmamak için hacca gitmediler ama Mekke’ye yüzyıllar boyunca çok sayıda vekil gönderdiler.

        Sadece padişahlar değil, şehzadeler de hacı olamadılar; zira denetimden uzak kalacakları ve siyasi fırsat bulabilecekleri endişesiyle İstanbul’dan ayrılmalarına izin verilmedi. Hanedanın kadınlarının hacca gidişleri mesele olmadı ve padişah soyundan gelen çok sayıda hanım, asırlar boyunca Mekke’yi ziyaret edip hacı olabildi...

        Daha önce yine bu sayfada yazmıştım: Padişahlar hacca gitmezlerdi ama kesilmiş saçlarını gönderirlerdi. Berberbaşı padişahın saçlarını keser, saçlar gümüş bir leğende yıkandıktan sonra buhurlarla tütsülenir, mühürlü bir çekmeceye konur, “surre” denen resmî hac kervanına verilir; çekmece önce Mekke’ye, oradan da Medine’ye götürülür ve Hazreti Muhammed’in kabrinin civarında bir yere gömülürdü.

        Sultan Abdülâziz’in mektubu.

        MEKTUP TOPKAPI SARAYI’NDA

        Padişahlardan biri, Sultan Abdülâziz ise, Medine’ye hem saçını göndermiş, hem de peygamberin ruhaniyetine mektup yazmış ve Hazreti Muhammed’in Medine’deki türbesi “Ravza-i Mutahhara”ya yollamıştı. Hükümdar mektubunda samimi hislerini yazıyor ve Hazreti Peygamber’den kendisine din ve dünya işlerinde yardımcı olması ricasında bulunuyordu.

        Padişahın Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bazı kutsal emanetlerle beraber İstanbul’a getirilen mektubu şu anda Topkapı Sarayı’nın Mukaddes Emanetler Dairesi’nde muhafaza ediliyor. Son kısmı “Ben, Gazi Mahmud Han’ın oğlu, zayıfların zayıfı, senin feyizlerine muhtac olan Abdülâziz Han’ım” şeklinde biten mektubun metni, geçtiğimiz senelerde Hilmi Aydın tarafından “Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emânetler” isimli kitapta yayınlanmıştı.

        Mektubun içeriğini ve mahiyetini, bu kitaptan naklediyorum:

        “Sultan Abdülâziz, mektubunda Hazreti Peygamber’e hitaben ümmete, Mekke ve Medine’ye hizmet etmek şerefine kavuştuğunu söyleyip mü’minlerin kendine emanet edildiğini, inkârcıların ve inatçıların elinde hor ve hakir kaldığını anlatıyor ve dünya ile ahirette şefaat ve yardım talep ediyor. Üzerindeki bütün emânetlerin icabını lâyıkıyla yerine getirmek, Allah ve kul haklarını edâ etmek, Müslümanlar’ın kendi idaresinde olan mallarını israfa düşmeden yerli yerine sarfetmek, gizli ve açık bütün düşmanlar üzerine galip gelmek, bütün müminler ile birlikte sıhhat ve afiyet içinde, ilâhi rızaya uygun bir ömür sürmek, mahşer günü cennete ırzı yıkılmadan ilk girenler ile birlikte girmek için Resulullah’ın şefaatine sığınıyor. Daha sonra, günahkâr haliyle böyle bir arzuhal takdimine cüret ettiği için de tekrar tekrar özürler diliyor.

        Medine’ye 1900’lerin başında gönderilen mahmel

        ‘EDEBE AYKIRI DİNLENMEZ’

        Padişah, tarihlerin naklettiğine göre Hazreti Peygamber’e son derece hürmetkârmış. Medine’den ne zaman bir mektup gelse abdest tazeler, ‘Bunlarda Medine-i Münevvere’nin tozu var’ diyerek öpüp alnına koyar, daha sonra başkâtibe okuturmuş. Bir defasında, hasta yatağında yatarken Medine’den bir dilekçe gelmiş. Padişah, ‘Beni derhal ayağa kaldırınız. Haremeyn’den gelen talepleri ayakta dinleyeyim. Allah Resulü’ne komşu olanların talepleri, böyle ayak uzatılarak edebe aykırı bir şekilde dinlenmez’ demiş. Mektubundaki ifade tarzında da bu hürmet ve muhabbet hemen kendisini gösteriyor.

        Oldukça ağdalı dili olan mektup, büyük boy kâğıt üzerine güzel bir nesih hattıyla yazılıdır. Padişah, zarf üzerine rika hattıyla ‘Bismihiteâlâ. Hazret-i Fahr-i Kâinat Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hazretleri’nin Ravza-i Mübârekeleri’ne takdim” hitabını yazıp isminin baş harfi olan “ayın”ı parafe etmiş. Mektubun zarfı, sarı renkli kâğıttan kesilip katlanarak hazırlanmış. Sultan Abdülâziz, kendi eliyle hazırladığı zarfı iki yerinden kırmızı mum ile mühürlemiş”.

        HATTIN ÜSTADLARI: YESARÎZADE MUSTAFA İZZET

        YESARÎ Mehmed Esad Efendi’nin oğlu olan Yesarîzade Mustafa İzzet, İstanbul’da doğdu. Yazıyı Türk talik hattının kurucularından olan babası Esad Yesarî’den öğrendi, ondan icazet aldı, Osman el-Üveysi Efendi de 1788’de kendisine ayrı bir icazet verdi.

        Devlet memuriyetinde yüksek makamlara çıkan hattat, 1842’de Rumeli kazaskeri oldu. Çok sayıda eser verdi ve Türk hattının en önemli sanatkârlarından biri kabul edildi.

        Yesarîzade’nin hat sanatımızdaki asıl önemi, “Türk Talik Ekolü”nü tam anlamı ile kurmuş olmasıdır. Talik yazı, onun yaptığı hamleyle Türk zevkinin hâkim kılındığı bir sistem halini aldı. Bu ekolün kurulmasından sonra hattatlar İran’ın talik üslubunu terkettiler ve Yesarîzade Ekolü’nü takibe başladılar. Bu tavrın eksik noktalarını da Mustafa İzzet Efendi’den sonra gelen Sami Efendi tamamladı.

        SARAYLIK İFTARİYELER: PEYNİR LOKMASI

        MALZEME

        Lor peyniri

        Has un

        Bal şerbeti

        TUZSUZ sade lor peynirinden yahut tuzunu almak için bir gece önceden suda bırakılıp süzülen peynirden yapılır. Peynirden parçalar kopartılıp has una bulanır ve yoğrulur, lokma lokma kesilip kızarmış yağda kızarana kadar pişirilir. Yağı, kepçe ile süzülerek alınır ve sahana yerleştirilir. Tatlı olması arzu edilirse şeker veya bal şerbetine konur, bir müddet bu şerbetin içinde tutulduktan sonra çıkarılarak yenir. Lokmalar henüz sıcakken sahana yerleştirildikleri zaman üzerlerine ince çekilmiş şeker serpildiği takdirde, şekerin lezzeti peynirin içine kadar geçer ve lokma daha da hoş olur (Ali Eşref Dede’nin “Yemek Risâlesi”nden).

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ